Ertesi sabah erkence olacak hareket saatini beklerken mektuplar yazılıyor, gazeteler okunuyor, İnönü-Eskişehir muharebesi hakkında şimdiye kadar bilinmeyen teferruat (ayrıntı) dinleniyor. Yarın, mukaddes (kutsal) Ankara’ya muvasalat edeceğiz (varacağız). Cenab-ı Hakka şükürler olsun.
Dördüncü Mektup:
Mukaddes Ankara, 26 Nisan
Nihayet Ankara, şayan-ı ihtiram (saygı değer) şehir(!) Muvasalatımız dün sabah saat on buçuğa doğru oldu. Hava güneşli idi. Asya ilkbaharının tebessümünün sihri her şeyin üstünde görülüyor ve tabiatı göz kamaştırıcı bir nura gark ediyordu (ışık içinde bırakıyordu).
Heyet-i Murahhasa’yı istikbal için bilhassa gelen halk ile hemen temasa geçebilmesi için, tren, en son hatta, istasyonun yüz metre kadar dışında durdu. Halk, demiryoluna muvazî (paralel) caddede yığılmıştı. Heyet-i Murahhasa Reisi, vagonun kapısında, ayakta bekliyor, murahhaslar (delegeler) ise biraz geride duruyorlardı. Tren daha durur durmaz Bekir Sami Bey hemen indi. Aynı esnada, Müslümanlık âleminin mukadderatını iki buçuk yıldan beri elinde tutmasını bilen yüksek fikirli insanın kendisine doğru ilerlediği görüldü. Orta boylu, ince yapılı sarışın bir zat olan Mustafa Kemal Paşa’nın bakışları, her şeyi arayan nafiz nazarlı (etkili bakışlı) bir çift keskin mavi gözü, farik vasfı (özel niteliği) olarak enlemesine yarılmış siyah kalpağını taşıyan zekâ dolu bir alnı vardı. Son derecede sade ve zarif, avcı biçimi koyu kurşunî bir kostüm giymişti, elinde de aynı renkte eldiven ve bir kamış baston vardı.
Metin adımlarla yürüyerek Heyet-i Murahhasa Reisini dostça kucakladı. O da uzun boylu olduğu için eğilerek herkesin ümit bağladığı bu insanı samimiyetle öptü. Ondan sonra da vekiller, zabitler, mebuslar, Ankara’nın âyan ve eşrafı, gelecek Sulh Heyeti murahhaslarını selâmladılar. Şu Ankara halkının, hüsnükabul ifade eden hareketlerine, pek nazik hoşâmedi (hoşgeldin) sözlerine rağmen bakışları sertti. Geceleri sürdürdükleri çalışmaların izleri, geçmiş bütün mücadelelerden yorgun düşen yüzlerinde yer etmişti. Bunlar, ne kadar çetin, ne kadar korkunç olursa olsun, vazifelerini ifaya kararlı alâka çekici bir insan topluluğu teşkil ediyorlardı. Mustafa Kemal Paşa şimdi, milletin, en güzide evlatları arasından seçilmiş olan murahhaslar ile musafaha ediyordu (el sıkışıyordu). Siyasetçi, hukukçu, maliyeci, zabit, gazeteci, kâtip, hasılı ecnebi memleketlerde her biri sevgili vatanın bir cüz’ünü (parçasını) canlandıran bu zevat (insanlar) sıralarına göre hürmetle paşanın önüne doğru ilerliyorlardı. Son haftalar zarfında (içinde) karşılaşılan tehlikelerden ve yenilen güçlüklerden sonra Ankara garındaki bu karşılaşma pek heyecanlı olmuştu. Cereyan eden haşin vekayie (acımasız olaylara) rağmen, müddeti meçhul bir gaybubetten (ayrılıktan) sonra tekrar buluşacaklarına inanan bu kişilerin böylece izhar-ı hissiyat (duygularını belirtmeleri) eylemeleri insanın kalbini burkuyor!
Bu vakur, vazifelerinin azametini müdrik, istiklâl zihniyetine sadakatleri yüzünden durmadan cefa çeken ve bütün Müslümanlık için çarpışan bu insanlar, yeni gelenlere sual sorucu nazarlarla bakıyorlardı.