Yunan’ın başarısızlığı İngiltere’nin
başarısızlığı olarak görülüyordu
Yunanlılar’ın 31 Mart-1 Nisan 1921 tarihinde Anadolu Milliyetçileri tarafından yenilgiye uğratılmaları, Konferanstaki Müttefikler arasında görüş ayrılıklarının daha belirgin olarak ortaya çıkmasına sebep oldu. Artık Fransa ve İtalya İngiltere’yi ve onun vasıta olarak kullandığı Yunanistan’ı desteklemenin faydasızlığını ve çıkarlarına uygun olmadığını anlamışlardı. Bu sebeple İtalya, Haziran ayından itibaren Antalya bölgesindeki kuvvetlerini geri çekmeye başlarken, Fransızlar da Ankara Hükûmeti’yle ilişki kurmanın yollarını aradı. Fransızlar’ın bu düşüncesini Lord Curzon çok önceden (5 Mart 1920) biliyordu. Görüşmelerde Fransızlar’ın Türk dostluğu dikkate alınmıştı.
İngiltere’nin peyki durumunda bulunan Yunanistan’ın muvaffakiyeti, sırf İngiliz muvaffakiyeti olacaktı. Bunun için, Yunanistan’ın başarısızlığı bir nevi İngiltere’nin başarısızlığı şeklinde mütalaa ediliyordu. Mr. Nicholsen’in 20 Kasım 1920 tarihli raporuda ise; "Eğer Yunan kuvvetleri tamamen harekete geçer ve sonuçta İzmir’i kaybederler ise bu çöküş İngilizler’in müthiş aşağılanması olacaktır. Eğer Türkler Boğazları ele geçirirler ise, biz İstanbul’da çok komik bir durumda kalacağız" diyerek, bu İngiliz düşüncesi açıkça ifade edilmişti.
Bu gelişmeler sonucunda Fransa, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile 20 Ekim 1921’de Ankara Andlaşması’nı imzalayacak, ayrıca Sakarya Zaferi’nden sonra Sovyetler ile yeniden temasa geçilerek 2 Ocak 1922’de Ukrayna ile andlaşma yapılacaktır. Bu gelişmeler TBMM’nin İtilâf devletleri tarafından tanınması ve Türk tezinin Avrupa’ya kabul ettirilmesi bakımından çok önemlidir.
Londra Konferansı çerçevesinde ele alınan meseleler ve Osmanlı Devleti’nin bu meselelere pasif tavrı neticesinde; Anadolu’da bir Türk devletinin yaşamayacağı intibaını vermekteydi. Bütün bu hesaplar yapılırken Anadolu’daki gelişmeler gözardı edildi. Ama, İtilâf devletlerinin bütün plânlarını da gözardı edilen bu gelişmeler bozdu. Gerek İnönü zaferleri ve gerekse Sakarya Meydan Muharebesi ve arkasından gelen Büyük Taarruz harekâtı neticesinde, Yunanlıları bir karakol gibi gören Lloyd George’un iktidarını da elinden aldı.
Konferans süresince öne sürülen fikirlerin en önde gelenleri; Doğu Anadolu’da bir Ermeni ve Kürt devleti kurmak, Boğazları Milletlerarası bir yönetime kavuşturmak, Fransa ve İngiltere’ye pay vermek, Türkleri İç Anadolu’ya hapsetmekti.
Avrupalıları bu düşüncelerinden vazgeçiren en önemli sebep, Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde ve onun; "İstiklâli için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedâkârlığı yapmakla müteselli olur ve bittabi esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran yar ve ağyar nazarındaki mevkii farklı olur" ifadesindeki kararlılığıdır. Türk Milleti’nin teşkilatlanması, birlik ve beraberliğin sağlanarak düşmana karşı ortak hareket etmesinin sonucunda elde edilmiştir. Uzun bir süreden beri Yunanistan’ı destekleyen İngiltere, Sir E. Crowe’nin 19 Kasım 1920’de Mr. Cambon’a yazdıklarından anlaşıldığına göre; "Türkler’in hücumu hâlinde Yunanlılar’a yardım edecekmiyiz, yoksa onları tek başlarına mı bırakacağız" demek durumunda kalırken, Lord Curzon "Bazıları bana Yunanlılar ile bozuş, onları Trakya ve İzmir’den at, Mustafa Kemal ile dost ol, sulh andlaşmasını yırt at, yerine kuvvetli bir Türkiye getirecek tatminkâr bir andlaşma yap diyorlar" demektedir.
(Devam edecek)