İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündemdeki konulara dair değerlendirmelerde bulundu. Akşener, "Dün, rahmetli Erbakan Hoca’nın “Adil düzen” gömleğini yırtıp, kendi kurdukları düzende sefaya dalanlar, bugün, işler sarpa sarınca, önce 2002 ruhuna, o da olmayınca, 1994 ruhuna dönmekten bahsediyorlar." dedi.
Fezlekeler konusunda net açıklamalar yapan Akşener, şunları söyledi;
Akıllarınca bu bağırmalarla, bu çağırmalarla bizi zora sokacaklar. Oysa bizim bu konuyla ilgili tavrımız o kadar net ki, arkadaşların yaptığı bu kadar tatavayı, eğlenceyle karışık bir şaşkınlıkla izliyoruz.
İlkesiz siyaseti düstur edinmişlerin, Dün sövdükleriyle, bugün yoldaş olanların, dün yoldaş oluklarına da, bugün sövenlerin, bu netliğimizi yadırgamasını elbette anlıyorum. O nedenle, arkadaşların bu şaşkınlığını gidermek adına, bir kez daha, konuyla ilgili tavrımızı açıklamak istiyorum.
İYİ Parti, terörün yanında, yöresinde olmaz. Mesela İYİ Parti, teröristle masa kurmaz, pazarlık yapmaz. Mesela İYİ Parti, teröristin kafasından konfeti temizlemez.
Mesela İYİ Parti, seçim kazanmak için, terörist mektubuna, katil röportajına bel bağlamaz. İYİ Parti, her zaman milletinin yanında, demokrasinin yolundadır.
Mesela İYİ Parti, sandıkta başkasına oy verdi diye, milletine bela okumaz. Mesela İYİ Parti, itirazı olan gencine, esnafına, çiftçisine terörist demez. Mesela İYİ Parti, millet şehidine ağlarken, lebalep kongrelerde sırıta sırıta konuşmalar yapmaz. İYİ Parti, hukukun yanında, adaletin peşindedir.
Mesela İYİ Parti, terörden siyaset devşirme peşinde olanların ipiyle, kuyuya inmez. Mesela İYİ Parti, adaleti, siyasi hesaplarına meze yapmaya kalkanlara, alkış tutmaz. Mesela İYİ Parti, milletin derdi konuşulmasın diye önüne getirilen fezlekelere, gözü kapalı el kaldırmaz.
Akşener''in açıklamaları şu şekilde;
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Geçtiğimiz hafta sonu, değerli devlet adamı Necmettin Erbakan Hoca’nın vefatının yıldönümüydü.
Bu vesileyle, kendisini rahmet ve saygıyla anıyorum.
Bir sonraki gün de, 28 Şubat post modern darbesinin yıldönümüydü.
Dönemin muktedirlerinin “bin yıl sürecek” dedikleri,
Ama, yatsıya kadar zor dayanan 28 Şubat’ın, yıldönümüydü…
Aradan yıllar geçti, o kara günlerden, bugünlere geldik…
Ama maalesef görüyoruz ki;
Bugün, Türkiye’nin üzerinde, yeniden vesayetin eli dolaşıyor.
Bugün, Türkiye’nin üzerinde, millete parmak sallayan, aynı zihniyetin gölgesi dolaşıyor.
Bugün, Türkiye’nin üzerinde, 28 Şubat’ın hayaleti dolaşıyor!
Bu, MGK koridorları yerine, sarayın koridorlarında yuvalanmış bir hayalet.
Bu, apolet yerine, kravat takan, haki yerine lacivert giyen bir hayalet.
Bu, irticacı yerine, beğenmediğine terörist diyen bir hayalet.
Bu, dünün mağdurlarını, bugünün mağrur muktedirleri yapan bir hayalet.
Bu, dün şiirden hapis yatanlara, bugün milleti “tweetten hapse attıran” bir hayalet.
Dava arkadaşlarım;
Biz dün, gerçeğine boyun eğmedik, bugün elbette hayaletine boyun eğmeyeceğiz.
Biz dün, toplusu, tüfeklisi önünde eğilmedik, bugün elbette yalanlısı, dolanlısı önünde eğilmeyiz.
Çünkü biz, hayaletlerin değil, hakikatin peşindeyiz.
Çünkü biz, vesayetin karşısında, milletimizin yanındayız.
Türkiye’nin acı gerçekleri var.
Milletimiz, zorluklarla mücadele ediyor.
Ama Türkiye’nin, bu acı gerçekleri aşacak imkanları var.
Türkiye’nin, her bir vatandaşını, refaha erdirecek kaynakları, zenginliği var.
Bütün mesele, bu zenginliği, kimin nasıl paylaşacağı.
İşler yolundayken, müteahhidini ihaleye boğan bu iktidar,
Bütçe dara düştüğündeyse, acısını onlardan değil,
sırtına yeni yeni vergiler, yeni cezalar bindirdiği milletimizden çıkartıyor.
Hak böyle olmaz.
Adalet böyle olmaz.
Devlet böyle yönetilmez.
Aliya İzzetbegoviç’in bir sözü, bu sıralar sosyal medyada çok paylaşıldı.
Rahmetli diyor ki;
“Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür.”
Dünün mağdurlarının, bugünkü izansızlığını görünce, bu sözleri daha iyi anlıyoruz.
Dün “Dava adamıyım.” diye gezenlerin, bugün sarayda sürdükleri sefayı görünce, bu sözleri daha iyi anlıyoruz.
Şehitlerimiz varken, lebalep kongrelerde, üst üste çıkıp oynayanları görünce, bu sözleri daha iyi anlıyoruz.
İnsanımız çöpten yiyecek toplarken, gününü gün edip, para içinde yüzenleri görünce, bu sözleri daha iyi alıyoruz.
İşte o nedenle;
Dün, rahmetli Erbakan Hoca’nın “Adil düzen” gömleğini yırtıp, kendi kurdukları düzende sefaya dalanlar,
Bugün, işler sarpa sarınca, önce 2002 ruhuna, o da olmayınca, 1994 ruhuna dönmekten bahsediyorlar.
İronik olan tam da bu zaten…
Çünkü 1994 ruhu dedikleri, işte o yırtıp attıkları gömleğin ta kendisi.
Geldikleri noktada bu arkadaşlar, refah içindeki bu çöküşü durdurmak için, kimin gömleğini giyip, hangi ruha sarılacakları üzerine kafa patlatırken,
bir yandan da, seri gündem çalışmaları yapıyorlar.
Ama maalesef, her ürettikleri gündem ancak 3 gün dayanıyor.
Çünkü mızrak artık çuvala sığmıyor.
Milletin gündemi artık boş lafla, hamasetle gizlenemiyor.
Gömlek artık dikiş tutmuyor, yolcu olan Abbas, bağlasalar da durmuyor.
Dava arkadaşlarım;
Nitekim sarayın bu haftaki yeni gündemi, fezlekeler oldu.
Yalnız bu arkadaşlar nedense, kafayı bu fezlekelerin kendisine değil,
İYİ Parti’nin bu fezlekelere ne diyeceğine takmışlar…
Eylemsizliğiyle meşhur küçük ortak, çıkmış kürsüye, her zamanki gibi ancak bağırıyor.
Biliyorsunuz, argümanı yetmeyen durmadan bağırır.
Türkçesi yetmeyen de durmadan söver.
Bunlar da aynen öyle.
Akıllarınca bu bağırmalarla, bu çağırmalarla bizi zora sokacaklar…
Oysa bizim bu konuyla ilgili tavrımız o kadar net ki, arkadaşların yaptığı bu kadar tatavayı, eğlenceyle karışık bir şaşkınlıkla izliyoruz.
İlkesiz siyaseti düstur edinmişlerin,
Dün sövdükleriyle, bugün yoldaş olanların,
Dün yoldaş oluklarına da, bugün sövenlerin, bu netliğimizi yadırgamasını elbette anlıyorum.
O nedenle, arkadaşların bu şaşkınlığını gidermek adına, bir kez daha, konuyla ilgili tavrımızı açıklamak istiyorum.
İYİ Parti, terörün yanında, yöresinde olmaz.
Mesela İYİ Parti, teröristle masa kurmaz, pazarlık yapmaz.
Mesela İYİ Parti, teröristin kafasından konfeti temizlemez.
Mesela İYİ Parti, seçim kazanmak için, terörist mektubuna, katil röportajına bel bağlamaz.
İYİ Parti, her zaman milletinin yanında, demokrasinin yolundadır.
Mesela İYİ Parti, sandıkta başkasına oy verdi diye, milletine bela okumaz.
Mesela İYİ Parti, itirazı olan gencine, esnafına, çiftçisine terörist demez.
Mesela İYİ Parti, millet şehidine ağlarken, lebalep kongrelerde sırıta sırıta konuşmalar yapmaz.
İYİ Parti, hukukun yanında, adaletin peşindedir.
Mesela İYİ Parti, terörden siyaset devşirme peşinde olanların ipiyle, kuyuya inmez.
Mesela İYİ Parti, adaleti, siyasi hesaplarına meze yapmaya kalkanlara, alkış tutmaz.
Mesela İYİ Parti, milletin derdi konuşulmasın diye önüne getirilen fezlekelere, gözü kapalı el kaldırmaz.
İYİ Parti, o fezlekelerin önünü arkasını iyice okur.
Çünkü İYİ Parti, o fezlekelerin önünde biri varsa, ardında da sizin olduğunuzu çok iyi bilir.
Özetle İYİ Parti, Türk yargısının hazırladığı fezlekeye bakar, gereği neyse onu yapar.
Bundan kimsenin endişesi olmasın.
Ama bu arada, Twitter fenomeni küçük ortak, tatava yapmayı bıraksın,
“Yapacağım, her an yapabilirim, birazdan yapıyorum…” diye ağzına sakız ettiği, malum kapatma başvurusunu, ne zaman yapacakmış, onu söylesin.
Hızlı olmasa da, ziyadesiyle öfkeli küçük ortak, hamaseti bıraksın,
HDP eş genel başkanının, Sayın Erdoğan’la, nasıl kol kola yürüdüklerini anlattığı,
Netflix belgeseli kıvamındaki açıklamalara cevap versin.
Kürsülerde fırtınalar estirip, icraata gelince, “aradığımız kişiye ulaşılamayan” küçük ortak, boş konuşmayı bıraksın,
Uygur kardeşlerimiz için ne düşünüyorlar, Çin zulmü için ne yapacaklar, onu açıklasın.
Bu vesileyle, Çin’in, Uygur kardeşlerimize yaptıklarının “Soykırım” olarak tanınması için, meclis grubumuzun, Yüce Meclis’e vereceği öneriye,
Sayın Bahçeli ve arkadaşlarının da desteğini bekliyoruz.
Tabi Sayın Perinçek’ten izin alabilirlerse…
Merak ediyorlarmış…
İYİ Parti fezlekeler geldiğinde ne yapacakmış?...
Elbette, vatandaşı iki yumruk arasında sıkıştıran bu utanmazlığa geçit vermeyeceğiz.
Elbette, milletimizin hür iradesine saygı duyacağız.
Elbette, siyasi şovun değil, hakkın ve hakikatin yanında duracağız.
Bu kadar basit, bu kadar net.
Aziz milletim;
Öğretmenlerimiz, bizi bugüne getiren yolun temel taşlarıdır.
Vatan savunmasından, yeni Cumhuriyetin kuruluşuna ve yükselişine kadar emekleri vardır.
Bu gerçeği görmez, öğretmenlerimizin önemini anlamazsak, bugün memleketi yönetenlerin düştüğü duruma düşer, öğretmenlerimizi, bin bir çileyle baş başa bırakırız.
Öğretmenlik mesleğini, “kadrolu”, “sözleşmeli”, “geçici” gibi, tuhaf sosyal tariflere mahkum eden bugünkü iktidar,
on binlerce genç öğretmen kardeşime verdiği sözü, tutmuyor, tutamıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’na göre 107 bin 909,
Sayıştay’a göreyse 138 bin öğretmen açığımız varken,
Sadece, 20 bin öğretmenimizin ataması yapılabildi.
Her yıl verilen mezunlarla birlikte, mezun olup da atanamayan gençlerimizin sayısı, 700 bini buluyor.
Türkiye’de toplam, 1 milyon 117 bin öğretmenimiz varken,
Buna yaklaşan sayıda, atanamayan genç öğretmenimizin olmasını kabul edemeyiz.
Böyle plansızlık, böyle sorumsuzluk, böyle iş bilmezlik olmaz.
Milyonlarca çocuğumuzun, on binlerce öğretmene daha ihtiyacı olmasına rağmen, maalesef artık ülkemizde, “Atanamayan öğretmen” adlı bir meslek grubu var.
Yazıktır, günahtır!
Her biri, pırıl pırıl gençlerimiz.
Her biri, öğrencileriyle buluşacakları günü iple çekiyor.
Her biri, sınıfa girecekleri o ilk günün hayaliyle, yanıp tutuşuyor.
Ama, eşe, dosta, kayınçoya, devlette 2, 3, hatta 4 koltuk ayarlayabilen Sayın Erdoğan, nedense gencecik öğretmenlerimize bir kadroyu bile çok görüyor.
Koca bir ülkenin gündemini, abuk sabuk konularla meşgul edenler, öğretmenlerimizi bir türlü görmüyor, duymuyor, umursamıyor.
Yazıklar olsun.
Buradan, atanmamış olsalar da, bizim gönlümüzde, “Öğretmen” olan kardeşlerime sesleniyorum;
Sizleri görüyoruz, dertlerinizi biliyoruz.
Bir meslektaşınız olarak, sizlere söz veriyorum;
Bu iktidar yapamadı ama, ilk sandıkta biz geleceğiz, biz yapacağız.
Öğretmenlerimizin çözülemeyecek derdi yok.
Bu ülkenin kaynaklarını, 5 müteahhite değil, sizlerin atamasını yaparak, çocuklarımızın eğitimine aktaracağız.
İçiniz rahat olsun.
Değerli milletvekilleri;
Sayın Erdoğan, aklını fikrini, bu meselelerin çözümüne yorması gerekirken, kendisi hala milletimize masal anlatıyor.
Damat gitti, “kayınpederden masallar” tam gaz devam ediyor.
Hafta başındaki kabine toplantısının ardından çıktı ve dedi ki;
“Kamu harcamalarında israfa tahammülümüz yok.”
Yanlış duymadınız.
Bunu söyleyen, daha dün, milyarlarca lirayı heba etmeyi, “itibardan tasarruf olmaz” diye savunan, aynı Sayın Erdoğan…
Allah kimseyi böyle şaşırtmasın.
Allah kimseyi böyle yoldan çıkarmasın.
Siz hiç, “israfa tahammülümüz yok” diyen, ama, 12 uçakla gezen birini duydunuz mu?
Siz hiç, “israfa tahammülümüz yok” diyen, ama, kendine saray koleksiyonu yaptıran birini gördünüz mü?
Siz hiç “İsrafa tahammülümüz yok” diyen, ama, ultra lüks araç filosuna, her gün yenilerini katan birini gördünüz mü?
Alın size en yakın örnek;
17 milyar lira zarar etmiş Türk Hava Yolları’na,
347 adet lüks otomobil kiralamak için, 2 gün sonra ihale yapılacak.
Bir kişi de çıkıp,
“Şirket bu kadar zarar etmiş, millet bu kadar darda, bir süreliğine iki yaşında, üç yaşında arabalarla idare edelim.” demiyor.
Lüks arabayı israf görmeyen bu zihniyet, utanmadan çıkıp “kamuda israfa tahammülümüz yok.” diyebiliyor.
Ne diyeyim, Allah ıslah etsin.
Dava arkadaşlarım;
Pandemi yüküyle dara düşmüş vatandaşına, 53 milyar lira destek vermekle övünen, israf düşmanı Sayın Erdoğan, bunun iki katını, hem de inadına, Kanal İstanbul çılgınlığına yatıracağını söylüyor.
Egoya bakar mısınız?
Cürete bakar mısınız?
Arkadaş, “İnadına yapacakmış.”…
Bak sayın Erdoğan;
Madem sen unuttun, ben sana hatırlatayım;
Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki;
“Bir kimseyi, inada kapılmış, çekişmeci ve kendi görüşünü beğenmiş görürsen, bil ki, onun ziyanı tamamdır.”
Milletle inatlaşma Sayın Erdoğan!
Millet iradesiyle inatlaşılmaz.
Siyaset tarihi, milletiyle inatlaşan şuursuz siyasetçi çöplüğüdür.
Milletiyle inatlaşanların sonuna bak, ders çıkar.
Ama illaki inat edeceksen;
Millete karşı değil, millet için inat et.
Mesela, kalkınmada, üretimde, istihdamda inat et.
Mesela, adalette, hukukta, demokraside inat et.
Mesela, refahta, huzurda, mutlulukta inat et.
Mesela, açları tok yapmakta, işsizlikten ağlayan babanın derdine derman olmakta inat et.
Mesela, yolsuzlukları bitirmekte, gençlerimizin umutlarını yeşertmekte inat et.
Gel, siyasi hayatında bir kez olsun kendi çıkarın için değil, milletinin iyiliği için inat et.
Bu sözlerimi yabana atma.
Bak ne diyor Abdurrahim Karakoç;
“Aman deyim, bilir misin amanı,
Boş hayale kurban etme zamanı,
Müjde dağlarına eyvah dumanı,
Çöker amma, neden sonra anlarsın.”
“Kurnaz emer budalanın kanını,
Böyle yürür hokkabazın kanunu,
Doğru karar, eğri dostun canını,
Sıkar amma, neden sonra anlarsın.”
Dava arkadaşlarım;
Varsın onlar, inat etsin, biz milletimiz için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Varsın onlar, bizi dinlemesin, biz milletimizin sesi olmaya devam edeceğiz.
Varsın onlar, milletin sesini duymasın, biz o sesi cümle aleme duyurmaya devam edeceğiz.
Varsın onlar, yayını kessin, biz her hafta bu kürsüyü, milletimize bırakmaya devam edeceğiz.
Bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, müzisyenlerimizin, sanatçılarımızın ve sahne emekçilerimizin dertlerini dinleyeceğiz.
Pandemiden en büyük yarayı alan kesimlerden biri de onlar.
Bildiğiniz gibi, pandeminin başından beri, müzik sektörü tamamen kapalı.
Tek bir gün dahi açılmadı.
Tek bir konser dahi verilemedi.
Müzik sektörü denince, aklınıza yalnızca ünlü isimler gelmesin.
Müzik sektörü, pek çok emekçinin çalıştığı, çok büyük bir sektör.
Bir konser organizasyonunda, sadece şarkıcı yok.
O konserlerin ardında ışıkçısı var, ses teknisyeni var, orkestrası var, gişesi var, büfesi var, tedarikçisi var.
Bu sektörde sadece ünlü sanatçılar yok.
Hafta sonu sahne alıp, ekmek parasını kazananlar da var.
Eğlence sektörünü besleyen, on binlerce emekçi var.
Pandemiden önce bile, hayata zar zor tutunan insanlarımız var.
Dile kolay.
11 aydır işsizler.
11 aydır, tek kuruş gelirleri yok.
Müzik sektöründe çalışanların çoğu yevmiye ile çalışıyor.
Yani sigortaları yok.
Aldıkları düzgün bir destek yok.
Aralarında enstrümanlarını satıp geçinmeye çalışanlar var.
Daha İki hafta önce, geçim sıkıntısı çeken bir müzisyen kardeşimiz daha, canına kıydı.
En vahim olanı da ne biliyor musunuz?
Kimse onları dikkate almıyor.
Kimse dertlerini dert edinip, çözüm sunmuyor.
Kimse, “sizin için de şu desteği vereceğiz” demiyor.
Çünkü, ağalar hala kongre peşinde.
Çünkü, ağalar hala Kanal İstanbul peşinde.
Çünkü, ağalar hala yandaş besleme peşinde.
Sayın Erdoğan;
Bir sektör, 11 ay boyunca çözümsüz bırakılır mı?
Böyle vicdansızlık olur mu?
Bir de utanmadan, “Müzik Susmasın” diye kampanya yaptınız.
Bir yıldır aç yatan sanatçılarımıza, sadaka gibi, bir aylık doğalgaz parası reva gördünüz.
Sonra ne oldu?
Onun da ilk taksitini ödediniz, ikinci taksitten hala ses yok…
İşte o nedenle bugün,
iktidarın ısrarla görmezden geldiği, müzik emekçilerimizin sesini duyurmak için,
Müzik-Sen Genel Başkanı İpek Koçyiğit aramızda.
Buyurun İpek Hanım, kürsü de, söz de sizindir.
İnşallah bu kara günler geçecek, ve o muhteşem sesler yeniden yankılanacak.
Hepimiz özlemle bekliyoruz.
Değerli milletvekilleri:
Son dönemde, aya roket yollamaya odaklanan Sayın Erdoğan’ın,
maalesef, milletimizin sorunlarıyla ilgilenecek vakti yok.
Vakti olmadığı gibi, aynı zaman artık görüyoruz ki, niyeti de yok.
Pazartesi günü,
2 milyon 200 bin esnafımızın, milyonlarca çalışanımızın, öğrencilerimizin, ailelerimizin, gözü kulağı, kabine toplantısından çıkacak karardayken, kendisinin çıkıp anlattıkları, bunun çok çarpıcı bir göstergesi.
Milletimiz 24 saat sonra ne yapacağını bilmiyor,
Sayın Erdoğan, 24 yıl önceki mağduriyetinden siyasi rant devşirmenin peşinde koşuyor.
Esnaflarımız, “Bir gün bile dayanacak gücüm yok.” diyor,
Sayın Erdoğan, esnafımıza ve milletimize, “Yeni Anayasa çalışmasında yol aldık.” diye müjde veriyor.
2 buçuk milyon öğrencimiz, tablete ve internete ulaşamadığı için uzaktan eğitimden mahrum,
Sayın Erdoğan, İngiltere küçüldü, biz büyüdük diye hikaye anlatıyor.
Diyor ki;
“Türkiye 2020’de yüzde 1.8 büyüdü.”
Madem öyle, ben de şimdi buradan, milletimize çok basit bir soru soruyorum:
Siz bu büyümeyi hissettiniz mi?
Bir senedir, dükkanını açmasına izin verilmeyen esnafımıza, pazarcılarımıza soruyorum:
Siz bu büyümeyi hissettiniz mi?
Maliyetlerin altında ezilen, tarlasını ekemeyen, süremeyen, borcu her geçen gün çığ gibi artan,
haciz gelmesin diye, traktörünü satan çiftçilerimize soruyorum;
Siz bu büyümeyi hissettiniz mi?
Emekli vatandaşıma, EYT’li kardeşime soruyorum:
Sizler bu büyümeyi hissettiniz mi?
Okula gidemeyen, EBA’ya erişemeyen öğrenci evlatlarıma soruyorum:
Siz bu büyümeyi hissettiniz mi?
Evin ekonomisini idare etmeye çalışan kadınlarımıza soruyorum:
Siz bu büyümeyi hissettiniz mi?
Tencereyi kaynatamayan kadınlarımız gerçeği biliyor.
Ay sonunu getiremeyen çalışanlarımız, emeklilerimiz gerçeği biliyor.
Bir yıldır sahipsiz bırakılan, milyonlarca esnafımız gerçeği biliyor.
18 yıldır kaderine terkedilen çiftçimiz gerçeği biliyor.
Hal böyleyken,
Sayın Erdoğan’ın büyük bir gururla anlattığı, yedi düveli kıskandıran bu büyümede,
eğer milletimiz büyümediyse, o zaman kimler büyüdü?
Ak Parti kongrelerindeki halay başları, saray danışmanları, ve beşli soygun çetesi dışında,
kimlerin durumu iyiye gitti?
Gelin beraber bakalım.
Mesela, büyümenin yarısından fazlası, bankacılık faaliyetlerinden gelmiş.
Yani, “Faiz lobisini bitireceğim” diye atarlanarak gezmişsin,
ama o faiz lobisinin, ülkenin şu zor döneminde bile,
büyümenin yarısından fazlasını, alıp götürmesine bir şey yapamamışsın.
Mesela, çalışan kesimin aldığı ücretin milli gelir içindeki payı düşmüş.
Yani, vatandaştan alıp, finans çevrelerine vermişsin,
senin deyiminle, “faizcilerin”, Robin Hood’u olmuşsun.
Mesela, esnafın kepengini indirdiğin için, üretici de malını satamamış, stoklamak zorunda kalmış.
Hatta o kadar çok stoklamış ki, stok artışını saymazsan, ekonomi yüzde 1.65 daralacakmış.
Yani, stokçulukla savaşacağım derken, yeni nesil stokçuluğu icat etmişsin.
Mesela, sana göre büyüyen Türkiye’nin, Merkez Bankası net rezervi 80 milyar dolar azalmış.
Mesela, o büyüyen ekonomi, dolar bazında yüzde 6 küçülmüş.
Yani, Damat Bakan, ekonomide Instagram’da olduğu kadar başarılı değilmiş.
Yani, “Damat sıfatı, bakanlığının önüne geçti.” dediğin Damat Bakan’ın,
bakanlığında da pek bir hayır yokmuş.
Yani, “Aslında tanısanız seversiniz.” dediğin damadının, sevilecek pek de bir yanı yokmuş.
Çünkü, kongrelerde yere göğe sığdıramadığın o Damat Bakan,
milletimizin döviz rezervini çarçur, memleketi de 70 cente muhtaç etmiş.
Dava arkadaşlarım;
Her başarısızlığına, sipariş bir başarı masalı yazdıran Sayın Erdoğan’ın büyüyen ekonomisinde,
esnafımız, çiftçimiz, çalışanlarımız, emeklilerimiz, işsizlerimiz bu haldeyken,
peki ihracatçılarımız ne durumda?
Acaba onlar, bu olağanüstü büyümeyi hissedebilmişler mi?
Maalesef ihracatçımız, bu dönemde, malını yükleyip satacak boş konteyner bulamıyor.
Piyasalarda ciddi bir kaos var.
Çin, Türkiye’deki armatörlere baskı yapıp, konteynerleri kendisine yönlendiriyor.
İsrail ve Suudi Arabistan, boş konteyner çıkışına sınırlama getiriyor.
Her ülke, ihracatçısını korumak için çeşitli tedbirler alırken,
Sayın Erdoğan ve arkadaşları kılını kıpırdatmıyor.
İhracatçılarımız, Damat Bakan’ın çarçur ettiği dolarları geri kazanmak için gemi bulamazken,
onlar uzay gemisi peşinde koşuyorlar.
Sayın Erdoğan;
İki lafın birinde, “yerli ve milli” demeyi biliyorsun, ama iş uygulamaya gelince hep tersini yapıyorsun.
İhracata dayalı bir büyüme, yerli ve güçlü bir deniz filosuyla olur.
Bak sana bazı rakamlar vereyim:
Birleşmiş Milletler, Ticaret ve Kalkınma Konferansı verilerine göre,
en bağlantılı limanlar arasında, Ambarlı Limanı ancak 44. sırada geliyor.
Fas’ın Tanjer Med limanı 24, Yunanistan’ın Pire limanı 29, Mısır’ın Port Said limanı ise 31. sırada.
Yunanistan, 10 sene önce, lojistik sektöründeki tarifiyle,
Türkiye’nin beşte biri kadar konteyner elleçlerken,
şimdi, Türkiye’nin yarısı kadar konteyner elleçliyor.
Yunanistan, Fas, Mısır, bu ticaret savaşlarında avantaj sağlamak için, ne gerekiyorsa yaparken,
sen ve arkadaşların milletimize sadece masal anlatıyorsunuz.
Böyle olmaz.
Bu zihniyetle ihracatımız büyümez.
Bu kafayla ülke kalkınmaz.
Aziz milletim;
Siz ülkeyi yöneten beceriksizlere bakmayın.
Ak Parti’nin ihracatçımızı düşürdüğü bu durumun çıkışı var.
Çözümlerimiz, projelerimiz hazır.
Biz yetkiyi alır almaz, bu sorunları 2 aşamada çözeceğiz.
İlk aşamada;
Hiçbir armatörün, boş konteynerle ülkeden çıkmasına izin vermeyeceğiz.
Türk armatörlerin, gerekirse zararlarını karşılayarak,
Türkiye’nin yüklerini taşımasını mecbur tutacağız.
Dünyadaki büyük taşımacılık şirketleriyle pazarlığa oturup anlaşma yapacağız.
Yakın ülkelere Ro-Ro, Tren, TIR nakliyeleri için ihracat teşviki vereceğiz.
İkinci aşamada ise;
Filo ve konteyner üretimine teşvik verip, yerli ve güçlü bir denizcilik filosu oluşturacağız.
Türkiye’yi Ortadoğu ve Uzakdoğu’yla bağlayan bir lojistik hattı kuracağız.
Çok modlu taşımacılığı mümkün kılıp, limanlarımızın tren yolu bağlantılarını kuracağız.
Limanlarımızın kapasitesini,
büyüklüğü giderek artan konteyner gemilerinin yanaşabileceği şekilde geliştireceğiz.
Böylece hem damadının çarçur ettiği dövizi yerine koyacağız,
hem de, üç yanı denizlerle çevrili Türkiye’mizi, bu alanda hak ettiği yere taşıyıp,
çok önemli bir gelir kapısını aralayacağız.
Değerli milletvekilleri;
Israrla söylüyorum, bu iktidarın milletimize verecek bir şeyi kalmadı.
Bakın, sadece ihracatta ya da sanayide değil, nereye el atsak, bir sorun yumağı ile karşılaşıyoruz.
Dardaki vatandaşımızın pazarlardan patates toplamak zorunda kaldığı Türkiye’de,
Çiftçimiz, depolardaki patatesini satamıyor.
Şairin dediği gibi;
“Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe.”
Depolar ağzına kadar patates dolu.
Sadece Niğde’de, depolarda çürümeye yüz tutan 450 bin ton patates var.
Ülke genelindeyse, yaklaşık 700 bin ton patates çürümeyi bekliyor.
Sadece maliyeti bile, yaklaşık 700 milyon lira.
Bir ay daha depolarda kalırsa, hepsi ya çürüyecek, ya da çimlenecek.
Patates üreticisi, iki aydır “ürünümüz çürüyor” diye bağırıyor,
Ama Sayın Erdoğan oralı bile olmuyor.
Sayın Erdoğan;
Bir zamanlar, “Ekilmedik bir karış yer bırakmayın.” diyordun.
Patates üreticisi de seni dinledi.
Peki sonra ne oldu?
Ürünleri ellerinde kaldı.
Haydi bakalım, şimdi al eline o çok sevdiğin mikrofonu,
Niğde’deki, Konya’daki, Afyon’daki, Ödemiş’teki, patates üreticilerimize,
Onları içine düşürdüğün durumun çaresini söyle, biz de duyalım.
“80 kuruşa, 100 kuruşa mal ettiğiniz patatesi,
40 kuruşa, 50 kuruşa satmanıza gönlümüz razı değil.” de.
“Zararınızı karşılayacağız.” de.
Haydi bakalım Sayın Erdoğan, işini yap ve zor durumdaki Türk çiftçisine bir şeyler söyle!
Ama söyleyemezsin.
Bütün politikalarını, üreteni cezalandırmak üzerine kurarsan,
bugünler geldiğinde, ağzını açıp da bir şey söyleyemezsin.
Senin o performans canavarı Tarım Bakanın bilmez ama;
Tarım ekonomisindeki temel kural,
bir yıl önce fiyatı artan ürünün, bir yıl sonra arzının da yüksek olmasıdır.
Başında olduğun devletin, önemini bir türlü kavrayamadığın,
“dengeleyici, düzenleyici” rolü de, işte burada ortaya çıkar.
Kongre kongre gezip salgını yaymakla uğraşacağına, git biraz bunlara çalış.
Sen çöken partini toplayacaksın diye, olan çiftçimize oluyor, olan üreticimize oluyor.
Devlet yönetmek ciddiyet ister.
Görevinin ciddiyetinin farkına var artık.
Dava arkadaşlarım;
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi Türkiye’yi taşıyamıyor.
İktidar, bu ucube sistemi memlekete musallat ettiğinden beri,
insanımız fakirleşti, ekonomimiz bozuldu,
hukuk, adalet, liyakat ortadan kalktı.
Türkiye, her gün, potansiyelini gerçekleştirmekten bir adım daha uzaklaşıyor.
O nedenle, düze çıkmanın yolu, önce bu ucube sistemden kurtulmaktan geçiyor.
Bir yıldır il il, ilçe ilçe geziyoruz.
Memleketin her yanında, milletimizin dertlerini dinliyoruz.
Yalanları bozarak, duvarları yıkarak yürüyoruz.
Arkamızda milletimizin desteğiyle, her geçen gün büyüyoruz.
Çünkü milletimiz, gayretimizi görüyor.
Çünkü milletimiz, samimiyetimiz biliyor.
İşte bu yüzden, Millet Bizi Çağırıyor!
Biz bu kutlu çağrıyı duyuyoruz, ve emin adımlarla iktidara yürüyoruz.
Milletimizin içi rahat olsun.
Yetkiyi aldığımızda iktidar ve ortakları gibi,
yalan dünyayla değil, milletimizin gerçekleriyle meşgul olacağız.
Milletimizin refah, huzur ve mutluluğu için çalışacağız.
Ve emin olun milletimizin hakkı olan büyük, zengin ve mutlu Türkiye’yi mutlaka inşa edeceğiz.
Allah bu kutlu yolda bizi milletimize karşı mahcup etmesin.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken,
Sayın Erdoğan’ı, dün itibariyle insan hakları kavramını keşfettiği için tebrik etmek istiyorum.
Kendisi, anayasamızda ve mevzuatımızda hali hazırda var olan,
ancak uygulamaya bir türlü yanaşmadığı,
hatta tam tersine, yıllardır hunharca çiğnediği sayısız ilkeden bazılarını,
sırf dünyaya şirin görünmek adına keşfetmiş oldu.
Sayın Erdoğan için büyük, bizler için ise atılmamış olan bu adımdan ötürü,
kendisini yürekten kutluyorum.
Eğer biraz daha gayret edip, iyi bir Cumhurbaşkanı olursa,
bir gün elbet cumhuriyeti, demokrasiyi ve güçler ayrılığını da keşfedebileceğine inanıyorum.
Kim bilir, belki o gün kendisi çıkıp, “İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” bile diyebilir.
Neden olmasın?...