VAKIF İHANETİ -5-

VAKIF İHANETİ -5-

VAKIF İHANETİ -5-

Türk hukuk sistemine göre üzerinde uyuşmazlık
olan sayısız mülk azınlıklara teslim edilecek

Ayasofya’da bile hak
iddia edebilecekler
Azınlıklar, Vakıflar Yasası ile önemli imtiyazlar kazanacak. Öyle ki, halen tapuda ’kilise’ olarak geçen Ayasofya Camii üzerinde hak talep etmeleri de söz konusu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Lozan Antlaşması ile elde ettiği tüm kazanımları bir kalemde yok eden Vakıflar Yasası, azınlıklara önemli ayrıcalıklar ve imtiyazlar getirecek. Tapu Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, azınlık vakıflarının yıllardır gündeme getirmeye çalıştığı “Devlet denetimi olmadan faaliyet gösterebilme” ayrıcalığının yasa sayede kendilerine tanınacağını belirtti. Özkaya, konuyla ilgili yaptığı değerlendiremde, yeni yasanın yürürlüğe girmesinin ardından yaşanacakları şu sözlerle dile getirdi:


Fatih’in mirası


Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u feth ettikten sonra camiye çevirdiği Ayasofya’da tekrar ibadet edebilmek Hıristiyanların en büyük rüyası...


Denetim kalkacak
“Vakıflar Yasası’nın çıkmasının ardından, azınlık vakıfları, bundan böyle hayır işlerinin yanı sıra dini, siyasi, kültürel ve eğitim faaliyetlerini serbestçe ve denetim olmadan yerine getirebilecek. İçerideki azınlık vakıfları dışarıda şube açabilecek, dışarıdaki vakıflar da Türkiye sınırları içinde şubeler kurarak faaliyet gösterebilecek. Türkiye’de bugün azınlıkların ibadet yeri olarak bilinen sinagoglar, manastırlar ve kiliseler tamamen bedelsiz olarak vakıflara iade edilecek. Yeni taşınmazlar satın alabilecekler. Bunun içinde araziler de olacak. Hatta, Türkiye’de özelleştirmeler nedeniyle açılan ihalelere bile azınlık vakıfları katılabilecek.”


Misyonerlik artacak
Özkaya, özellikle Ermenilerin Türkiye’den toprak talepleri olduğunu hatırlatarak, Doğu Anadolu bölgesinde Ermenilere ait çok sayıda kilise ve manastırın Ermenilere teslim edileceğini belirtti. Yahudilerin de Urfa ve İzmir gibi illerde ağırlıklı olmak üzere çok sayıda ibadet yeri olduğunu söyleyen Özkaya, yeni Vakıflar Kanunu ile bu mekanların tümünün Türk Hükümeti tarafından azınlık vakıflarına teslim edileceğini anlattı. Azınlık vakıflarının, yasanın yürürlüğe girmesinin ardından tüm ekonomik sorunlarını çözüme kavuşturacağını vurgulayan Özkaya, bu sayede misyonerlik faaliyetlerinin de artacağını ifade etti.


Kiliseler iade edilecek
Özkaya’nın işaret ettiği husus, aslında Vakıflar Kanunu’nun en can alıcı maddelerinden biri olan ve 10. Cumhurbaşkanı Sezer’in de veto ettiği 26. maddede yer alıyor. Bu maddenin birinci fıkrasına göre, vakıflar, amaçlarını gerçekleştirmeye yardımcı olmak ve vakfa gelir sağlamak amacıyla, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bilgi vermek koşuluyla iktisadi işletme ve şirket kurabilecek, kurulmuş şirketlere ortak olabilecek. Geçtiğimiz yıl AKP Hükümeti tarafından restore edilen ve törenle açılan Van-Akdamar Kilisesi’nin de Ermeni vakıflarına iadesi mümkün olabilecek. Üzerinde uyuşmazlık olan ve mirasçılar tarafından mahkemelere götürülen pek çok ihtilaflı mal, Türk hukuk sistemine rağmen vakıflara karşılıksız olarak teslim edilecek. Orhan Özkaya’nın iddiasına göre, tapuda “kilise” olarak geçen Ayasofya Camii’nin bile üzerinde hak iddia edilebilecek.


Attıkları şerh geçerli
Tüm bu taşınmazların AİHM’e gitmesi durumunda, Türk Hükümeti tarafından iadesi gerçekleşecek. Ancak burada çok önemli bir soru yeniden gündeme geliyor. O da 1936 yılındaki beyannamelerinde “Biz vakıf değiliz” şerhi düşen azınlık vakıflarının, bugün bu taşınmazları “vakıf” kimlikleriyle talep etmeleri kafa karıştırmıyor mu? Vakıflar Genel Müdürlüğü bu şerhin hukuken hiçbir geçerliliği olmadığını savunurken, Tapu ve Kadastro Eski genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, tapulardaki şerhin hukuken geçerli olduğunu belirtiyor. Bu şerhlerin, AİHM’deki davalarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin haklarını savunurken “kanıt” olarak sunulması gerektiğini söyleyen Özkaya, bu konuda Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne büyük görev düştüğünü belirtiyor. Oysa Vakıflar Genel Müdürlüğü, azınlık vakıflarının taşınmazların gerçek mirasçıları ile karşı karşıya geldikleri davalarda kendilerinin “taraf olmadığını” savunuyor. Zaten Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, AİHM’e giden davalarda da “Türkiye Cumhuriyeti’nin haksız olduğu” görüşünde ısrarcı görünüyor. Genel Müdürlüğe göre tüm azınlık vakıflarının Türk Devleti tarafından “gasp edilen” malları kendilerine koşulsuz iade edilmeli.


AB’nin direkt
müdahalesi var
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in vetosu ve tüm yetkin kişi ve kuruluşların itirazlarına rağmen yasanın Meclis gündemine alınmasının ardında, AB uyum yasaları ve AB’nin direk müdahalesi var. Şöyle ki; AB, uyum için öncelikli görülen yeni Vakıflar Yasa Tasarısı’nın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) ihlal edecek düzenlemeler içerdiğini ileri sürerek, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla hükümete bir bildiri sunmuştu. Bu bildiride tasarı şöyle eleştiriliyordu:
 “Dini çoğulculuk tehlikede: Türkiye’de demokrasinin gelişimi için bu çalışma önemli bir adım. Ancak tasarı, mevcut yasanın vakıflar ve cemaatlar için insan hakları standartlarını göz ardı eden düzenlemelerini ortadan kaldırmıyor; cemaat vakıflarının haklarını dikkate almıyor. Demokratik toplum için gerekli olan dini çoğulculuk halen tehlikede.

Vakıflar kimliksiz: Yasal çerçeve, AİHS’nin öngördüğü yasal kimliği cemaatlara tanımıyor. Bu, vakıf çıkarlarının göze tilmesi, faali yete yardım edilmesi, mülkiyet hakkının güvenceye alınmasıyla oluşur...

Devlet müdahelesi: Devletin vakıfların AİHS’den kaynaklanan haklarına müdahele etme çabası var
Sonsuz kontrol: Kaydedilmiş vakıflar, insanların kendilerine has mallarını, kutsal bir amaca tahsis etmiş, kontrolü Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde (VGM) olan vakıflardır. Devlet bu kontrolünü sonsuz kılmaya çalışıyor.

Tüm haklar ihlal: Devlet kontrolü, diğer vakıflar içinde geçerliliğini koruyor. AİHS’ye göre bir dini vakıf ya da inanç, devlet kontrolüne alındığında, dini inançlarını yerine getirme kabiliyetini yitirir ve bu, devletin müdahelesi anlamına gelir. Bir vakfın dini görevi olamasa dahi öngörülen devlet kontrolü, AİHS tarafından garantiye alınan mülkiyet hakkını ihlâldir. Yani bu tasarı, vakıfların mahkemeye gitme, özel yaşam, ifade ve mülkiyet haklarını ihlâl edecek düzenlemeler içeriyor.
Rum Ortodoks Kilisesi zararda: Mülhak (Bir bütüne sonradan katılmış olan) vakıflarda Osmanlılar zamanında kurulan, ama evlatlarınca yönetilen veya vakfiyesi gereği kimin yöneteceği belli olan vakıflardır. Büyük çoğu da izinlerini Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden alır. Rum Ortodoks Kilisesi’nin 25 vakfı, mülhak vakıf olduğu için devlet kont rolüne girmiştir. Yeni tasarı, devletin bu kontrolünü tama men ’yasal’kılma çabasındadır.”


İşte isteyecekleri bazı kiliseler...
Doğu Anadolu’da kilise ve manastır yerlerini tek tek işaretleyerek haritalar çizen azınlık vakıfları, bu yerleri talep etmek için yeni yasanın çıkmasını bekliyordu. Yasanın yürürlüğe girmesinin hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden talep edilecek yerler arasında, Kars Digor’daki Chstone Kilisesi, Hekromos Manastırı, Bacnair Kilisesi; Erzurum’da Artsalır, Chacko, Oschikl Kiliseleri; Artvin’de Opız Manastırı; Rize’de Guda Schewi Manastırı; Bayburt’ta Varzahan Kilisesi; Ardahan’da Bana, Kosori, Segani, Djala Manastırları da var.


Sınırlamalar ortadan kalkıyor
Vakıflar Genel Müdürlüğü, yasayı savunmasına rağmen, özellikle azınlıkların  denetim altında tutulmaya çalışılan faaliyetleri için sınırlamaları kaldırdığı da ortada. Vakıflar Kanunu, azınlık vakıflarının mal temininde, faaliyetlerinde, hayrat taşınmazlarını kullanım biçimlerinde ve uluslararası faaliyetlerinde “denetim” dışı kalmalarına yol açacak. Tapu kayıtlarında “usulsüzlük” yaptıkları hukuk önünde kanıtlanan, pek çok malı kendi mülkiyetlerine geçirmek için zaman zaman “illegal yöntemlere başvurmaktan çekinmeyen” azınlık vakıfları, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün en üst seviyedeki karar organı olan Vakıflar Meclisi’nde de kendilerini temsil edebilecek.


Türkiye’nin ayağına yeni pranga
Orhan Özkaya, AB’nin dayatmasıyla getirilen yasa ile Türk topraklarında kilise devletçiklerinin kurulacağı uyarısı yaptı.

AB’nin müdahalesiyle Türkiye’de uygulanmaya çalışılan proje, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerini bir kez daha derinden sarsacak radikal değişiklikler içeriyor. Yeni Vakıflar Yasası’nın AB’nin Türkiye’nin ayağına taktığı yeni bir pranga olduğunu söyleyen Tapu ve Kadastro eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, yasanın Türk topraklarında kilise devletçiklerinin kurulması anlamına geldiğini belirtti. Yasanın, yabancı azınlık vakıflarının önünü iyice açacağını ve misyonerlik çalışmalarıyla Hiristiyanlaştırma faaliyetlerinin Türkiye’nin parçalanmasını hızlandıracağını  savunan Özkaya, “Bundan sonraki aşama 3T’nin tamamlanması olacaktır: ’Tanıma, Toprak Talebi ve Tazminat’” yorumunu yaptı.


Ekümeniklik iddiası
Özkaya, Türkiye’de tarikatların, dergahların, şıh ve şeyhlerin kuşatması henüz kırılamamışken, ortaya bir de dış odakların dayatmalarıyla “Azınlık Cemaat Vakıfları” adı altında küçük yarı özerk, kontrolü imkansız, her an raydan çıkması olası mikro-devletçikler çıktığını savunarak şunları kaydetti: “Atatürk’ün, patrikhaneler için dile getirdiği uyarılar ve onları kapatma gerekçeleri unutulmuş görünüyor. Vakıflar Kanunu yasalaşırsa, cemaat vakıfları taşınmaz satın alabilecekler, yine tüm yurda dağılmış binlerce kilise yeri vakıf durumunda olmasa dahi bu yasadan dolayı, herhangi bir vakıfla bağ kurularak bu yerlerin tapusu alınabilecek. Bu konuda hiçbir sınırlama kalmıyor. Şayet kilise, manastır ve sinagog yerleri üçüncü sahıslara geçmiş olsa dahi tazminat ödemesi gündeme gelecektir. İşler bu noktaya gelince, Fener Rum Patriği Barthelomeos’un, dünya Ortodokslarının lideri olarak ekümeniklik iddiasını çığırından çıkarması olağan hale gelecek. Sağladıkları mülkiyet haklarıyla, yarı özerk kendi devletlerine bağlı birimler oluşturmak ve dokunulmazlık kazanmak mümkün olacak. Bu yerleri sanki elçilik toprağı statüsüne kavuşturacaklar. Bu süreç, Türkiye’de binlerce yabancı din devleti kurmak anlamına geliyor.”

-BİTTİ-