Uzun boyluluğu herkesin malûmu olan Bekir Sami Beyin sözlerini daha iyi işitebilmek için bu yavrucakların başlarını kaldırmaları rikkati mucip (acıklı) oluyordu. Bekir Sami Beyin konuşmasından sonra da şöyle sesleniyorlardı: “Biz her ne kadar görünüşte nahif ve küçük isek de kalplerimiz kuvvetli ve büyüktür. Çünkü, biz ulvî bir mücadelenin çocuklarıyız.’’
Kavaklı kadınlar, bize, kasabalarına mahsus tatlılar gönderip istikbal için ümitli olduklarını duyuruyor ve iyi temennilerini (dileklerini) bildiriyorlardı. Çaylar içildikten sonra yola çıkıldı ve “Üç Hanlar’’a varıldı. Öğle yemeği orada yenildikten sonra akşama doğru “Havza’’ya muvasalat olundu (varıldı). Kasabaya bir saatlik mesafeden gelen kadınlar Heyet-i Murahhasa’yı karşıladılar. Hepsi, çarşaf yerine beyaz ve havaî mavi çizgili, evde dokunmuş bezden yapılmış entariler giymişlerdi. Yolun sağında ve solunda, murahhasların iki yanına dizilen bu kadınlar, sade ve aynı zamanda zarif olan bu kıyafetlerle millî teşebbüsün mükemmel bir örneğini veriyorlardı. Bu şirin kasaba, birinci sınıf sayfiye yeridir. Burada, şu zengin ve esrarlı Anadolu’nun sayılmaz sırlarını bilenlerce çok beğenilen maden suları vardır. Bu sular Eruan ve Fiuggi maden sularının haiz oldukları hassalara (özelliklere) sahiptir ve böbrek hastalıkları için tavsiye edilmektedir. Burası, istikbalde çalışmaktan zihinleri yorulanların, hiç kuşkusuz gelip dinlenecekleri ve böyle tedavi görebilecekleri bir istirahat (dinlenme) yeri olacaktır. Bu serinlik ve yeşillik yuvasının huzur verici sükûneti ve aynı zamanda havasının letafeti (güzelliği) sayesinde, asap bozukluğundan şikâyet edenler, önceki kuvvetlerine, canlılıklarına bu yerde mutlaka, yeniden kavuşacaklardır. Havza’dan sabahın erken saatlerinde ayrılarak çay vaktinde Merzifon’a vâsıl olduk. Asker ve sivil suvariler, yine delegeleri istikbale (karşılamaya) gelmişlerdi. Bu güzel yolda ilerledikçe karşılayanların sayısı gözle görülür derecede artıyordu. Bu büyük kasabada bize gösterilen iyi kabul, gördüklerimizin en parlaklarından biri oldu. Bir “Keşşaf (Kaşif) Birliği’’ geniş meydandaki belediye binası önünde yer almıştı. Burada karşılıklı nutuklar söylendi. Delikanlılar ile genç kızlar vatanî şarkılar söylüyorlardı. Hatta bunların içlerinden biri, bir küçük öğrenci şu sözleriyle orada bulunanları heyecanlandırdı:
“Biz, ecnebi bir memlekette kahramanca dövüşen ve vatanın şan ve şerefi için ailesinden uzaklarda şehit düşen, millî ve dahî Kara Mustafa Paşanın hemşehrileriyiz. Milletlerin, beşeriyet tarihinin temevvücleri (dalgaları) ile muhataralı anında katlanılması icap eden ulvî fedakârlığı biliyor ve takdir ediyoruz. Ancak asil cihangirlerin ahfadı (çocukları) olan bizler asla baş eğmeyeceğiz.’’ Bu kasaba, Türkiye’nin en anlamlı camilerinden birine sahip olmakla iftihar edebilir. Merzifonlu olan veziri Kara Mustafa Paşanın zaferini tebcil etmek (yüceltmek) üzere Halife Sultan tarafından inşa olunan bu cami, saf bir Türk mimarisi tarzındadır. Cami avlusunun ortasında bulunan şadırvanın her tarafı hususî tarzda yapılmış bir çatı ile kapatılmıştır ve iç tarafında, Viyana ve Budin seferlerinin başlıca muharebelerini tasvir eden o zamana ait silâhların resimleri ile çevrili tablolar vardır.
Bu tablolardan birinde görülen kanatlarını açmış koruyucu melek resimleri ile sanki bu kahramanlık günlerinin hatırası muhafaza edilmek istenilmektedir.
Camiin inşaası sırasında dikilmiş olan asır-dîde üç çınar hâlâ ayaktadır. Bunlar, muhteşem ve kudretli dallarında, o şaşalı günlerin sırlarını saklamaktadır.