Millî Eğitim hakkında
Üniversite giriş sınavlarının sonuçlarını hep birlikte gördük. Bu sonuçlar ilk ve orta öğretimin sıfırlandığını gösteriyor. Yani milyarlarca liralık bütçeler, yüz binlerce öğretmen, 11 yıllık koca bir zaman dilimi ve netice sıfır. Binalarıyla, yönetici ve öğretmen kadrolarıyla, öğrencileriyle devasa bir yapı; fakat beyinlerin içi boş. Ülkenin her yanını kaplamış kocaman bir yapı var; ama aslında eğitim denen şey yok. İlk ve orta öğretim bütünüyle iflas etmiş. Tam bir fiyasko!..
Böyle bir yapı içinde ne dinin esaslarını öğretebilirsiniz, ne de Hz. Muhammed’in hayatını. Ne Türkçe öğretebilirsiniz, ne de herhangi bir yabancı dil. Ne fen bilimlerini öğretebilirsiniz, ne de sosyal bilimleri. Ne matematik ne de felsefe... Hiçbirini öğretemezsiniz. Nitekim öğretemiyorsunuz. Fazla söze hacet yok; işte sonuçlar ortada!..
Dördü üçle de çarpsanız, beşle de çarpsanız nafile. Kesseniz de işe yaramaz, kesmeseniz de. “Reform” dediğiniz, bozuk bir “form”u, başka bir bozuk “form”a dönüştürmekten ibaret kalır. Yine tarih bilmeyen, yine coğrafya bilmeyen, felsefe, matematik, fizik, kimya, biyoloji bilmeyen nesiller elde edersiniz. Yine dilini, edebiyatını bilmeyen nesiller elde edersiniz. Yine falan keramet sahibine, yine filan şeyhe kapılanan nesiller elde edersiniz. Yine filan zamane acibesinin satırlarını körün değneği bellediği gibi bellercesine dinleyip kafasını sallayan içi boş beyinler elde edersiniz. Yine iradesini ona buna teslim eden zavallılar elde edersiniz. Bugüne kadar nasıl bir gençliğin yetişmesine sebep olduysanız bundan sonra da öyle bir gençliğin yetişmesini seyretmeye devam edersiniz. Kim bilir, belki de yetiştirdiğiniz ham ürünlerden memnun olursunuz; çünkü olgunlaşmamış, kendi iradesine sahip olmayı beceremeyen, şahsiyet kazanmamış nesiller molla değneklerinin önünde kafalarını sallamaya devam ederler. Belki de bin türlü takla atmayı öğrenirler; başlarını nasıl öne eğeceklerini, arkalarını nasıl havaya kaldıracaklarını iyi bilirler. Belki de hoca kavuğunun altında kendilerini emniyete almayı, sonra da işaret parmağı karizmasının önünde kendilerinden geçip cennete yol bulmayı öğrenirler.
Başınızı kaldırın da ağzınızı her açtığınızda kınadığınız devirlere iyi bakın. 1930’larda, 1940’larda liseyi bitiren gençlerin neler okuduğuna, neler öğrendiğine göz gezdirin. O dönemlerde okutulan edebiyat, tarih, coğrafya kitapları; fizik, kimya, biyoloji kitapları; matematik ve felsefe kitapları buharlaşmadı; kütüphanelerde duruyor. Her hâlde Milli Eğitim Bakanlığı’nın bazı birimlerinde de duruyordur. Açın, bakın o kitaplara. O zamanın gençleri neler öğreniyormuş. Baki’nin gazelini okuyup anlıyormuş; veznini buluyormuş; edebî sanatlarını gösteriyormuş. Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’ni, Fikret’in Sis’ini okuyup anlıyormuş. Geniş bir Eski Çağ tarihini, İslam öncesi Türk tarihini, İslam tarihini, tafsilatlı bir Osmanlı tarihini öğreniyormuş. Beşerî ve iktisadi durumlarıyla ayrıntılı bir ülkeler coğrafyası; başlıca kurumları ve hatta fabrikalarıyla geniş bir Türkiye coğrafyası o kitapların sayfaları arasında şimdi de duruyor. 1950’lerde ben de bütün ülkelerin başkentlerini, başlıca şehirlerini, belli başlı ürünlerini, bayraklarını öğrenmiştim. Evet, en çetin cebir problemlerini de çözüyor, elektrik motorlarının nasıl çalıştığını şemalar üzerinden öğreniyorduk. Kimya deneyleri için de laboratuvarlara giriyorduk. Açın o dönemin müfredatlarını ve bakın. Tabii önce gözlerinizi, hayır, önce beyinlerinizi açın ve o dönemlerin ders kitaplarını iyi inceleyin. Pedagoji medagoji, ezberci mezberci diye de gevelemeyin. O dönemin çocukları ve gençleri ileri zekâlı idi de şimdikiler geri zekâlı mı? Onların öğrendiklerini şimdikiler öğrenemez mi?
Yapacağınız iş, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki eğitim sistemine ve müfredata dönmekten ibarettir. Hemen “1930’larda kafaları dondurmak” diye ahkâm kesmeye kalkmayın. O kafaların hiçbiri de donmuş değildi; bilgili, kültürlü, üretici ve yaratıcı zekâlardı. Elbette fizikte, kimyada, biyolojide değişen bilgiler; edebiyat ve felsefede yeni akım ve görüşler; tarihte yeni araştırmaların ortaya koyduğu yeni bilgiler müfredata girecektir. Bunları da pedagoglar değil, ilgili alanların bilim adamları tespit edecektir.
Konu, sadece “pedagoji”yi çağrıştıran “eğitim” terimi kapsamında değil, “bilgi, kültür, eğitim ve öğretim” kavramlarının hepsini birden içeren “maarif” terimi kapsamında düşünülürse daha doğru çözüm yollarının bulunacağı muhakkaktır.