Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ahmet B. ERCİLASUN
Ahmet B. ERCİLASUN

Mesele şudur...

Ülkesini sevdiğinden emin olduğum bazı bilim adamları, siyasetçiler ve yazarlar da zaman zaman, “eşitlik, âdil olma, insaf, insanlık” gibi kavramlardan hareket ederek PKK ve uzantılarının taleplerine olumlu yaklaşmaktadırlar.
Meseleyi somut bir benzetmeyle anlatayım. Sizin bahçeli bir eviniz var. Dedelerinizden kalma. Bir de evinizin müştemilatında oturan, ev ve bahçe işlerinizde size yardımcı olan bir aile. Onlar da birkaç nesildir müştemilatta yaşıyorlar. Ev, bahçe ve müştemilat dedelerinizden beri sizin sülaleniz üzerine kayıtlı yani tapuda sizin soyadınız var. Müştemilatta yaşayan ailenin çocukları günün birinde; “Biz de yıllardan, hatta nice nesilden beri burada yaşıyoruz; o hâlde içinde oturduğumuz bahçe içindeki ev ve civarı bize verilmeli, tapusu bizim üzerimize geçirilmelidir” diye ortaya çıkıyor. Yahut da şöyle diyorlar: “Biz de nice zamandan beri burada yaşıyoruz; öyleyse ev, bahçe ve müştemilata ait tapu ortak olmalı; iki ailenin üstüne kaydedilmeli.”  Aile bunları ileri sürmekle kalmıyor; bir de silaha sarılıp istediklerine zorla sahip olmak istiyor.
İyi niyetli insanlara şimdi soruyorum. Sizce bu  “eşitlik, adalet, insaf ve insanlık” meselesi midir? Müştemilatta oturan ailenin taleplerini yerine getirmek, eşitliğe, adalete, insafa uygun hareket etmek midir? Yoksa tam tersine adalet ve insafı ortadan kaldırmak mıdır?
İşte mesele somut olarak tam da budur. Türkiye coğrafyası toprakları 900 yıldan bu yana Türklerin kurduğu devletlerin (Selçukluların, beyliklerin, Osmanlı Devletinin, Türkiye Cumhuriyetinin) topraklarıdır. 900 yıldan beri bu topraklara hükmeden devletler bütün yabancı kaynaklarda, seyahatnamelerde, yabancılar tarafından yazılan tarihlerde  “Türk” olarak anılmıştır. Söz konusu devletleri idare edenler de zaman zaman kendilerini Selçuklu, Osmanlı gibi sülale adlarıyla ifade etseler de genel olarak Türk terimini kullanmışlardır. Tanzimat ile başlayan yarım asırlık dönemde bazen kullanılan Osmanlıca terimi hariç, dillerini de hep Türkçe olarak adlandırmışlardır. Elbette ülkede başka etnik grupların olduğu da yabancı ve yerli kaynaklarda yeri geldikçe belirtilmiştir. Ancak devletin hâkim unsuru ve sahibi hep Türk olarak ifade edilmiştir. Rum ve Ermeniler dışındaki bütün etnik gruplar da bugünkü Türkiye sınırları içine hep sonradan gelmişlerdir.
Demek ki evin sahibi 900 yıldan beri Türklerdir. Şimdi etnik gruplardan birini temsil ettiğini ileri süren bir grup çıkıyor ve  “ülkenin şu kısmı bize aittir” veya  “biz de devletin ortağıyız” iddiasında bulunuyor. Bunun için silaha sarılıyor, dağa çıkıyor, on binlerce insan öldürüyor. Ve eşitlikçi, insaflı, adaletli olduklarını düşünen bazı aydınlarımız da çıkıp onlara hak veriyor; “e canım, onların da hakkı var” diyor. İnsafla söyleyiniz; 900 yıldan beri sahibi Türkler olan toprakların bir kısmını, sırf üzerinde yaşıyorlar diye Türklerden başka bir etnik gruba tapulamak hak mıdır, adalet midir?
Bakınız, mesele “ev” benzetmesinden de daha açıktır. Ev, nihayet bir şahsın, bir ailenin tapulu malıdır ve aile kendi isteğiyle evinin bir kısmını başkasına verebilir veya başkasını evine ortak edebilir. Fakat ülke bir şahsın veya ailenin malı değildir; bütün milletin mülküdür ve dolayısıyla hiçbir kişi, grup, parti, hükümet, Türk milletine ait olan mülke, Türk’ten başka bir millet olduğunu iddia eden bir etnik grubu ortak edemez; Türk’e ait mülkün bir kısmını onlara veremez.
“Ama onlar sadece ana dillerinde eğitim hakkı istiyorlar; ana dil de her topluluk için kutsaldır” diye kendimizi aldatmayalım. Böyle diyenler de, biz de talebin bundan ibaret olmadığını biliyoruz. Esasen PKK ve uzantıları özerklik ve federasyon gibi ayrılıkçı taleplerini hiçbir zaman saklamadılar.
Mesele bu kadar açıktır; mülk parçalanamaz, mülkün sahibi değiştirilemez ve mülke ortak kabul edilemez.

Yazarın Diğer Yazıları