Müslüme…
Sayısız konuda kalem oynatıyoruz hemen her gün bu sayfalarda. Fırsat veren ekranlarda konuşuyor, anlatmaya çalışıyoruz.
Mevzu, ekonomi de olsa…
Kur cinneti de…
Bütçe de…
Tavan ile taban arasındaki israf/tasarruf zıtlığı da…
Siyaset de…
TBMM gündemi de…
İttifak polemikleri de…
Yargı süreçleri de…
Uluslararası sistem de…
Terörle mücadele de…
Eğitim müfredatları da…
Öğrencilerin barınma imkan(sızlık)ları da…
Asgari ücret de…
Dinin siyasallaştırılması da…
Etnikçilik de, azınlıkçılık da…
Nobel de…
Noel(!) de…
Covid 19 da…
Aşılar da…
Rektör atamaları da…
Liyakat da…
Kadına şiddet de…
Olimpiyatlar da…
Sokak olayları da…
Sivil toplum da…
Tiyatro da… Roman da… Sinema, müzik, sanat, sanatçı ve "aydın" olmak yahut olmamak da…
İşçi de, patron da, çiftçi de, öğretmen de, doktor da, asker de, polis de, kağıt toplayıcılar da, apartman görevlileri de, dağdaki çoban da, profesör de, imam da, muhtarlar da…
"Beşli çete" de…
"KÖİ"ler de…
Belediyeler, belediyecilik de…
Turizm de…
Kuşlar, çiçekler, böcekler; çevre de… Ekoloji de…
Madenler de…
Kendi mahallemiz; yandaşı, candaşı, yoldaşıyla medyanın halleri de…
Aklınıza ne gelirse…
***
Bunca mevzunun ortasında, peşini kovaladığımız, izini sürdüğümüz tek bir başlık var aslında;
Hak!
Sırtını, içine tıkıldığımız o sığ "muhalif" genellemesine dayayıp kızan da oluyor eleştirilerimize, küsen de tepkimize…
Üzerimizi en kalın kalemlerle çizen de oluyor ne hadlerineyse; tehditler savuran da sırf itirazımız var diye…
Niye bunca mücadele?
Bu sevgisizliği, öfkeyi, kini, nefreti göze alış niye?
Belki…
Bir gün…
"Hak" temelli bir düzen tesis edilebilir diye bu ülkede!
***
Peki nasıl?
Darbesiz… Şiddetsiz… Baskısız… Dayatmasız… Kumpassız… Tuzaksız… Operasyonsuz… Manipülasyonsuz…
Toplumun hür iradesiyle sadece!
Elini vicdanına koymasıyla…
"Vicdan"dan el alan irade doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı, yediği, içtiği, ürediği, illa öleceği ama arkasında eşini-dostunu, çoluğunu çocuğunu bırakacağı bir ülkenin huzuru, güveni, refahı hilafına karar alamaz ya; ona dair kalan son inanç kırıntılarımızla…
***
Sonra…
Bir sabah…
Müslüme''yi çıkarıyor, kaderimizi vicdanına, irfanına emanet ettiğimiz o toplum karşımıza.
Müslüme''yi doğuruyor…
Müslüme''yi öldürüyor…
Müslüme''ye tecavüz ediyor…
Türk Milleti için, Türkiye Cumhuriyeti için "son çadırındaki duman tüttüğü müddetçe ümit var" saydığımız bir yörük obasında!
Müslüme daha 3 yaşında!
Ana rahmini düşüşünden son nefesini verdiği ana kadar; varlığının da yokluğunun da vesilesi "suç", sebebi "günah", sebebi "ahlaksızlık", sebebi "canilik", "sapıklık", "insan" suretinde yaratılanların ihaneti insanlığa!
***
Yaşayanların arasında "kalın duvarlar"ın bulunmadığı bir Yörük çadırında bile kimin kimin babası, kimin kimin dedesi, kimin kimin çocuğu olduğu belli değilse; küçücük bir aile bile kendi tecavüzcüsüne/katiline baba, dede, koca diyerek yaşıyorsa yıllarsa; milyonlardan oluşan toplumda kaç gizli ahlaksızla, kaç maskeli sapıkla, sapkınla, caniyle, psikopatla, ilkesiz, erdemsiz, değersiz mahlukatla iç içe, dip dibe, yan yana, alt alta/üst üste yaşıyoruz acaba!
Kaçına selam veriyoruz?
Kaçıyla tokalaşıyoruz?
Kaçına, kaç kere sarıldık bugüne kadar?
Kaçına bel bağladık; aklına, fikrine, "aydınlığına", ışığına kanıp da kaçından medet umduk, ummaktayız vatan, millet, devlet aşkına!
***
Ve bu yeryüzü cehennemine çevirmeyi başardığımız cennet coğrafyada; "cennetlik" denen o tertemiz vicdanı koruyabilen kaç kişi kaldı aramızda!
Ne kadarlarsa… Bunca kir, bunca çirkef, bunca suç, bunca günah, bunca ayıp, bunca rezillik, bunca utanmazlık, arlanmazlıkla başımıza hâlâ taş yağmıyorsa onların yüzü suyu hürmetinedir herhalde!
Ya da yağmıyor mu acaba?
En ağır, yarıcı, yaralayıcı taş, Müslüme''nin ve onun gibi sayısız çocuğun ahı belki de bu topluma!
Bizi ezecek olan o!
Kim gelir kim gider, kim çıkar kim düşer bilemem ama "hak" yerini bulmadan gün yüzü göstermez Allah böyle topluma!