Meşruiyetin 3 temel kaynağı-II
Dünya düzeni denilen uluslararası hukukta; devletlerin bağımsızlığı, siyasi eşitliği ve sınırların dokunulmazlığı, yani toprakların kutsallığı esastır. Bu temel yapı çıkar uğruna ihlal edildiğinde, (SSCB’nin Afganistan’ı, ABD’nin Irak’ı işgali gibi) bütün sistem alarm vermeye başlar ve ülkeler teyakkuza geçer. Sonra da bu işgal bir şekilde kaldırılır, sistem şeklen de olsa rahatlatılır. Uluslararası hukuk geç de olsa işler.
Dünya düzenini tehdit eden bir diğer ihlal ise, bir millet esası üzerine bina edilmiş olan devletlerin, yine çıkar uğruna terör ve benzeri yollardan, etnisite/ırk, din, mezhep gibi toplulukların kışkırtılmasıyla ortaya çıkıyor. Eğer bu etnisitenin egemenlik kurma iddiaları yaygınlaşırsa, ülkeler bir kargaşa ortamına sürüklenebilir. Yaygınlaşması ise, terör ve bölücülüğün örnek alınacak bir sonuca ulaşmasına bağlıdır.
Meşruiyetin 3. temel kaynağı ifadesiyle, içinde yaşadığımız dönemin bu iç ve dış şartlarına karşı, haklı olan dayanaklarımızı kastediyoruz. Bu çerçevede PKK terör saldırılarına bakalım. Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye’yi bölmek isteyen ve bütün bölgeyi kapsayan bir Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) var. Resmi haritası da elimizde. Buna göre Irak’ı parçalayan BOP, Türkiye’nin bir bölgesini de koparıp, “Büyük Kürdistan”ı kurmak istiyor. Böylece ikinci bir İsrail yaratarak, yeni bir köprü başını inşaya çalışıyor.
BOP’un ikinci ayağı ise, Türkiye’nin AB’ye üye yapılma oyunudur. Üyelik için bugüne kadar önümüze konan siyasi şartlara baktığımızda, bir olan millet hukukunun çözülüp, ülkenin etnik/ırk hukukuna dayalı yeni egemen unsurlara paylaştırılmasını görüyoruz. Başbakanın, “Aslında biz ‘açılım’ sürecini AB’ye uyum çerçevesinde 2002’den itibaren başlattık” diyerek anlatmak istediği tam da budur. Gerçekten bu yolda hukuki ve psikolojik hazırlıklar tamamlanma safhasına gelmiş, şimdi sıra devletin iki kimlikli, iki dilli ve iki bölgeli (Aynen Irak’ta olduğu gibi) bir yapıya dönüştürülmesine, anayasanın değiştirilmesine gelmiştir.
BOP’un üçüncü ayağını, Türkiye’yi kuşatan, PKK terör örgütünü himaye eden Irak’ın kuzeyindeki kukla yönetim, Ermeni saldırıları, Yunanistan’ın yayılma emelleri, Ege, Kıbrıs, Patrikhane ve hızla ihya edilmeye çalışılan kiliseler gibi meseleler teşkil ediyor.
BOP’un bir de iç ayağı vardır. Bu da malum olduğu üzere, PKK’nın KCK gibi illegal örgütleri, TBMM’de rahatça çalışmasına imkan tanınan legal siyasi partisi, sivil toplum örgütleri, belediyeleri, şirketleri ile küresel liberaller, Osmanlıyı ihya edeceğiz yalanıyla yollara düşen siyasallaşmış bazı dini cemaatler, maalesef milliyetçi olarak bilinen bazı kişi ve kuruluşlar, iktidar partisi, geniş medya gücü, eski tüfek ıslah kabul etmez Türk düşmanları vb.dir.
Özetlenen bu iç ve dış şartlara karşı, milletimizin birliğini, vatanımızın bütünlüğünü ve devletimizin tekliğini savunmamız için muhteşem tarihimiz, kültürümüz, uluslararası hukuk bizimle beraberdir. Elbette bunlardan önce yenilmez ruha sahip büyük Türk Milleti ve dünyanın sayılı güçlerinden biri olan devletimiz vardır. Yeter ki, bu meşru gücümüzün ve milletin bir parçası olan etnisiteye hiçbir ayrıcalık tanımayan dünya hukukunun hakkıyla farkında olalım. Bu kaynakların karşımızdaki tuzak ve ihanetlere karşı nasıl kullanılacağını tam olarak bilelim.
Gücümüz yettiğine, haklı olduğumuza, tarihimiz ve dünya hukuku bizimle beraber olduğuna göre, bu tehlikelerin önüne neden geçemiyoruz? Meselenin can damarı da burasıdır. Kestirmeden söyleyelim. BOP projesinde olduğu gibi bizi yönetenlerin de buna uygun bir projesi vardır. O da milli ve üniter devlet yapımızın etnikleştirilerek, (adına ister federalleşme, ister özerk bölgeler veya kendi kendini yöneten yerel yönetimler densin fark etmez) tasfiyesinden ibarettir. Başbakan’ın bütün etnik kesimlerin Türk milletini meydana getirdiğini ifade etmesi gerekirken, “Türk, Kürt, Arap, Gürcü, Laz gibi” söylemde ısrar etmesinin, Türk’ü de bir etnik grup olarak göstermekten ve etnik grupların eşitliğine göre siyasi bir rejim inşasından başka ne amacı olabilir?
İşte bu anlayış sebebiyle imkanlarımızı kullanamıyoruz. Çaremiz, mülkün sahibi millettedir. Üşenmeden milletimizin ayağına giderek bu gerçekleri anlatabilirsek, tehlikeyi seçim sandığında yeneceğimizden kimsenin şüphesi olmamalıdır.