MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -19-

MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -19-

Bir hükümdarın mutlakıyet idaresinin ne neticeler vereceğini gördü

esat-atalay-001.jpg
Hiç kimseye açılmaz; elde ettiği bir muvaffakıyet dolayısıyla tefahur ettiği (övündüğü) asla görülmemiştir. Son derecede çalışkan olduğundan kendisine arz edilen bütün evrak ve vesaiki bizzat ve kemali itina ile tetkik eder. Her şeyle alâkadar olduğundan, şarka ait meseleleri bildiğinden ve garba (batıya) ait meseleler hakkında da umumî bir görüşe sahip bulunduğundan, mütalâalarının doğruluğu ile kendisine takarrüp edenleri (yaklaşanları) hayrete düşürür. Mustafa Kemal Paşa, memleketinin sisli ufuklarını tasarrut ettiği (gözetlediği) gibi beşeriyeti de devamlı olarak müşahede eder (gözlem altında tutar). Güneş de artık ne zaman doğacak? Hepimiz için pek aziz olan Anadolu’nun muhteşem güzelliğini nura gark edecek. Büyük Devlet Reisi, Ankara’da, Anadolu halkının, gökyüzündeki daimî sisten bazen sızan ziya huzmelerinden (demetlerinden) fazlaca mahrum kalmaması için çalışmakta. Mustafa Kemal Paşa, tamamen askerî bir tahsil görmüş ve yüksek tahsilini de İstanbul’daki Harbiye Mektebi’nde tamamlamıştır. Büyük bir zekâya sahip olduğundan, daha genç yaşta iken mazinin tecrübelerinden istifade etmeyi bilmiş ve kendisine çizmiş olduğu hatt-ı hareketten asla ayrılmamıştır. Geçici sukutuhayal ve meraretler (tatsızlıklar) benliğinde iz bırakmakla beraber ruhuna selabet (sağlamlık) vermiş ve şahsiyetini inkişaf ettirmiştir. Böylece, tabiat-i beşeriyenin bir teşrihçisi ve acıklı devirde cereyan eden tasavvur harici entrikaların bigâne (ilgisiz) bir seyircisi oldu. Boğulan milletin istimdat (yardım isteme) haykırışlarını kılı kıpırdamaksızın dinlemesini bildi ve iktidarın dizginlerini elinde tutan ve milletin müstebit ve kurun-i vustaî (Ortaçağ) bir idare usulünden kurtarmak istemeyen bir hükümdarın mutlakıyet idaresinin ne neticeler vereceğini gördü. Her şey, zamanı gelince, vaki olduğundan devrinin en kudretli hükümdarı olan Abdülhamid Han’ın gayr-i kabil-i içtinap (uzaklaşması olanaksız) mukadder sukutunu (kaçınılmaz düşüşünü) müşahede etti. Bu hayret verici hadise onu düşündürdü ve o, bundan iki netice çıkardı.

Birincisi: Bir hükümdarın önünde herkesin secde ettiği şöhretli bir halife de olsa, memleketini ayaklandıran millî heyecana zamanla dayanamayacağı ve sonunda kendisine karşı gösterilen hoşnutsuzluğa dayanamazdı. İkincisi: İyi idare edilen ve akıllıca hazırlanmış olan bir ihtilâl kan dökülmeden tahakkuk ettirilebilirdi (gerçekleştirilebilirdi). Büyük Devlet Reisi düşündü. Bunlar derin birer dersti. O halde yalnız iyice tanıdığı nadir kimselere itimat etmeliydi. Böylece, her zaman olduğundan daha çok içine kapandı. Mustafa Kemal Paşa, Trablus’ta yiğitçe dövüştü. Çöl kendisine mukavemet (direniş) kudretini izhar etmek (gösterme) fırsatını verdi. Paşa, orada ağır mahrumiyetlere katlandı ve her nevi zaruret ve fedakârlıklara boyun eğmeyi öğrendi. Buna rağmen askerlik mesleğinde ağır terfi ediyordu. Daha talihli olan başka arkadaşları şan ve şöhrete gark olarak bu çekingen zabiti gölgeliyorlardı. Umumî Harpte birçok cephede bulundu ise de kendisinden hiç söz edilmedi. Nihayet Çanakkale’de vazifelendirildi. İşte o zaman Liman von Sanders, tehlikeye düşen vaziyeti kurtarmak üzere birçok kumandan arasından kendisini seçti. Müdafaa, kahramanca, fevka’lbeşer (insanüstü) oldu ise de cehennemî bombardımanlardan yıpranmış, yorgun ve bitkin düşmüş asker artık mukavemetini iyice kaybetmişti. Karadan, denizden, her yerden aralıksız gelen tehlike cesur müdafileri şaşırtmıştı.