Midenizden esir olmayın!
Bir savaş hali olsa, afet olsa, insanoğlunun fedakârlık örneği olarak, bebekleri, çocukları, kendisinden daha genç yani yaşayacak daha çok yılı olanları veyahut ülkesini-milletini yaşatabilmek için canından vazgeçmesini anlarım da; iki parça tatsız-tuzsuz, samandan hallice "sözde tavuk" yemek için kalkışılır mı hiç intihara!
Memleketin en "güvenilir" varsayılan firmalarından biri bile sattıkları hayvanları GDO'lu yem ile beslediklerini ilan ettikten sonra bunları yemekte ısrar etmenin intihardan hiçbir farkı kalmadı artık çünkü...
***
Buna rağmen, Biyogüvenlik Kurulu, üstelik de bizatihi Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği'nin yaptığı başvuru üzerine, genetiği değiştirilmiş 4 soya ve mısır çeşidinin daha hayvan yemlerinde kullanılmasına (toplamda ithalatına izin verilen ürün sayısı 36 olmuş oldu) izin verdi Türkiye'de.
En çok konuşulması, tartışılması, toplumsal bir infiale neden olması gereken haber iken daha mürekkebi kurumadan "unutulanlar" arasındaki yerini aldı!
Birkaç, maalesef gerçekleri haykırdığı, kimi şirketlerin ticari oyunlarını bozduğu için itibarsızlaştırılan, artık neredeyse "meczup" muamelesi yapılan birkaç bilim adamı, birkaç gazeteci/televizyoncu dışında kimse sormadı:
Ne gerek vardı?
Türkiye gibi bir tarım ülkesinde herhangi bir ürünü GDO ile desteklemeye, hele hele hayvanları beslemek için GDO'lu ürüne ne gerek vardı;
Meralara dair başka planlarınız mı perde arkası?
Kalan tarım arazilerinin de yeri belirlendi mi gizli saklı?
***
Biz şimdi...
Bu iznin "bilimsel ve teknolojik gelişmeler çerçevesinde, modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinden kaynaklanabilecek riskleri engellemek, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla biyogüvenlik sisteminin kurulması ve uygulanması, bu faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve izlenmesi ile ilgili usul ve esasları belirleme"yi amaçlayan 5977 Sayılı Biyogüvenlik Kanunu uyarınca görev yapan kurul tarafından verilmiş olmasına mı yanalım?
Yoksa, A'dan Z'ye bilimsel esaslarla çalışması gereken, verdiği her bir kararın perde arkasında çok ciddi laboratuvar çalışmalarının bulunması gereken kuruldaki 9 üyeden sadece 2 tanesinin "profesör" olmasına mı?
Şaka yapmıyorum;
Kuruldaki 9 üyeden, biri Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, diğeri Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği bölümlerinden olmak üzere 2 tanesi -halihazırda- bilim adamı; diğerleriyse Sağlık, Gıda Tarım ve Hayvancılık, Ekonomi, Orman Su İşleri, Bilim Sanayi ve Teknoloji, Çevre ve Şehircilik Bakanlıklarının memurları.
***
Tamamen halk sağlığıyla alakalı olması gereken bir konuda Ekonomi Bakanlığı temsilcisinin ne işi var mesela?
Çünkü konu tamamen halk sağlığıyla ilgili değil; bizi midemizden esir almayı amaçlayan bir küresel işgal planı var arkasında!
Kendi adıma son 6-7 aydır bu ürünlerin bulaştığını/kullanıldığını bildiğim hiçbir gıda maddesini almıyor ve bu işgali finanse etmiyorum; ABD'li birkaç tohum ve kimyasal ürün firmasını yaşatmak yerine yaşamayı seçiyorum!
Size de tavsiye ederim.
***
Bel seviyesini aşarsa olacak
----------
İktidarın fetvacıbaşısı olarak nam kazanan "yandaş ilahiyatçı(!)", ne zaman "başını örten ama göstere göstere sigara içen bir bayan görse, 'Siz benim başımı örttüğüme bakmayın, benden ümidinizi kesmeyin, sizinle paylaşacağım daha çok şeyim var' dediği intibaına" kapılıyormuş!
Ben de ne zaman "ahlak"ı, "edep"i, "namus"u, "Müslüman"lığı "kadın" bedeni üzerinden tanımlayan kerli ferli bir ilahiyatçıya denk gelsem, aslen, "siz benim adımın önündeki profesör unvanına bakmayın, henüz paleolitik güdülerimi aşıp da belden yukarı çıkamadım" dediği hissine kapılıyorum!
***
Kapıkule'de "bize de 'eyyyyy' de" kuyruğu
-----
Türkiye'nin ilk Rüzgar Enerjisi Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları ihalesini, Türk ve Alman ortaklığının kazandığını duyan diğer ülkeler Kapıkule'de kuyruğa girmiş, "Bize de 'Eyyyyyyy' diye efelensenize, hadi ne olur bize de kızın, bize de küsün, bize de posta koyun, bize de ayar verin" diye yalvarıyorlarmış Türk yetkililere...
1 milyar doları aşan yatırım imkanı verdiğimiz Almanya'ya, daha düne kadar, hatta dün bile "sizin bize gücünüz yetmez, biz kabile devleti, çadır devleti değiliz, kınıyoruz, hesap vereceksiniz" diye diklendiğimizi düşününce, haksız sayılmazlar, kim olsa Türkiye'nin bu "çok kazandıran" öfkesine mazhar olmak isterdi bence de!