İsrail, gerek DEAŞ operasyonları gerekse Arap baharının yarattığı gerilim ve tüm Müslüman ülkeler arasındaki mezhep çatışmaları sayesinde bölgede en huzurlu dönemini yaşamaktadır. İsrail devletinin fikir babası Theodor Herzl ve Sultan II. Abdülhamit, bugünleri tahmin etselerdi ilki kendi siyonistliğini yeniden yorumlama zorunda kalabilir, diğeri ise Osmanlı'nın ömrünü belki de 50 yıl daha uzatabilirdi.
Bilindiği gibi Siyonizm, siyaset sahnesine 19. Yüzyılın ortalarında çıktı. 1860 - 1880 yılları arasında Yahudilerin oluşturduğu çeşitli organizasyonlar ve özellikle 1897'de Herzl'in öncülük ettiği Siyonist kongre ve devamındaki gelişmeler İsrail devletinin kuruluş sürecindeki temel adımlardır.
Herzl'in II. Abdülhamit'ten olumlu cevap alamayınca ısrarla başlattığı farklı çalışmalar sonucunda 1917'de yayınlanan Balfour Deklarasyonu ile Yahudi nüfusunun Filistin'e yerleşiminin yolu açılmıştır. 1948 - 1973 yılları arasında sürekli olarak Arap-İsrail arasında yaşanan ihtilafların sonucunda aralarında dört büyük savaş yaşanmıştır.
1948 de İsrail devletinin ilan edilmesine karşı gelen Arap devletlerinin açtıkları savaş Yahudi ordusunun mağlubiyetiyle sonuçlanmak üzereyken, Batı'nın dayatmasıyla ateşkes ilan edildi. Arap ordularının başkumandanı olan Türkmen kökenli Iraklı Mustafa Ragıp Paşa ateşkes ilanı üzerine zamanın Irak hükümetinden almış olduğu bu talimata tepkisini sırtındaki rütbeleri söküp yere atarak göstermiş ve "Arap olmamam benim için yeterlidir." demiştir.
Aynı savaşta 5. Kolordu kumandanı yine Kerküklü Türkmen olan Ömer Ali, Cenin bölgesini ele geçirmiş ve ateşkes imzalandığı tarihten 1967'ye kadar İsrail'in Arap Bölgesinde kalmıştır.
Filistinliler hem II. Abdülhamit'i ve bu iki Türkmen kahramanını saygı ve minnetle anmaktadırlar.
1 Haziran 1967'de daha güneş doğmadan İsrail'in Arap ülkelerine ani hava saldırıları ile başlayan ve 6 gün savaşı olarak adlandırılan bu savaş sonucunda Mısır ve Suriye'nin tüm askeri havaalanları tamamen kullanılamaz hale gelmiştir. Sonuçta Doğu Kudüs, Batı Şeria, Cenin ve Golan tepeleri İsrail tarafından işgal edilmiştir.
Arapların 1972'de Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) kanalıyla baskı kurmak amacıyla "Petrol Ambargosu" tehdidiyle başlattıkları ekonomik savaş sonuç vermemiştir.
1973'de Enver Sedat, Süveyş kanalını geçerek kısmen bir başarı elden etmiş ve kahraman ilan edilmiş ise de daha sonra yine kendisi tarafından İsrail ve Mısır arasında Camp David anlaşması imzalanmıştır. Bundan sonra Araplar, İsrail ile savaş kavramını tabiri caizse sözlükten bile çıkarmışlardır.
Kudüs'te Harem-i Şerif içinde yer alan İslam'ın ilk kıblesi ve peygamberimizin miraca çıktığı yer olan Mescid-i Aksa 1967'de Ürdün'e bırakılmış, daha sonra yönetimi Kudüs İslami Vakıflar Kurumuna verilmiştir. Günümüzde özellikle 14 Temmuz'da yaşanan sorunun benzerleri önceleri daha da vahim şekilde 1969'dan başlayarak özellikle 1976, 1980, 1982 yıllarında yaşanmıştır. Aslında İsrail'in Kudüs ile ilgili yarattığı ana sorun egemenlik testidir. Filistinliler bütün bu olaylar karşısında olağanüstü direnç göstermişler ve göstermeye de devam etmektedirler.
İsrail, Batı'nın desteğiyle bölgede istediğini yapmaktadır. Aslında Batı'nın İsrail ile örtüşen çıkarlarının yanı sıra işin tarihsel boyutu ve aralarındaki inanç meselesi de göz ardı edilmemelidir.
Peki, İsrail'in hedefi nedir? Dünyada tek din devleti olan İsrail, muharref (tahrif edilmiş) Tevrat'a göre Ortadoğu sorununun kaynağı, Mısır'da Nil Havzasından başlayarak Fırat Havzasına kadar uzanan vaat edilmiş (arz-ı mevud) topraklardır. Bunun için hedef Filistinlileri göçe zorlamak, Kudüs'ü başkent yapmak ve Mescid-i Aksa'nın yıkılarak yerine Süleyman Mabedini inşa etmektir.
Filistin meselesi ancak ve ancak, İslam dünyasının ekonomik ve siyasi yönden tek bir blok haline gelip birlikte now-know sanatını uyguladıkları takdirde çözülebilir.