Ziya, yüksek pencerelerin renkli camlarından süzülerek camii tatlı bir şekilde aydınlatıyordu. Müteaddit (çeşit çeşit) sütunların dibinde diz çöküp oturanlar hâlâ dualar mırıldanıyor, gizlice akan gözyaşlarını usulca siliyorlardı.
Büyük Devlet Reisimiz, “sana yalvarıyorum” diye bağırarak zabitler, erkân, büyükler, küçükler, hasılı herkes, insanı tesiri altında bırakan bir sükûnetle kendisini takip etti.
Burada toplanmış bulunan zevatın üstüne sanki muvakkat bir teselli, ferahlatıcı bir sükûn inmişti. Aynı kesif ve müteheyyiç (coşkun) kalabalık, camiin avlusunda da oradaki fertlerden her birini böylesine derin mütehassis eden (duygulandıran) bir dinî merasimin zihinleri teşviş (karmakarışık) eden tesirini bozmuyordu. Baştan başa siyahlar giyinmiş olan Mustafa Kemal Paşa, millî kahramanların matemini tutuyordu. Duyduğu heyecan yüzünden belli oluyor ve kendisi ile birlikte yürümesi için elinden tuttuğu H. Zade’ye hitap ederken sesi, duyduğu heyecandan titriyordu; “Allah büyüktür, bizi kurtaracaktır, rahmetine imanım var” dedi.
İkisi de izdihamlı (kalabalık) cami sokağı ile Millet Meclisine giden caddeden geçerek yavaş yavaş yol alıyorlardı. Yolların iki tarafına sıralanmış olan halk, vazifenin timsali olarak geçen Büyük Devlet Reisini hürmetle selâmlıyordu.
Zabitler ve vekiller kendisine refakat etmekte, muhafızları ise uzaktan takip eylemekte idiler.
Büyük Millet Meclisi binasına pek az kala uzunca boylu, yaşlı bir adam halkı yarıp, “Merhamet ve adalet sevgili Büyük Devlet Reisimiz, sana yalvarıyorum” diye bağırarak kendisine doğru atıldı. Ne polis ne de halk bu cesur adamın Mustafa Kemal Paşaya yaklaşmasına mâni oldu. Geleceğin ümidi olan Büyük Devlet Reisine taarruz edeceği (saldıracağı) veya garezkârlıkta (düşmanlıkta) bulunacağı bir lâhza bile kimsenin zihninden geçmemişti. Kendisini muhafaza eden bütün millet değil mi?
Köylü elbisesi giymiş olan adam, Büyük Devlet Reisinin önünde durdu. “Ne istiyorsun evladım?” diye sordu. Bunun üzerine zavallı köylü derdini anlattı.
Mustafa Kemal Paşa, şöyle dedi: “Kapım herkese açıktır. Yarın bana gel de şikâyetinin icabına bakayım” dedi ve köylünün yüzünü öptü, sonra H. Zade’ye dönerek ilâve etti: “Ne yazık değil mi?”
H. Zade şöyle cevap verdi: “Evet, İslâmiyet, şanının, şaşaasını büyük adaletine medyundur (borçludur). Siz, şimdi gördüğüm mümasil hareketlerle hakikî muvaffakıyetin zirvesine ulaşacaksınız.”
Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının önüne gelmişlerdi. “Size hayırlı yolculuk temenni ederim. Yolculuğunuz için her şey hazırdır.”
Büyük Devlet Reisi, kalbî ve samimî bir hareketle H. Zade’nin elini sıktı. O da heyecanlanmış olarak kendisine veda ederken, Reis Paşa da, orada bulunanlar ile sükût içinde bekleyen halkı selâmladı.
Sonra, uzun bir nazarla ebedî şehir olan mukaddes Ankara’yı kucaklayan Mustafa Kemal Paşa yüksek sesle “Cenab-ı Hak, sizi ve hepimizi muhafaza buyursun (korusun)” diyerek kendisinden ayrıldı.