TÜRK Milleti’ni yok etmeye yönelik bu fikirlerin Boğazlar dışında olan kısmının gerçekleşmediği Lozan Andlaşması hükümleriyle teyid edildi. Boğazlar meselesi ise, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’yle tamamen Türkler’in inisiyatifine geçecektir.
Lozan Barışı, zaferle biten bir harp sonunda imzalanmış olmasından öte, Kurtuluş Savaşı’nın prensiplerini ilgili devletlere kabul ettirmesinde ve Türkiye’nin bu devletler ile münasebetlerini bu prensipler üzerinde kurmasındadır. Asırlardan beri devam eden “Şark Meselesi”nin Türkiye’nin eliyle bir daha hortlamamak üzere yıkılmış olmasıdır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan andlaşmalara ve savaş sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi’ne göre; Türk toprakları İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan tarafından işgal edilecekti. Ayrıca, İtilâf Devletleri kendi yönetimleri altına girecek olan Rum-Pontus, Ermeni ve Kürt devletleri gibi tampon bölgeler kurulacaktı. Bu plânın gerçekleşmemesinin sebepleri şunlardır.
1- Rus İhtilâli’nin olması sebebiyle, İtilâf devletleri arasında yapılan gizli anlaşmaların Rusya tarafından kabul edilmesi gereken hükümlerinin artık geçersiz hâle gelmesi, bu andlaşmaların mahiyetinin Rus İhtilâli sonrasında Rusya tarafından dünya kamuoyuna duyurulmasıyla İtilâf devletlerinin niyetinin anlaşılması, Türkiye aleyhine yapılan propagandaların böylece gerçek yüzünün görülmesi neticesinde, bu işin liderliğini yapmakta olan İngilizler’in kuklası olma durumunda bulunan devletlerin desteğini İngiliz siyasetinden (Özellikle Başbakan Lloyd George’un şahsî tutumu) çekmesi sonucunda İngiltere’nin bu mücadelede yalnız kalması.
2- İtilâf devletlerinin mütarekeyi sadece Türkiye’nin uymaya mecbur olduğu bir belge gözüyle görmüş olmalarıdır. Türkler’in fikrini bile almaya lüzum görmeden, her emredileni yapacağına, önüne gelen her belgeyi imzalayacağına inanılan bir devlet olarak kabul etmeleridir.İtilâf devletleri bu konuda yanılmıştır. M. Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesi, Türk Milletini bu yönde teşkilatlandırması, tek vücut hâlinde işgalci devletlerine karşı konulması hareketi gözardı edilmiştir. Kısaca Millî Mücadele çalışmaları bilerek veya bilmeyerek önemsenmemiştir. Söz konusu Türk Millî Hareketi’nin gücü çok sonraları anlaşılmış, iç isyanlar, tevkifler, yıldırma hareketleri, psikolojik baskı uygulanmış ise de, artık bu hareketler etkili olmamıştır. Çünkü Türk halkı artık gerçekleri görmeye başlamış, işgalci devletlerin propagandasına inanmayıp, düşman oyununa gelmemiştir. Kongreler’in toplanması, Kuva-yı Millîye Teşkilatı’nın çalışmaları, bilhassa Güneydoğu Anadolu insanının devlete bağlılık beyanları, protesto mitingleri bunun en iyi örnekleridir.
3- İstanbul Hükûmeti’nin artık düşman devletler ile işbirliği yaptığının anlaşılması, Türk insanının kendini idare edecek yeni bir yönetime ihtiyacının olduğunu kesinlikle idrak etmesidir. Zira İtilâf devletleri, barış şartlarını gözü kapalı imzalayacak bir yöntemin başta bulunmasını arzulamış, mesela, bunun için Ferit Paşa Kabinesi’ni desteklemiş, hatta kabine üyelerinin bir kısmını doğrudan doğruya İngilizler tespit etmiştir. Bunun ne anlama geldiğini Türk insanı anlamış, İngilizler’in hoşgörü, insanlık, huzuru temin, asayişi koruma nutuklarına inanmamış, Wilson Prensipleri’nin hak, adalet düşüncesinin yalan olduğunu bizzat yaşayarak öğrenmiştir.