Söylediğine göre, muharebe mucizevî bir şekilde kazanılmış. Mustafa Kemal Paşa, her taraftan yağan kurşun yağmuru altında birliklerine şöyle hitap etmiş: “Askerler, görüyorum ki artık düşmanın nefesi kesilmiştir. Daha şimdiden toparlanıp çekilmeye hazırlanıyor. O çekilmeden önce üstüne atılınız ve bu mübarek topraklarda yatan asil arkadaşlarınızın intikamını alınız.’’
Bunun üzerine, bir avuç kahramanın başına geçerek düşmana öyle bir şiddetle şahlanmış ki diğer birlikler de kendisine iltihak ederek (katılarak) muharebenin lehe dönmesini temin etmişler. Böylece eldeki birkaç ağır top gelip de ateş açıncaya kadar düşman bombardımanına öylesine mukavemet etmişler ki bundan biraz sonra düşman Gelibolu Yarımadası’nı tahliye etmek (boşaltmak) mecburiyetinde kalmış. Ancak, göstermiş olduğu bu şecaate (kahramanlığa) ve muharebenin kazanılmış olmasına rağmen bu unutulmaz zaferin meyvelerinden başkaları istifade etmişler, kendisi ise düşmek üzere olan başka bir cepheye gönderilmiş ve hadiselerin yarattığı zaruret karşısında, derin bir meraret (acı) içinde oradan çekilmek mecburiyetinde kalmış. Hâlbuki, o esnada Gazze’de bulunan Refet Paşa ile mutabık kalarak, müteaddit defa takviye kuvveti istemiş ise de bu taleplerine cevap verilmemiştir. Çünkü bahtsız ve gereksiz bir harbe atılmış olan Türkiye’nin hemen bütün birlikleri kendi topraklarının dışında bulunuyordu. Galiçya, İtalya, Kafkas gibi öteye beriye dağıtılmış olan Türk birlikleri memleket müdafaasını teminden (sağlamaktan) uzak ve yetersizdi. En yiğit askerlerin, her türlü muavenetten uzak, karlar içinde kaybolup gittikleri acıklı felâketler, birbiri ardınca tevali etti (sürdü). Sarıkamış, bu millî felâketlerden biri olarak, insanların hafızasında ebediyyen kalacaktır. İşte böylece, şahsî bir harekât plânı olan ve o zamanın zimamdarlarının (yöneticilerinin) görüşlerini paylaşmayan Mustafa Kemal Paşayı büyük bir nevmidîye (umutsuzluğa) düşüren şekilde, kuvvetler temerküz ettirilemedi (toplattırılamadı).
Felâketin büyüğü şu idi ki; mütareke sırasında İstanbul’da bulunduğundan, Boğazların müdafaası sırasında kurtarmış olduğu İslâmiyetin payitahtının her türlü musibete (kötülüğe) maruz kaldığını görmüştü. Hilâfetin makarrı (merkezi) ilk defa işgal edilmişti. İstanbul o güne kadar yabancı boyunduruğu altına girmemişti. Bütün İslâm âlemine yönelen bu affedilmez hakaret karşısında o; şahlandı; duyduğu nefret sonsuzdu. İstanbul’un, İslâm âleminin mümessili olması dolayısıyla Türkiye kalbinden vurulmak istenilmişti... Harbi başlatan Berlin’de salip (haç) daha az ıstırap ve tazyike maruz kaldığına göre maksat, hilâlin parlaklığına halel vermekti.
Kıymetli bir kumandan, Çanakkale’nin hayranlık yaratan müdafii olan ve harbin bütün imtidadınca (süresince) çarpışan Mustafa Kemal Paşa şüpheli addedilmekle beraber kendisini nefiy (sürgün) veya tevkif etmek cesareti gösterilemedi. Çünkü bu mert asker hiçbir partiye mensup olmadığı gibi vazifesini ifadan (yerine getirmekten) başka gayesi yoktu. İşte bunun içindir ki tehlikeli addedildi ve Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya gönderildi.
Onun da istediği esasen bu idi. Harekete geçmesinin saati artık çalmıştı. Çünkü, milletini kurtarmak için muhtaç bulunduğu kuvveti, hissetmekte olduğu derin ıstıraptan alıyordu...