İşte o, şimdi burada, bu küçük şehir evindeki basit görünüşlü çalışma odasında oturmakta. Deri kaplı eşyadan hep aynı mahallî zevk görülmekte; zira şu masa, şu koltuk ve sandalyeler hep Ankaralı işçilerin eseri. Duvarlarda Asya’nın bütün mıntıkalarının haritaları ile bütün Müslüman ırkların muhteşem silâhları asılı; menevişli tabancalar, zengin kakmalı kılıçlar, insanı hayran bırakan kemerler, nadir nefasette kabzalı Türk hançerleri, Kafkaslı, Güneydoğulu ve Karadenizlilerden gelen hediyeler, arma şeklinde demetlenmiş muhtelif eşyadan müteşekkil harp ganimetleri.
Yazı masasının üstünde, duvarın sol köşesinde mümtaz bir mevkide ziya saçan iki silâh. Gayet güzel işlenmiş bir hançer ve altın kakmalı bir revolver. Bu iki silâh mukaddes dava ve aziz vatana ifa ettiği hizmetler dolayısıyla minnettar olan ordunun başkumandanına şükran ifadesi olarak takdim ettiği iki hediye. Genç kahramanın pek meşru olan ümit, hulya ve emellerinin titreştiği, pek şahsî zevkle tanzim edilmiş (düzenlenmiş) bu odaya, her tarafını ihata eden (kuşatan) daireye imadar bir nazar atfettikten sonra şimdi bir defa daha ona dikkatle bakıyor ve “Yapacaklarımızı bütün dünya görecektir; silâh kuvvetiyle yaratılan bir millet haklarından feragat edebilir ve yabancı silâhlarla ölmeye karar verebilir mi?” dediğini duyar gibi oluyorum. Muhakkak ki, ondan bahsedildiğini yine duyacağız. Çünkü, ilkbaharın sihrinin sabah havasında titreştiği ve çalışma odasını parlayan bir ışık ile doldurduğu şu sırada Büyük Devlet Reisinin bakışları birden çaktı ve yıldırım gibi olan ziyası, duvarları delerek mekânın derinliklerinde keskin bir kılıç çeliği gibi parladı.
Altıncı Mektup:
Ankara, 1 Mayıs
Ankara bir tepenin üzerine kurulmuştur. Arzanî (enine) olarak inşa edilmiş olan şehir, berrak bir derenin suladığı yeşil bir vadiye hâkimdir. Türk tarz-ı mimarîsinde inşa edilmiş, mevsimlerin şiddetiyle eskimiş küçük evler, dar sokakların giriftliği içinde misafirperver ve aynı zamanda garip bir manzara arz etmekte. Şurada burada, eski “Aneyre” şehrinin bekayası (kalıntısı) görünmekte; başka bir devrin harabeleri olan yıkılmış kemerleri, devrilmeye yüz tutan sütunlarıyla Ankara, geçmiş zamanların damgasını taşımakta. Bütün şehri baştan başa katederek ikiye taksim eden ana cadde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, vekâletlere ve devlet idaresine ait diğer binalara götüren başlıca yol. Caddenin iki tarafını, memleket malları ile dolu her nevi mağaza ve dükkân ihata etmekte (çevirmekte). Anadolu sanatkârlarınca meydana getirilen türlü eşyadan, kıymetli kürklere ve pahalı derilerle Kayseri veya Burdur’dan gelen ahenkli renklerle bezenmiş halılarına kadar, her cins metaın (malın) bulunduğu meşhur pazar da bu caddededir. Meclis binasının karşısında, harp dolayısıyla bakımsız kalmasına rağmen, eski dinlendirici güzelliğini muhafaza eden Belediye Parkı bulunmaktadır. Burası herkes için bir buluşma yeridir. Çünkü, çiçeklerle bezenmiş olan bu müsellesin (üçgen) ortasında, etrafı, zarif küçük köşklerle çevrili, hem lokanta hem de kahve olan bir bina bulunmaktadır. Alkollü içkiler, bütün Anadolu’da kesin olarak yasaklanmış olduğundan burada, yalnız soğuk meşrubat ile yaz-kış hazır olan nefis çaydan başka bir şey içilmez. Alkollü içki yasağı çok sert tatbik olunmaktadır. Bunlardan başka kapıları yolculara açık büyük hanlar, sayılamayacak kadar çok lokantalar ve şehir haricinde, hemşirelik vazifesini yüksek tabakaya mensup hanımların gördüğü, şayan-ı takdir bir şekilde teşkilâtlandırılmış hastaneler vardır.