Milliyetçiliğimizin tenkidi
Milliyetçilik hiç şüphesiz milleti sevmek ve onu yüceltmek esasına dayanır. İnsanın mensup olduğu milleti sevmesi son derece tabii bir duygudur ve rahatsızlığı olmayan herkes milletini sever. Sevgiye dayanan bölümü, milliyetçiliğin pasif bölümüdür. Aktif olan ise yüceltmeyle ilgili olandır. Her milliyetçi, milletini yüceltmek ister ve bunun için çalışır.
İnsan sevdiği şeyi elbette korur da. Gerektiği zaman silahla ve bedenini ortaya koyarak. Ancak korumanın da başlıca ve daha sağlam yolu koruyacağımız şeyi yüceltmek ve kuvvetlendirmektir. Konumuz milliyetçilik olduğuna göre yüceltip güçlendireceğimiz varlık da millettir. İşte milliyetçiliğimizin hataları da burada başlamaktadır. Yüceltip güçlendirme yerine milletin üzerine kapanıyoruz. Maneviyat diyerek, mukaddesat diyerek kapanıyoruz; tarih diyerek kapanıyoruz; örf ve âdet diyerek kapanıyoruz; geleneklerimiz göreneklerimiz diyerek kapanıyoruz. Hasılıkelam koruyacağımız ve yüceltip güçlendireceğimiz varlığı, üzerine kapanarak sıkıştırıyor, nefes alamaz ve gelişemez hâle getiriyoruz. Eğer atalarımız böyle yapmış olsaydı ne Selçuklu, ne Osmanlı haşmetini yakalayabilir, ne de bugünlere ulaşabilirdik.
Selçuklu, Köktürk gibi olmadığı için; Osmanlı, Köktürk ve Selçuklu gibi olmadığı için tarihteki muazzam yerlerini aldılar. Osmanlı’nın ne kılığı kıyafeti Köktürk’e benzer, ne bıyığı sakalı, ne de musikisi ve şiiri. Evet, hepsi birbirlerinin devamıdır; fakat hiçbiri birbirinin aynısı değildir. Dolayısıyla Cumhuriyet nesilleri de Osmanlı ataları gibi yaşayamaz. Onlardan farklı yaşamak, onlardan farklı düşünmek zorundadır. Osmanlı ile övünürüz; ondan örnek alırız; fakat onu taklit etmeyiz. Onu öncekinden farklı kılan ve ilerlemesini sağlayan dinamikleri araştırır; hangi dinamiklerle bir dünya devleti kurduklarını anlamaya çalışırız. Onun dünyasındaki şartlara bakar, o şartların nasıl değerlendirildiğini tespit eder; sonra da bugünün dünyasının şartlarında nasıl davranmamız gerektiğine bakarız. Aslında geçmişe de bakmamız gerekmez. Bugünkü dünyanın şartlarına göre hareket etmek zorundayız zaten.
Bir zamanlar destanlarımız vardı, koşuglarımız vardı. Kahramanlık üstüne, tabiat üstüne, sevda üstüne şiirlerdi koşuglar. Ayrıca kurultaylarımız, toylarımız, sürek avlarımız vardı. Yirmi dört keregeli, tekerlekler üzerinde yürüyen altın tahtlı otağlarımız vardı. Fakat sonra kümbetler kurduk; hanlar, hamamlar, saraylar yaptık. Gazeller yazdık. Mehter marşları, tekbirler besteledik. Boğazı yalılarla, şehirlerimizi köşkler ve konaklarla süsledik. İçinde ceylanlar koşuşan bahçeler yaptırdık köşklerimize, saraylarımıza. Donanma-yı hümâyun eklendi kara ordularımıza ve Akdeniz bizim oldu.
Şimdi?.. Şimdi geçmişimizle övünüyor muyuz avunuyor muyuz, bilmiyorum. Fakat geçmişte yarattıklarımız üzerine kıskançlıkla kapandığımızı ve nefessiz kaldığımızı hissediyorum. Bugünkü dünyanın şartları nelerdir ve ne yapmalıdır diye düşünen milliyetçi var mı? Herhâlde bir yerlerde olmalı; fakat onların da sesi duyulmuyor.
Ben açık ve net olarak söylüyorum. Eğer bugün dünyanın en büyük gücü ABD ise aynen onun yaptığını yapmalıyız. ABD ne yapıyorsa onu yapmalıyız. Peki ne yapıyor ABD, gücünü nasıl sağlıyor? Bilim ve araştırma. Bilim, bilim, bilim... Bilime hükmeden dünyaya hükmeder. Uzayı araştırır, hücreyi araştırır, geni araştırır, Avustralya’nın, Yeni Zelanda’nın yerlisini araştırır, yunusların, gorillerin iletişimini araştırır, volkanı, denizin altını araştırır.
Ve ikinci olarak sanat. Sığır çobanlarının, zenci kölelerin müziğinden hareketle yeni ve özgün, muhteşem besteler ortaya koyar; destanını, tarihini yüzlerce filmde işler; Disneyland gibi hayal harikaları yaratarak çocukların ayaklarına götürür. Ve biz milliyetçiler burada yaratmak denir mi, denmez mi diye dönenip dururuz. Dilde mecaz, teşbih, metafor denen şeylerin varlığını unutarak. Filan icat Kur’an’da var mı diye bakar ve iftiharla var olduğunu tespit ederiz. Ama nedense bir tek icat bizden çıkmaz. Elbette Kur’an’da var kardeşim. Sana düşün ve araştır, diyor. İşte o kadar!