Muarızının kaleminden Enver Paşa
Enver Paşa'nın şehadetinin 97. yılı. Tekrar yazayım... Enver, "İslâmcı" ve daha ötesi "Turancı" idi. Neden "Daha ötesi Turancı" dedim? "İslâmcılık" çok kolay ve faaliyet alanı alabildiğine geniş. Kime yamansanız ona uyar. Ama "Turancılık" öyle değil; "asabiyet" esastır. Bu asabiyete "kültür ve çevre faktörü"nü katarsak, "kan" ötesi bir alan ortaya çıkar. (Yine İbn Haldun'a müracaat etmek gerekir!) Peşin hükümlü olunmazsa, "ümmet"e giden yol da Turancılık'tan geçer. Sen kendini aşıp, aileni aşıp, çevreni aşıp bir başka "asabiyet"e nasıl ulaşacaksın!
Şimdi tartışmaya girmeyelim. Size, Enver Paşa'nın Türkler ve diğer İslâmlar arasında itibarını, en manfî, en garazkâr bir isimden aktaracağım. Bu isim Rıza Nur.
Rıza Nur, Enver'i bırakın Mustafa Kemal'in de en amansız düşmanıdır. Hâlbuki İlk Meclis'te o da vardır ve ilk Maarif Vekili (Millî Eğitim Bakanı), sonra Sıhhiye Vekili (Sağlık Bakını) olmuştur. Lozan Antlaşması'nda İsmet Paşa'dan sonraki isimdir. M. Kemal Nutuk'ta Rıza Nur'un adını geçirir ama menfi bir şey de söylemez. Rıza Nur'un Türkiye'den ayrılışı 1926'dır. Nutuk ise 1927'de okunmuştur.
Millî Mücadele devam ederken, Ali Fuat (Cebesoy), Yusuf Kemal (Tengirşek) ile birlikte Moskova'ya "fevkalâde murahhas" (delege) olarak gönderilir. Sonra Moskova Antlaşması'nı imzalayacaklardır.
Moskova'da Türk heyetini Afganlılar yemeğe davet ederler. Enver de davetlidir. Rıza Nur, belirttiğimiz gibi, Enver'i hiç sevmemektedir. Hemen her hareketine olumsuzluk yükler. Enver'in Türkiye dışında nasıl itibar gördüğünü ister istemez anlatır:
"Afganlılar büyük bir ziyafet verdiler. Elli kişilik kadar bir sofra. Enver Paşa da davetli idi. Baktım başında bir kalpak geldi. Kalpağını çıkarmadan sofraya da oturdu. Afganlılar bile baş açık idiler. Kalpak astragan değil, bir başka deriden ve başka türlü bir şekilde. Kendisine mahsus bir şey. Bazılarına sordum. 'Niye kalpağını çıkarmıyor?' dediler: 'Çok dindardır. Çıkarmaz. Kolunda pazubendi de vardır.' 'O niye?' dedim. 'Vücuduna kurşun işlemediğine kanidir.' dediler. Şaştım. Samatya'nın tulumbacıları seviyesinde. Onlar da bıçak, kurşun işlemesin diye kollarına pazubend takarlar.
Afganlılar Enver'i sofrada bizim üstümüze koydular. Hâlbuki onun hiçbir resmî sıfatı yok. Biz Türkiye'nin vekilleri sıfatını haiz bir hey'et-i murahhasayız. Yusuf Kemal sinirlendi. 'Adam ne olacak, bu adamlar bilmezler' deyip teskin ettim.
Afganlıların Enver'e büyük hürmetleri var. O da halife damadı. Türlü kahramanlıklar yapmış biri diye. Hakikaten Enver dünyanın en bahtiyar adamlarındandır. Şöhreti bütün dünyayı, bilhassa Müslümanlık âlemini tutmuştur. Vaktiyle Mısır'da görmüştüm. Her dükkânda fellâhların, şehirlilerin evlerinde Enver'in resmi vardı. Birçok insanlar çocuklarına Enver adını koymuşlardı. Bizden evvel Bakü'de olan kongreye gelmiş. Orda da pek fazla itibar görmüş, bastığı toprağı öpenler olmuştu. Bunlar da Umûmî Harpte yediği bin bir halttan sonra oluyordu!.. Bunun da diğer askerler gibi kibr-ü azameti müthiş. Yüzü gerilmiş yay gibi. Bize selâm bile vermeye tenezzül etmedi. Hâlbuki Yusuf Kemal'i şahsen de tanıyordu." (Hayat ve Hatıratım, C. 3).
Rıza Nur, Enver'i "Hürriyet kahramanı" görmediği gibi, dağa çıkmadığını da iddia etmiştir. (Daha ağır ifadeleri de vardır.) Ama Türk ve İslâm dünyadaki itibarına, ufak ufak kılçık atsa da bir bahane bulamamıştır.