Mühendis, “Yapmak mecburiyetinde olduğumuz şeylere bakınız, ekselans” dedi, “biz burada ibda (yoktan var) ediyoruz.” Bu “ibda” kelimesi Büyük Devlet Reisini güldürmüştü. Her hâlde hayat ve eserini hulâsa eden bu kelimeyi düşünüyordu. Bu küçük selâmlık bile yoktan var edilmiş bir bedia (güzellik) idi: Kendisini yoran uzun görüşmeden sonra şimdi ferahlamış ve köşkünün arabesklerini seyrederek dinlenmekten memnun görünüyordu.
Saat üçte, Millet Meclisi’nde bulunması icap ettiğinden otomobilin biraz önceden hazırlanmasını emretti ve kendisine pek yakışan gri pelerinine bürünerek H. Zade ile otomobile bindi.
Yol üzerinde, vadiye kadar, süvari veya piyade, Karadenizli askerler nöbet bekliyorlardı. Bunların kusursuz tavr-u hareketlerinden dolayı, H. Zade, kendisini tebrik etti. “Bu yiğitler pek gösterişli değil mi? Düşününüz bir kere, bunlar da düşmanlarımız gibi teçhiz edilmiş (donatılmış) olsalardı, neler yapmazlardı! Sulhten başka bir emeli olmayan bu zavallı memlekette yapılacak ne çok şey var! Hemen Cenab-ı Hak bizi muvaffak kılsın, vatanın hayrı ve selâmeti için neler yapmaya muktedir olduğumuz görülecektir.”
Büyük Millet Meclisi binasına gelindiği zaman otomobilden indi ve ilâve etti: “Otomobil sizi ikametgâhınıza götürecek, ümit ederim ki öbür gün buluşuruz, çünkü, Meclis’te tarihî bir celse (oturum) olacak.”
Büyük Millet Meclisi’ndeki celse, hakikaten tarihe mutlaka geçecek kadar mühim olmuştu. Büyük Meclis’te cereyan eden çok alâka-bahş celseden sonra Ruşen Eşref Bey, H. Zade’yi, Büyük Devlet Reisinin çalışma odasının yanındaki bir odaya aldı. Burada, Mustafa Kemal Paşanın, kendisine hediye ettiği kıymetli eşya ihtimamla tanzim edilmiş olarak toplanmıştı: Ordunun yadigârı olan paha biçilmez, eşsiz altın kakmalı tabanca; üzerine nefis harflerle bir kitabe hakkedilmiş (işlenmiş) gül ağacından küçük bir sehpa; hepsi mamulât-ı dahiliyeden (yerli üretimden) beyzî bir şekil teşkil edecek surette üzerinde isminin hüsn-ü hatla yazılı bulunduğu sigara kutusu, aynı şekilde tezyin edilmiş (süslenmiş) kibritlik ve kül tablası.
Asırlar boyunca imparatorluk ordularını himaye etmiş olan Bektaşîlerce yek (tek) makbul tutulan yeşim rengi mermerden mürekkep hokkası; sert taştan mamul (yapılmış) iki renkli bir ağızlık; ince bir dantela gibi işlenmiş büyük bir kutu; görülmedik resimler, harp albümleri, kitaplar vesaire. Bütün bunlar paha biçilmez bir hazine idi. Bundan müteheyyiç ve mütehassis olan H. Zade, bu nadir eşyayı bir müddet temaşa ettikten sonra kendisine teşekkür etmek üzere Büyük Devlet Reisinin çalışma odasına gitti. Paşa, kendisine, “Bunlar, Avrupa’da yaşamanıza rağmen, evinizde Ankara’nın hava ve kokusunu taşıyacak ve size benden bahsedecek bir köşe tanzim etmeniz (düzenlemeniz) içindir” dedi.
On Birinci Mektup:
Ankara, 13 Mayıs, Ramazan’ın İlk Cuması, Şühedanın (Şehitlerin) Ruhları İçin Okutulan Mevlit
“Ya Hazret-i Muhammed.”
Türkiye’nin muhakkak en güzel sesi olan bu billûr ve pürüzsüz ses, şimdi Hazret-i Peygamber’e hitap ediyordu.
Edebî Arapça ile okunan hutbeden sonra, İslâm âlemini tenvir edenin doğumunu anlatan mevlit başlamıştı.