Milliyetçiliğin üzerinde o ayak varken!
AKP yasal partidir, bu partiden olmak elbette suç değildir... Zaten memleketin yarısına yakınının oyunu almaktadır... Hepimizin yakınları da bu partiye oy vermektedir ki bu oranlar ortaya çıkmaktadır... İsteyen gidip üye de olabilir, oy da verebilir, aday da olabilir...
Burada ilginç olan ‘ülkücülük’ iddiasındakilerin bu sıfatı kullana kullana iktidar partisinden aday olmaya çalışmaları... Kiminin ise ‘aday adayı’ kimliğiyle, seçilmeyecek olsa bile seçimden sonra pozisyonunun güçlendirmeye çalışması... Hepsi için olmasa da bazıları için ‘kariyer planlaması’...
Bir partiden aday olduğunuzda o partinin ilkelerini, programını ve politikalarına benimsediğinizi ilân etmiş oluyorsunuz... Eğer o partiye girerek, partiyi kendi ilkeleriniz doğrultusunda dönüştürmeye kararlı ‘gizli gündeminiz’ yoksa tabii!..
‘Ülkücülük’ din değil, elbette vaz da geçilebilir... Bunun için mahkeme kararı veya ilahî referans gerekmiyor... Siyasî kulvar değişikliğini komik gerekçelere sıkıştırıp, “Zaten kimsenin tekelinde değil” nakaratıyla bir yandan istismara devam edip, diğer yandan “Bunlar Fatiha’yı bile bilmezler, bilmeyenleri döverler” diyerek şuuraltını kusan iradeye teslim olmak izah edilebilir mi?
Kimse kimseyi aldatmasın, kanal kanal gezip ‘evden kaçarken götürülen bohçayı pazarlamak’ siyasî ticaret açısından doğru görünse bile, ahlâk açısından doğru değildir... “Artık ülküdaş değiliz” cümlesini kurmak daha delikanlıca bir tutumdur...
Ait olunan yapılardaki bir takım sıkıntılara karşı çıkmak, itirazda bulunmak, öfkelenmek anlaşılabilir bir durumdur elbette... Peki bin yıldır tutunma kavgası verdiği bu toprakların bütünlüğünü bozan bir yapının yanında sığınmak neyin nesi? Bunu hangi idealizmle izah edeceksiniz?
Övüne övüne dillendirilen ‘ayaklar altına alınmış milliyetçilik’ kimin savunduğu milliyetçilikti? O ayağın altındaki milliyetçiliğe sahip çıkmak gerekirken, milliyetçiliğin üzerindeki o ayağı siyaseten öpmek ne demek? Güç karşısında eğilmekle ve onun siyasî statüsüne ram olmakla katledilen nedir, ‘idealizm’ değil mi?
Ne diyorlardı: “Biz 80 öncesinde güzel güzel okulumuza gidiyorduk, onlar da sağ-sol diyerek çatışıyorlar, kan akıtıyorlardı...” Bu kadar basitti yani!.. Ölen ülkücüler şehit değil, yok yere ölmüşlerdi!..
Aynı kafa ve paydaşları, sadece eğitim hakkını kullanmaya çalışan ülkücülerin, yol verilmiş PKK militanları tarafından engellenmelerini de benzer yorumlarla sunmaya devam ediyor... Teröristlere rağmen okullarına girmeye çalışan öğrenciler ‘karşıt görüşlü’ olarak haberleştiriliyor, ölümler bile ‘sağ-sol kavgası’nın sonucuymuş gibi basitleştiriliyor... Dumlupınar’da Hasan, Ege’de Fırat haberleri öyle verilmedi mi?
Bugün AKP’den aday adayı olmak, ülkenin güneydoğusunda yaşanan ve batısına mevzi mevzi uzanan ihanetin ‘fiilen resmiyet’ kazanmasına onay vermektir... Bu da bir siyasî tercihin parçası olabilir, belki bir yerlerde unutulmuş ama şimdi fırsat bulmuş kriptoluğun, aslına çeken ‘etnik’ problemin gereği de olabilir!.. İtiraf etmek kaydıyla buna da evet ama hâlâ ülkücülük pazarlanmasına tabii ki hayır!..
Başvuranlardan ne kadarı ‘vitrin süsü kontenjanı’nda yer bulabilecek henüz bilmiyoruz... Sadece seçildiklerinde ülkenin gidişatıyla ilgili hiçbir etkilerinin olmayacağını iyi biliyoruz... 2002’den bu yana hiç örneği yoktur çünkü... Bundan sonrakilerin de işi sabaha kalmayacak, seçildikleri akşam bitecektir!..
Geride hatırlamak istemeseler de silemeyecekleri bir ‘mâzi’, ciddiye alınmayacakları bir ‘hâl’ ve berbat edilmiş bir ‘gelecek’ kalacaktır... Ülkenin sürüklendiği alacakaranlık kuşağı dağılıp gün ışığına çıkıldığında onların da parmak izleri belirecektir...
Bu ‘kötü final’ için girilen riske değer miydi bu koltuk sevdası?