Muhalif görünümlü iktidar
Milliyetçilerin başına otuz yıldır bela olan “kendimiz içeride, fikrimiz iktidarda” sözü asla izah edilemeyecek bir çelişkiydi... Bir itiraf gibi görüldü ve muarızların yıllarca diline yapıştı bu söz...
Ülkemizde son onbir yıldır bunu gölgede bırakacak bir başka çelişki yaşanıyor... Bir siyasî iktidar, güç kullanmaya gelince iktidar gibi davranabiliyor, ağlamaya, sızlanmaya, şikayete gelince muhalif kesilebiliyor...
‘Doğan görünümlü Şahin’e nazire yaparcasına gayret gösteren ‘muhalif görünümlü iktidar’ımız var... Ha bugün, ha yarın bu mağdur edebiyatı bitecek diye tahmin yürütürken, on bir yıldır istikrar içinde süren bu rol yeteneğine saygı duymak gerekiyor!..
Aynı rolü onbir yıl sürdürmek ve vizyonda kalmasını sağlamak kolay değil... Her türlü iyilik sizden sâdır olacak, ama tıkandığınız yerde ‘mürebbiye edasıyla parmak sallayanlar’ı halka şikayet edip işin içinden sıyrılacaksınız!.. Kılıcınızın her tarafı kesecek, ama çözümsüz kaldığınız yerde topu ‘statüko’ya atıp, sorumluluktan kurtulacaksınız!..
Bütün bu olup bitenleri, izleyiciye beğendirmek üstün rol yeteneği gerektiriyor şüphesiz... Bu müthiş ‘halkla ilişkiler’projesine en büyük katkıyı ‘inandırıcılık katsayısı’sıfıra yakın muhalefet sağlıyor...
Siyasî iktidar, devam edegelen problemlere kaynak olarak ‘statüko’yu gösterirken, ona ‘artık statüko sizsiniz’ gerçeğini hatırlatabilecek kişi ve kurumun kalmamış olması, demokrasinin dengesini daha da bozuyor...
Hem ‘başarı’yla övünme, hem ‘başarısızlık’ta bir suçlu bulup yakasına yapışma, hem gülme, hem ağlama, hem kızma, hem de duvar dibinde mağdur gibi büzüşme ‘yetki’sinin böylesine tekelde toplandığı bir siyasi yapıyı ben hatırlamıyorum... Dünyada bir başka örneği var mı, bilmiyorum...
YYani ’Bu mekân bizim. Bu mekânda birisi ağlayacaksa ben ağlarım, birisi gülecekse ben gülerim, birisi emir verecekse ben veririm, birisi mazlum rolüne bürünecekse ben bürünürüm, birisi mürebbiye edasıyla parmak sallayacaksa ben sallarım, başka birisi parmak sallarsa onu halka ben şikayet ederim’tarzında nur topu gibi bir statükomuz oluşmuş durumda...
Ankara’nın eski valilerinden Nevzat Tandoğan’ın ’Bu memlekete komünizm gelecekse, onu da biz getiririz’dediği cinsten bir yaklaşımla, ’Bu ülkede muhalefet yapılacaksa onu da biz yaparız’deniliyor.
İşine geldiği zaman muhalif görünme rolü öylesine benimsenmiş ki, hızını alamayan Bakan ve milletvekilleri yüzünden son 1 Mayıs’ta komik görüntüler de yaşandı... Ankara Tandoğan’da Hak-İş ve Memur-Sen’in organize ettiği mitingde Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Çalışma Bakanı kürsüye çıktı... Konuşma yapacağı yerde adı geçen sendika yöneticileriyle birlikte ’Sarı sendikam sarı’ diye bir türkü tuttursalardı çok daha ciddi iş yapmış olacaklardı...
28 Şubat dönemindeki baskılardan belki de en iğrenci başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere bir çok üniversitede hayata geçirilen ‘ikna odaları’ydı... Başörtülü öğrencileri baskı, tehdit ve korkuyla başlarını açmaya zorlayan bu uygulama elbette insanlık dışıydı...
Peki bir yandan bunu yapanları hukuk önüne çıkarma gayreti güdülürken, diğer yandan ‘yeni ikna odaları’kuran iradeye ne demeli? Artık pek çok kamu kurumunda, özellikle Başkent’te yeni ikna odalarımız var... Memurlara yönelik ‘sendika değiştirme baskısı’artık gizlenemeyecek boyutta... Hükümet yanlısı sendikaya geçmesi için Türk-Kamu-Sen’e üye memurlar büyük bir baskı altında... Zaten bu sendikanın son yıllarda bir çok kolda imza yetkisini kaybetmesi söz konusu siyasî baskının etkisiyle gerçekleşti... Siyasetin gücü ve iktidar yetkisini her alanda pekiştirme hırsı, Türk-Kamu-Sen’in altını oydu ve oymaya devam ediyor...
ZZaten sahipsiz durumdaki memurun direncinin kırılması için bu ikna faaliyetleri çerçevesinde gereken yapılıyor... Memurun, yerinden, makamından, pozisyonundan, lojmanından, çalıştığı ilden sürülme gibi insani kaygıları acımasızca sömürülüyor... Ayrıca beklentiler okşanarak, vaatler verilerek sendika değiştirilmesi istenirken, aksi halde memuriyetini azaba dönüştürecek imalarda bulunuluyor...
Peki bu tarz, adaletli bir yönetim tarzı mı? Başkaları ikna odaları kurunca gayrimeşru da, siz kurunca meşru mu oluyor? Ele geçen gücü insafsızca, adaletsizce, kul hakkını hesaplamadan acımasızca kullanmak size verilmiş ilahi bir ayrıcalık mı?
‘Kağıt üzerindeki muhalefet’ de varlıkla yokluk arasında hayat sürdürdüğü için meydana tek başına el koyan ‘muhalif görünümlü iktidar’ın üstün rol yeteneği bunların görülmesini engelleyecek çapta aslında...
“Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir” diyen İbn-i Sina bu durumu mu tarif etmiş bilemeyiz... Ama Pir Sultan Abdal’ın şu dizesi her şeyi özetliyor: “Kula gölge ise Allah’a âyân...”