Mesele ‘kimlik’ değilmiş sen hâlâ anlamadın mı?
Ne rahat söylüyorlar değil mi artık “Devlet buralara ayak basamaz” diye... ‘Ayak basılamaz’ denilen yer, bu ülkenin Başbakanının muhalefet liderlerine “Gidemiyorsunuz” dediği yer... Havayı basan bu sefer Başbakan değil, yeni süreci birlikte inşa ettikleri ‘çözüm’ ortaklarından Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı...
Üç yılda nereden nereye gelindi? Dağlarda darmadağın olan, mevzilerde terk edilmiş kadın teröristlerin telsiz konuşmalarına yansıyan ifadeleriyle rezil olan, birbirine düşme aşamasına gelmiş bir örgütün kaydettiği ‘silahsız aşama’ya bakın!.. Yolları kestikleri, vergi topladıkları, ‘asayiş’ gücü oluşturdukları, mahkemeler kurdukları, adam kaçırdıkları, açıktan yeni militan topladıkları, elektrik isyanı başlattıkları, petrolden pay istedikleri ve yaptıkları hiçbir eylemden dolayı yasal takibe uğramadıkları bir evreye geçtik...
Artık on yıl önceki gibi, bölmeye ve ayrılmaya niyetleri asla olmadığını ifade ederek yapılan sadece ‘hak, hukuk, demokrasi, özgürlükler’ eksenindeki konuşmalar bugün tedavülden kalkma aşamasında... Çünkü o ‘kritik alıştırma evresi’ çoktan aşıldı... Bundan böyle yutkunarak, kekeleyerek, kelimeleri özenle seçerek konuşmalarına hiç gerek kalmadı!..
Ne diyor Gültan Kışanak röportajda: “Kürtlerin öncelikli meselesi kimliklerin tanınmasıydı. Ama artık temel mücadele egemenliğin paylaşımı mücadelesidir. Bugün bölgede referandum yapılsa, özerklik veya bağımsızlık sorulsa yüzde 80 evet çıkar...”
Mesele, artık ‘haklar’ meselesi olmaktan çıkmış, devlete meydan okumayı da geçmiş, ‘paylaşalım’ aşamasına ulaşmış... Karşıdan öfke, şımarıklık ve zafer karışımı bir ses yükselirken, iktidar, makyaj tutmayan bu senaryoyu elindeki büyük medya gücüyle ‘olumlu’ gösterme gayretinde... Erdoğan’ın ‘İstiklâl Savaşı’ ambalajıyla sunduğu ‘İstikbâl Savaşı’ tabloyu daha da karatıyor...
Kışanak’ın “Devlet buralara ayak basamaz” dediği günlerde, Erdoğan da “Devletin değil, milletin Cumhurbaşkanı olacağım” propagandasıyla, ‘devlet’i ayrı ve ‘olumsuz’ bir noktaya yerleştiriyordu... Zaten yetişme tarzı ve siyasî gelenekleri açısından ‘devlet’kavramıyla problemli, ‘millet’ kavramına da yaygın olanın dışında bir anlam yükleyen ekol burada da kendisini gösteriyor...
Anlıyoruz ki, devlet, en azından ‘carî devlet’ olumsuzluk içeren bir kavram!.. Zaten Oslo’da masaya oturan Hükûmet değil, devletti!.. Suçüstü yakalanmanın ardından savunma böyle başlamıştı... Şimdi sormak lâzım, Diyarbakır’da “Kürdistan’ın inşa edildiği bölgelere ayak basamaz” denilen devlet o gün Oslo’da masaya oturan devlet mi? Bu süreci Hükûmet mi yönetiyor, yoksa o devlet mi? Eğer o devletse görevlendirmeyi kim yapıyor, talimatları kim veriyor? Apo’yu ‘Kürtlerin önderi’ ilân ederek, Kürtlerle PKK’yı eşitleyen ve Apo’yu neredeyse ‘diplomatik muhatap’ unvanına kavuşturan siyasîler devletin mi, Hükûmet’in mi adamları?
Tam bir kargaşa ve zihin bulanıklığı... Oysa kesinleşti ki, ‘devlet’ dediğimiz aygıt bugün ‘Erdoğan ve çok yakın çevresi’nden oluşan bir yapı... Kötülüklerin fatura edildiği ‘muhayyel’ bir organ gibi sunulması ise algı yönetimi... Yani ‘devletin değil, milletin Cumhurbaşkanı’ sloganı insanların zekâsıyla dalga geçmek...
PKK ve onun ‘sivil’ uzantılarının en ‘kafa basmaz’ tiplerin bile algı seviyelerine yetecek açıklıkta ilân ettikleri “Kültürel haklar hikâye, artık bağımsızlık” aşaması, ‘gözleri olup görmeyenlere, kulakları olup duymayanlara’ şifa olacak mıdır acaba?
Başbakan muhalefete yüklenirken, sürekli biçimde vatan topraklarının bir kısmını muhalefetin ayak basamadığı ‘ayrıcalıklı bölge’ olarak tanımladı âdeta... Eh bu havanın da etkisiyle şimdi oradan o ‘ayrıcalık’la ‘dokunulmaz’ bir ses geliyor: “Devlet de giremez!..”
Mesele “İnsan hakları mıymış, kültürel haklar mıymış?” sorularına cevabı zerre kadar ‘aydın’lık namusu kalmış olan ve bugüne kadar meseleyi böyle yorumlayanlar versin bakalım... Ama önce ‘fikrî namus belgesi’ çıkaracaklar...
Not: TÜBİTAK’ın belgesi geçerli değildir!..