Meseleleri birbirinden ayırmak
Meseleleri birbirine karıştırmamak, farklı konuları birbirinden ayırmak, sağlıklı düşünmenin en önemli gereklerinden biridir. İnsan aklının kategorilerinden biri determinizmdir. Bunu kısaca belli sebep ve şartların belli sonuçları doğurması olarak açıklayabiliriz. Sağlıklı bir insan beyni sebep sonuç ilişkilerini sağlıklı bir şekilde kurar; ortaya çıkan sonuçları, o sonuçla ilgisi olmayan sebeplere bağlamaz. Fizikî olaylarda kolay tespit edilebilen sebep-sonuç ilişkileri, sosyal ve psikolojik olgularda kolayca tespit edilemez. Ancak yine de sonuçla ilişkisiz sebepler net olarak görülür. Bu kısa teorik girişi son günlerin olay ve iddialarına uygulayalım.
Yargı süreci ile seçim sonuçları arasında hukuki anlamda bir illiyet bağı (sebep-sonuç ilişkisi) yoktur. Yani yargıya intikal etmiş bir olayın failleri seçimlerle aklanamaz; ancak yine yargı süreci içinde aklanabilir. Olayın failleri siyasiler olsa ve seçimleri yüzde yüz bir oranla kazansa dahi bu durum, onların aklanması sonucunu doğuramaz; aklanma mutlaka mahkeme önünde olur. O hâlde böyle bir meselede seçimleri kastederek “kararı millî irade versin” demek “absürd”dür; sağlıklı bir zihnin iddiası olamaz. Böyle bir sebep-sonuç ilişkisini kabul etmek demek, yargıya intikal etmiş bütün olaylarda kararı halka bırakmak, mahkemeleri kaldırmak demektir; bunun saçmalığı da ortadadır.
Ancak... Hukuki anlamda sebep-sonuç ilişkisinin olmaması, siyasi anlamda da böyle bir ilişkinin olmaması demek değildir; siyasilerle ilgili olarak yargıya intikal etmiş olaylar kamuoyunu etkiler ve dolayısıyla seçimlere de tesir eder. Kamu vicdanı iddiaları değerlendirir; doğru veya yanlış bir karara ulaşır ve oyunu buna göre kullanır. Tekrar edelim, halkın oyu asla mahkeme kararı anlamına gelmez.
Bir başka husus da yargı ile yürütme erkinin ayrılığıdır. Yargıyla ilgili bütün süreç, araştırmadan karar aşamasına kadar, bağımsızdır. Yolsuzluklarla ilgili araştırma ve soruşturmalar ve bunlarla ilgili göz altına almalar savcılar ve adli kolluk görevlileri tarafından yapılır; tutuklama kararı ise savcının talebi ile yargıçlar tarafından verilir. Herhangi bir yargı sürecinde, olayı araştıran, soruşturan adli kolluk görevlileri ve savcılar ile tutuklama kararı veren yargıçlar üzerinde iktidarın operasyon yapması, onların yerlerini veya görevlerini değiştirmesi, yargıya müdahale anlamına gelir. Bu tutum yargı bağımsızlığını ortadan kaldırır. Olayı araştırıp soruşturan emniyet güçlerini görevden almak demek, onların yerine getirilenlere “ayağınızı denk almazsanız sizin de başınıza bu gelir” tehdidinde bulunmak demektir. İktidar sahiplerinin olayı araştırıp soruşturanlar hakkında suçlayıcı konuşmalar yapması dahi aynı anlama gelir. Olay yargıya intikal ettikten sonra bu konuda yapılacak yönetmelik ve kanun değişiklikleri de yine yargıya müdahale demektir. Yargı sürecinde suçlanıp göz altına alınan ve tutuklananlar iktidar mensuplarının yakınları ise müdahale çok daha açık olarak görünür ve kamuoyundan saklanamaz hâle gelir.
Bir yolsuzluk olayını mahkemeye intikal ettiren emniyet ve yargı mensuplarını çete olarak suçlamak ise bir hukuk devletinde akla hayale gelmeyecek bir şeydir. Esasen emniyet içindeki böyle bir yapılanmayı, kendi yakınları yolsuzlukla suçlanana dek fark etmeyen bir yönetime iktidar demek bile mümkün değildir. Çete iddiasında bulunanlar iki seçenekten birini kabul etmek durumundadır: Ya kendi emirlerinde bulunan bir kurumdaki çete yapılanmasını fark etmemişlerdir, yani gaflet içindedirler ya da çete iddiaları doğru değildir. Üçüncü bir ihtimal çeteyi, çete mensuplarıyla birlikte kurmuş olmalarıdır.
Mevcut iktidarı ülke için tehlike kabul edenler açısından birbirinden ayrılması gereken bir konu daha var. “Bunlar tehlikeli ama bunları götürenler veya bunların yerine gelecek olanlar da tehlikeli” şeklinde ifade edilen konu. Bunun için şu soruya cevap vermek yeterlidir sanırım: Şu anda elindeki kılıcı başınıza indirmekte olanı mı öncelikle bertaraf edersiniz, yoksa on metre öteden kılıçla üzerinize geleni mi?