BUNUN üzerine Mustafa Kemal Paşanın Yunanlılarca işlenen vahşetlere dikkatlerini çekmek üzere, bütün Avrupa devletlerine nevmidane (umutsuzca) bir müracaatta bulunduğu öğrenildi: “Muharebe sahasında esir edilen askerlerimiz, gözleri süngü ile oyulduktan sonra şehit ediliyor. Gayr-ı muharip (savaşa girmeyen) ahali, cinsiyet ve yaş gözetilmeksizin, katlediliyor (öldürülüyor); bütün eşyaları, hezimet halindeki Yunanlılar tarafından yağma olunuyor; kadınlar ve genç kızlar tartaklanıyor; müteaddit (birçok) şehir ve köylerle çiftlikler, bilhassa camiler baştan aşağı yakılıyor. Bu meyanda Osmanlı hanedanının kurucusu olan Ertuğrul Gazi’nin Söğüt’teki mübarek türbesi dinamitle tahrip edilmiştir. Yunanlıların, umumiyetle vicdansızca ika ettikleri hareketlerin icrasında hiçbir insanî düşünce veya hiçbir harp kaidesi kendilerine mâni olamamıştır vs., vs.” Ne yazık ki, Müslüman bir milletin itlâfı (yok edilmesi) mevzuubahis olduğundan, Avrupa mutat sağırlığına sadık kaldı. Yüzyıllardan beri tasmim (tasarlanan) ve tatbik olunan ifna (yok etme) hareketi işte böylece devam edegeliyordu. Verdikleri beyanata göre Yunan ordularının şu barbar Türklere medeniyet götürdüklerini iddia ettikleri sırada bütün İslâm milletleri kan ve ateşin üzerinden ellerini birbirlerine uzatarak mukaddes ittihatlarını (birlikleşmelerini) daha da sıkılaştırıyorlardı. Çünkü, garip bir tesadüf eseri olarak “Haydut yatağı” diye tavsif olunan (tanımlanan) bu topraklar şimdi İslâmiyet’in merkezi oluvermişti. İşte sadece bu sebepledir ki, bundan birkaç gün önce, Afganistan’ın fevkalâde murahhası, Anadolu’da “İstikbal” gazetesinin bir muharririne, “Afganlıların bu gibi millî hareketleri, İslâm dünyasının selâmetini ve kurtuluşunu temin edecek mahiyette telâkki eylediği, Afganistan’ın Türkiye’yi büyük rehber olarak kabul ettiği ve İslâmiyet uğrunda kendisini feda edebileceğini bütün Müslüman milletlerin müttehiden (birlik içinde) Ankara Hûkümeti için çalışmaları icap ettiği vs., vs.” yolunda beyanatta bulunmuştu. İşte; istiklâlini muhafaza etmek için çarpışan bütün bir milletin acı hakikate uyanışı! İnsan, Samsun’dan itibaren, kendisini ıstırap çeken, çarpışan ve buna rağmen ümidini kesmeyen bir âlemde buluyor. İkinci Mektup Çorum, 20 Nisan Anadolu Oteli Samsun’daki Mıntıka Palas Oteli’nden mektup yazmak güç oluyordu. Çünkü, bu müreffeh şehre gelişimizin hemen akabinde resmî kabuller, mecburî ziyaretler ve muhtelif meşgaleler her türlü muhaberata (haberleşmeye) mâni oluyordu. Oradaki hayatımız, on beş gün evvel terk edilmiş şehirlerdeki mutat hayattan farksızdı. Ancak, oradaki hususiyet, Anadolu’nun bu pek zengin ticaret merkezi, cengâver bir manzara arz etmekte ve tabir caizse, çok miktardaki askerî otomobil dolayısıyla, âdeta asker elbisesi giymiş gibi idi. Birçok zabit ve askerin gidiş gelişleri sakin caddelerin çehresini değiştirmiş olduğu gibi şehrin bütün mahallelerinde mutat (alışılmış) olmayan bir hareket göze çarpıyordu. Sakin olan tek yer, civardaki bütün binalarının, evvelce Rus donanması tarafından bombardıman edilmesi yüzünden cepheleri yıkılmış olması dolayısıyla derin yaralar taşıyan meşhur limandı. Ancak, Samsun bir askerî liman değildir. Bekir Sami Bey, bütün gün, eşrafı, yüksek rütbeli zabitleri, nüfuzlu tüccarları ve Türkiye hakkında duydukları muhabbet ve sadakati arz etmek ve nihaî zafer için temenniyatta (dileklerde) bulunmak üzere gelen ve asılları Türk ırkından “Osmanlı Rumları”nın oluşturduğu bir heyeti kabul etti.