Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

"Millet ve Etnisite" (3)

Üçüncü dönem, İkinci Dünya Harbi’ni kimin kazanacağı belli olduktan ve Batı’da galiplerin ırkçı söyleme karşı çıktıklarının anlaşılmasıyla başlar. Kesin başlangıç tarihini Stalingrad’da Almanların yenilmesine yerleştirebiliriz. İsmet İnönü’nün muhalefetsiz iktidarına rastlayan bu tarihlerde, daha önceki ırkçılıkla birlikte, Atatürk döneminin milliyetçi anlayışı da kötülenmiştir. Atatürk’ün tutumuna nispetle revizyonist ve hatta karşı devrim niteliğindeki bu anti-milliyetçi yeni politikaya, “Atatürk milliyetçiliği” denmesi olsa olsa ironiktir. “Atatürk Milliyetçiliği” nin, Atatürk’ün milliyetçiliği ile uzak yakın bir ilgisi yoktur.
Nihayet son döneme, 21. asrın başına geliyoruz. Tıpkı geçen asrın başındaki gibi bir “kimlik” tartışmasının içindeyiz. Sonu, geçen seferkine benzemesin... Bu yeni tartışmanın en çarpıcı özelliği, bizzat iktidar mevkiinden başlatılmasıdır.
Yeni tartışmanın fikir temeli bulanıktır. Dün söylenene bugün, “ben öyle dememiştim” denmektedir. Tek net tarafı, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerinin ve millet devletine (ulus devlete) pek sempatiyle bakmamasıdır.
Bulanık ifadeler arasında iki çizgiyi hayal meyal seçmek mümkün görünüyor. Bunlardan biri, “siyasî milliyetçilik” denilen tutumdur: “Millet” i sosyoloji, kültür filan değil, siyasî sınırlar belirler. Bu görüşe göre, Millî Mücadele yapılmasaydı, bugün Adana ve Mersin’de Fransız, Antalya’da İtalyan ve İzmir’de Yunan milleti oturuyordu. Demek oluyor ki, geçen asrın başında Sykes-Picot, Sir Percy Cox ve Gertrude Bell Hanım, güneyimizde bir dizi millet yaratıvermiştir. Şimdi buralarda, “vatandaşlık üst kimliği” hüküm sürmektedir.
Bu tezin sahipleri, bu yolla “birlik ve bütünlük” hizmetinde bulunduklarını sanıyorlarsa, yarın meselâ bir Amerikan yarbayı çıkıp, “Hele şu sınırları yeniden çiziverelim; siz yeni sınırlara göre üst kimliğinizi kolayca belirleyiverirsiniz” , derse ne cevap vereceklerini düşünmelidirler.
Klişe kullanmayı sevmem ama “arabayı atın önüne koşmak” bu siyasî milliyetçilik için ısmarlama uygunluğunda bir ifade. Biz, önce millet vardır, sınırlar ona göre belirlenir diye biliyorduk. Meğerse önce sınırlar çizilir ve sonra o çizgilerin içinde milletçilik oynanırmış. Millet, kültürün, tarihin veya sosyolojinin konusu değilmiş. Kadastronun konusuymuş.
İkinci flu fikre “siyasî ümmetçilik” diyebiliriz. Biraz da yüz yıl öncesinin “İslâmcılık” görüşünü çağrıştırdığı düşünülebilir. Ben bu yeni çıkış sahiplerinin 20. asrın başındaki İslâmcı ve Osmanlıcıların hislerini paylaştıklarını hiç sanmıyorum. 1900’lü yılların başında Türkiye, tek bağımsız İslâm devletidir. O tarihlerde İslâmcılık yapmak, İslâm dünyasındaki zaten mevcut liderliğimizi vurgulamak, emperyalistler karşısında daha güçlü bir konum yakalamak ve en önemlisi, devletin bütünlüğünü savunmak anlamına geliyordu. Osmanlıcılık da öyle. Ben şüphesiz ki eksiğimle, gediğimle bir Türk milliyetçisiyim. Fakat kendi kendime, “o tarihlerde yaşasaydım, Türkçülük, İslâmcılık ve Osmanlıcılıktan hangisine taraftar olurdum” diye sorduğumda cevap vermekte sıkıntı çekiyorum.
Fakat yüz yıl sonra, “bizi birbirimize bağlayan en kuvvetli bağ İslâm’dır” iddiasıyla üst kimlik yaratma teşebbüsü, kesinlikle anlamsızdır. Bu söz, meselâ Pakistan, İran veya Arap ülkeleriyle ilişkilerimiz konuşulurken sarf edilebilir. Fakat, Türkiye’nin millî birliğine hizmet maksadıyla kullanılması her halde aklı selime sığmaz. İslamiyet, Türk milletine mensubiyet şuurunun unsurları arasında zaten vardır. Bir Türkün diğerine, “ben sana Müslüman olduğun için bağlıyım” demesi, babanın oğluna, “ben seni, babamın torunu olduğun için seviyorum” demesine benzer.
Bu yeni siyasî ümmetçilik, milli birlik ve beraberliğe hizmet için mi dillendiriliyor? Bir an için öyle düşünenlere sormak isterim: Bir gün biri, meselâ Barzani soyadlı biri çıkıp da size, “Tamam Müslüman kardeşim, sen de Müslümansın, ben de. Ama senin devletin var, benim yok. Şuradan bana bir devletlik bir parça versen de sonra bir birimize sıkı sıkı bağlı ve kardeş kardeş yaşasak!” derse, ne cevap vereceksiniz?
Millî bütünlüğü korumak için vatandaşlığa veya dine dayalı millet tarifi yapmaya teşebbüs edenler, milletle etnik grubun, milletle ümmetin farkını anlamıyorlar. Bu, iyi niyetlilerin yanılgısı. Kötü niyetlilerin bir yanılgısı yok. Onlar maksatları doğrultusunda gerekeni yapıyorlar.
Dünyada, dört asırdır siyasî hâkimiyetin ve meşruiyetin kaynağı millettir. Milletten başka bir şeye dayanmaya kalkarsanız bu iki unsuru tartışmaya açarsınız: Egemenliğinizi ve meşruiyetinizi.

NOT: Prof.Dr. İskender Öksüz’ün Avrasyabir Vakfı’nın düzenlediği panelde sunduğu tebliğin yayımı, bu 3’üncüsü ile tamamlanmış oldu.Değerli bilim adamımıza teşekkür ederiz. Dipnotları ve diğer makaleleri için ioksuz.blogspot.com tıklayınız.

Yazarın Diğer Yazıları