Mısır’daki darbe ve tarihin çöplüğü
Mısır’da Müslüman Kardeşler hareketine karşı gerçekleştirilen askeri darbeyi duyanların aklına Cezayir’deki İslami Selamet Cephesinin başına gelenleri gelmemesi mümkün değildir. Bilindiği gibi Cezayir’de 26 Aralık 1991’de gerçekleştirilen genel seçimlerin birinci turunda oyların resmi kaynaklara göre %55’ini İslami Selamet Cephesi (FIS) almıştı. İslâmi Selamet Cephesi’nin bu başarısından endişelenen Batı’nın açık tahrikleri ile Cezayir ordusu, 16 Ocak 1992 tarihinde yani seçimlerin ikinci turunun yapılacağı tarihe beş gün kala askeri darbe ile yönetime el koydu. Seçimlerin ikinci turunu iptal etti ve genel başkan Prof. Abbasi Medeni başta olmak üzere FIS ileri gelenlerinin çoğunu tutuklattı.
Dün Cezayir’de bugün Mısır’da olanlar özünde aynı şeydir. Cezayir’de Medeni’ye, Mısır’da Mursi’ye yapılanlar da aynıdır. Darbe’yi teşvik ve destek yönünden de Batı’nın durduğu yer hiç değişmemiştir.
Günümüz dünyasında herhangi bir ordu komutanın dış destek olmadan, belli ölçüde meşru görülmeden darbe yapmak ya da darbeye teşebbüs etmek ihtimali yoktur. Bu durum, Mısır’da vukubulan askeri darbe için iki defa daha gerçektir. Arap ülkelerinde nam-ı diğer “Arap Baharı” başladığında Brezizenski, “ABD, bu olayların arkasında değilse de önünde olmalıdır” demiştir. Mısır’da vukubulanlara bu yönden bakıldığında ABD’ye rağmen Abdulfettah Es-Sisi’nin orduyu hareket geçirip bir darbe yapmasından söz etmek söz konusu bile olamaz.
Batının jargonunda, küresel ihtiyaçlara uygun ne terör, terörden ne de silahlı müdahale darbeden sayılıyor. Batı bir kez daha “benim darbem iyidir” demiş oluyor. Yeri gelmişken, Mursi’niniş başına gelmesine neden olan Tahrir ile Mursi’yi iş başından götüren Tahrir arasında hiçbir farkın olmadığının da altını çizmek gerekir. Bu nedenle Tahrir’i geçmişte kutsayanların bugün lanetlemeleri çelişki şah eseridir. Aynı şeyi Batılı ülkelerin desteğine sahipken övünenlerin kösteğine ya da köteğine muhatap olunca dövünmeleri için de söylenebilir.
Batılı ülkelerin demokrasi ya da ileri demokrasi tutkunu olduğunu sanmak, insan hakları ve evrensel değerleri her şeyin üstünde tutarak hareket ettiğini düşünmek yanıltıcıdır. Bu başından bu yana böyleydi. ABD’nin, Saddam’ı ya da Kaddafi’yi -bu ülkelere demokrasiyi yerleştirmek için değil- çıkarlarını kurumsallaştırmak için ortadan kaldırdığını herkes biliyor.
Diğer bir bahis de ABD ya da Batılıların özellikle Ortadoğu’da -İsrail Hariç- Katolik nikâhıyla bağlı olduğu bir ülke ya da rejimin olmaması hususudur. Özellikle ABD hem darbe yapan hem de darbeyle alaşağı edilenlerle, derecesi farklı olmakla birlikte ilişkilerini sürdürmektedir. Bu konuda küresel güçlerin izlediği politika, başarılı olana “mutlak haklısın”, başarısız olan tarafa ise “haksız değilsin” demekten ibarettir. Böylece ABD, her iki tarafa karşı da çıkarlarını belli ölçüde koruma imkânı elde edebilmektedir.
ABD ya da küresel mahfiller, bir rejime yakın olacakları ya da karşı duracakları zamanı çok iyi hesaplamalarıyla meşhurdurlar.
Mursi’nin iş başına gelmesiyle birlikte bütün dış yardımların kesilmesi, IMF kredilerinin askıya alınması beklenilen bir durumdu. Mursi’nin iş başından uzaklaştırılır uzaklaştırılmaz bütün dış yardımların serbest bırakılması, benzin, ekmek ve elektrik kuyruklarının sona erdirilmesi de eşyanın tabiatına uygundur.
Müslüman Kardeşlerin kurucusu İmam Hasan El Benna’nın oğlu Seyfülislam El Benna, eski rejimin bürokraside kalan kadrolarının yeni rejime itaat etmediğinden söz ederek olan bitenden eski rejimin kalıntılarını sorumlu tutması da anlaşılırdır. Mısır’daki askeri müdahaleyi, Suudi Arabistan ve Kuveyt’in desteklemesi de öyledir. Tarihin çöplüğü, bir şey değişince her şeyin değişeceğini sananların kadavralarıyla ağzına kadar doludur.