Minara Hoca'ya bir tutam umut takdimi
Kişiye özel yazı olmaz ama bu satırlar önceki gün Uludağ Üniversitesi'ndeki söyleşide "bir umut" borçlu kaldığım Minara Aliyeva Hoca için olsun:
***
Birinci Dünya Savaşı ve eş zamanlı olarak Türk toprakları üzerinde devam eden paylaşım kavgası yılları...
Bugünküyle aynı nedenlerle değil belki ama o gün de -işgal ortamı nihayetinde- tecavüze uğruyordu bu ülkenin kadınları. O gün de şiddet görüyordu; katlediliyordu, işkenceye maruz kalıyordu.
O gün de "ümitvar" olmak için bir tek neden yoktu aslında insanların önünde.
Yokluk...
Açlık...
Sefalet...
Tehdit...
Tümü de kol geziyordu.
Adı Fatma Seher...
Ailesindeki diğer kadınları da topladı ve savaşa katıldı; Kafkas Cephesi'nde bilfiil askerle omuz omuza savaştı; Altun Can gibi, Tomris gibi, Kanıkey gibiydi.
Sonra...
Kendisi gibi cephede olan eşinin şehadet haberi geldi. Bir müddet Erzurum'a, evine döndü ama oturmakla olacak gibi değildi. Sivas Kongresi'nde görüştüğü Mustafa Kemal tarafından Milis Müfreze Komutanlığı'yla görevlendirildi.
Mütareke İstanbul'undan silah da kaçırdı, adam da...
Keza İzmir'in kurtuluşunda büyük rol oynadı.
İnönü Savaşları, Sakarya, Dumlupınar...
Derken, esir düştü Büyük Taarruz'da.
"Esaret" bittiği değil başladığı yer de olabiliyor bazen yeni bir direnişin. Fatma Seher esaretten kurtulmayı başardı; kurtarılmadı, kaçtı ve kendi kendini kurtardı. Dönüşü muhteşem oldu; sadece kadınlardan kurulu birliğiyle 25 Yunan askerini esir aldı bir seferde!
Bugün, kendimizi hayatın herhangi bir alanında "hür" hissetmediğimiz anda; işte umut:
Kara Fatma!
Yunan'a esir düşen Kara Fatma'dan da umutsuz halde değilizdir değil mi hiçbirimiz. O tek başına o kuşatmayı yırttıysa, biz de pekala yırtabiliriz.
***
De ki yırtamadık...
Cephaneyi ıslatmamaya çalışırken yolda donarak şehit düşen Şerife Bacı gibi, verdiğimiz mücadele bile bir tuğladır milletin nihai zaferinde...
***
Siz ne bilirsiniz ki(!)
--------
Serhat Çakır, Yasin Özdemir, Berkin Aktan, Kağan Yıldırım, Süleyman Yanar, Halil İbrahim Yıldız, Osman Yaşar Uslu, Fatma Nur Naneli, Atanur Özgünseven, Kubilay Yılmaz, Büşra Tükenmez, Doğanay Yılmaz, Gülsen Yıldırım, Ozan Olgun, Nurdan Ahamud, Elif Kaya, Esra Aşlakçı, Hasret Tokat...
Çoğunuz belki bugün ilk defa duyuyorsunuz ama bir gün mutlaka yeniden duyacaksınız bu gençlerin adlarını; çünkü birbirlerine söz vermişler:
- Bir gün yeniden!
***
Andıklarım, Uludağ Üniversitesi bünyesindeki Türk Dünyası ve Kültürü Topluluğu ile Genç Kalemler Topluluğu'nun yönetici ve üyeleri.
Bir çok etkinlik düzenliyorlar ama bir de "eser" bırakmak istemişler. Küreselleşmeden, etnikçiliğe, toprak reformundan, sağlık sorunlarına, mimari akımlardan, dile, Köy Enstitüleri'nden eğitim sisteminin kaynaklarına, ekonomik modellerden hükümet sistemlerine uzanan apayrı alanlarda, akademik eğitimleri doğrultusunda ve "millî bakış"la makaleler hazırlamışlar. Sonra da gençleri "siz ne bilirsiniz ki" diye hafife alanlara cevaben, "Biz Ne Biliriz Ki(!)" adını verdikleri bir kitap bastırmışlar; harçlıklarıyla!
Belki 10, belki 20 yıl sonra kitabı yeniden yazacaklar. İlkinde öğrenci olarak değerlendirmede bulundukları konuları, ikincisinde alanlarında "uzmanlaşmış" olarak yorumlayacaklar.
Ben -mesleki deformasyon herhalde- hayli ümitsiz konuştum ama siz böyle coşkulu, böyle ümitvar, böyle gayretle devam edin çocuklar; her tünel bir ışığa açılır mutlaka...
***
İki milletvekili, iki aydın, iki akademisyen, bütün siyasi sıfatlarını çıkarıp bir kenara koysanız da bu ülke için iki ayrı değer olan Prof. Dr. Ümit Özdağ ve Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nu "konuşturmamak" için salon basan, toplantıya katılanlara fiziki saldırıda bulunan o zavallıları kınayan uzunca bir yazı yazacaktım; baktım televizyonda AKP'li, Öcalan'ın demokrasiye yaptığı katkılara hayran Mehmet Metiner yapıyor avukatlıklarını... Bana yazacak hiçbir şey kalmadı; bu utanç onlara bir ömür yeter!