İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener grup toplantısında konuştu. İktidara salgın ile ilgili eleştirilerde bulunan Akşener, "Aylarca, vaka sayılarını saklayıp, sadece hasta sayılarını açıklayarak, herkesi kandırabileceklerini sandılar. O da olmadı. Sadece kendilerini kandırdılar." dedi.
Akşener, Erdoğan'a seslenerek, "Aylardır, “Çok iyi durumdayız. Zaten şehir hastanelerimiz var.” diye, caka satarken iyiydi de, dünyadaki duruma işaret etmek, şimdi milletimiz virüsten kırılırken mi aklına geldi?" şeklinde konuştu.
Akşener, sözlerinin devamında ise, "Ekonomiyi damadının, pandemi’yi de vatandaşın üzerine yıkıp, Bu işten elini yıkayıp çıkamazsın.
Madem tek adam düzenini kurdun, o zaman tek sorumlu var, o da sensin. Madem siyasi rantın, kırıntısını görünce üzerine atlıyorsun, Başarısızlıkları da bir zahmet üstleneceksin." ifadelerini kullandı.
Asgari ücretle ilgili öneride de bulunan Akşener, "Brüt asgari ücreti 3000 liraya çıkarıp, asgari ücretli çalışanımıza brüt kazancının tamamını ödeyelim.
Yani, İşverenimiz, çalıştırdığı asgari ücretli vatandaşımızın, gelir vergisini ve SGK primini, devlete değil çalışanına versin.
Devletimiz de, çalışanımızın gelir vergisini ve SGK primini üstlensin. Böylece, asgari ücretle çalışan vatandaşımızın eline, net 3000 lira geçerken, işverene olan maliyeti ise 3458 lira olmaya devam etsin." dedi.
Akşener'in açıklamalarından satır başları şöyle:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefa getirdiniz.
Konuşmamın başında,
Covid 19 nedeniyle hayatını kaybeden değerli Muş İl Başkanımız,
Ramazan Aşık’a yüce Allah’tan rahmet, sevenlerine ve camiamıza başsağlığı diliyorum.
Türkiye’de cesaretin bir bedeli var.
Bunu bilerek yola çıktık.
Bedelleri ödeye ödeye, bugünlere geldik.
Ama Türkiye’de, bazı bölgelerde, cesaretin bedeli daha da ağır.
Vatandaşımızın, iki yumruk arasına sıkıştırıldığı yerlerde, iyi ve cesur olmanın bedeli daha da ağır.
Ramazan Başkanım, Muş’ta, iyilerin, cesurların bayrağını taşıdı.
Biz kendisinden razıyız, Allah da ondan razı olsun.
Bu vesileyle, Ramazan Başkanım’ın şahsında,
Covid sebebiyle yitirdiğimiz, tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine, sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Ruhları şad, mekânları Cennet olsun.
Aziz milletim;
Şubat ayından bu yana, dünyayı saran pandemiyle ilgili iktidarı uyarıyoruz.
Bazı ülkelerin hatalarından ders çıkarırlar diye umduk, olmadı.
Dar günde, vatandaşlarının yanında olurlar diye bekledik, olmadı.
Vatandaşımızın sağlığı, canı için yaptığımız önerilere kulak asar, adımlar atar diye bekledik, olmadı.
Salgının ikinci dalgasının ayak sesleri geldiğinde, uyarı ve önerilerimizi tekrarladım.
Pandeminin başından bu yana gayretli gördüğümüz Sağlık Bakanı’nı da,
Alınan her karara tebelleş olan Sayın Erdoğan’ı da uyardım.
“Bu işin bedeli ağır olacak.
Milletimizi bu belaya karşı, korumasız bırakıyorsunuz.
Önerilerimizi yerine getirin.” dedim.
Ama maalesef, Sayın Erdoğan, ekonomiden teknolojiye, hukuktan tarihe, sanayiden sağlığa,
her konuyu en iyi bilen olduğu için, yaptığımız hiçbir uyarıyı, hiçbir önerimizi dinlemedi.
Aylarca, vaka sayılarını saklayıp, sadece hasta sayılarını açıklayarak, herkesi kandırabileceklerini sandılar.
O da olmadı.
Sadece kendilerini kandırdılar.
Memlekette pandemi başını alıp, dünyada üçüncü sıraya çıkınca,
Bu sefer dönüp dünyayı işaret edip, dediler ki, “Bakın her yerde tablo vahim.”
Sayın Erdoğan;
Aylardır, “Çok iyi durumdayız. Zaten şehir hastanelerimiz var.” diye, caka satarken iyiydi de,
Dünyadaki duruma işaret etmek, şimdi milletimiz virüsten kırılırken mi aklına geldi?
Ayıptır, günahtır.
83 milyonun vebalini taşıyorsunuz.
Ama daha bunun ağırlığını bile kavrayamıyorsunuz.
Evet, dünyada durumu kötü olan ülkeler var.
Ama, ikinci dalgaya karşı, kendini koruyabilmiş ülkeler de var.
Sizin işiniz, kötü olan ülkeleri göstermek değil, Türkiye’yi durumu iyi olan ülkeler arasına sokmaktı.
Ama söz konusu olan vatandaşlarımızın canıyken bile; siyaset iletişimiyle, algı yönetimiyle, propagandayla sorumluluktan kaçabileceğinizi sandınız.
Canı yanan milletimizin, yaşadığı gerçek ortadayken,
yalanların yatsıya kadar süreceğini, gerçeğin kapımızı çalacağını görmediniz.
Artık yüzlerinizde, milletine yalan söylemiş bir iktidarın, kapkara lekesi var.
İlk seçimde milletimizin karşısına bu lekeyle çıkmak zorunda kalacaksınız.
Dava arkadaşlarım;
Peki sonunda ne oldu?
Pandemi ülkemizi sardı.
Onlarsa işi götürüp, varlıklarıyla gurur duyduğumuz, sağlık ordumuzun sırtına yıktılar.
Sorumluluğu, önerilerine kulak asmadıkları, Bilim Kurulu’nun üzerine yıktılar.
Ardından da vatandaşlarımızı suçladılar.
Sen mitingler yapıp, millete çay atmakta sakınca görmeyince, elbette, her şeyin yolunda olduğunu düşünüp, kurallara uymayan vatandaşlarımız oldu.
Ama iktidar olarak senin görevin, bütün vatandaşlarımızı koruyacak önlemleri almaktı.
Hayatı paradan puldan, yönetmeyi de, eşi dostu zengin etmekten ibaret sanan bir zihniyetin, ülkemize faturası ağır oluyor.
Bakıyorsunuz, yine ellerini yıkamışlar, yine hiçbir suçları yok…
Yok öyle yağma Sayın Erdoğan!
Ekonomiyi damadının,
Pandemi’yi de vatandaşın üzerine yıkıp,
Bu işten elini yıkayıp çıkamazsın.
Madem tek adam düzenini kurdun, o zaman tek sorumlu var, o da sensin!
Madem siyasi rantın, kırıntısını görünce üzerine atlıyorsun,
Başarısızlıkları da bir zahmet üstleneceksin.
Aziz milletim;
Pandeminin ikinci dalgası Türkiye’ye pahalıya mal oldu.
Bu süreçte, laf kalabalığıyla günü geçiştirmek yerine, somut adımlar atılması gerekiyor.
Bu amaçla milletvekillerimiz, salgının başından beri yaptıkları gibi,
Süreci yakından takip ettiler, soru önergeleri verdiler, kanun teklifleri verdiler.
Milletin sesi olmaya, milletin gerçeklerini iktidara anlatmaya çalıştılar.
Mesela dediler ki;
“Türkiye’ye getirilecek aşılar, tüm vatandaşlarımıza ücretsiz yapılsın.”
Hepimizin sağlığı için yaptığımız bu öneri, Cumhur ittifakının oylarıyla reddedildi.
İktidarın vekilleri reddetti ama, Sayın Erdoğan dün akşam çıkıp,
“Aşılar ücretsiz yapılacak” dedi.
Güler misin, ağlar mısın?
Mesela milletvekillerimiz dedi ki;
“Pandemi nedeniyle işyerini kapatmak zorunda kalan işletmelere, 2021 yılı bütçesinde ödenek konulmadı.
Esnafımıza 6 ay süreyle, aylık 2 bin lira destek ödemesi yapılsın.”
Esnafımızı ferahlatmak için yaptığımız bu öneri, Cumhur ittifakının oylarıyla reddedildi.
Peki dün akşam bu konularda tek bir söz duyan oldu mu? Yok.
Siyasi ranta gelince, topa giren Sayın Erdoğan, esnafa gelince ıslık çalmayı tercih etti.
Dava arkadaşlarım;
Milletimiz için istedik, Cumhur ittifakı reddetti.
Esnafımız için önerdik, Cumhur ittifakı reddetti.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti devleti, milletine ücretsiz aşı yapabilecek bir devlettir.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti, zordaki esnafına, aylık 2 bin lira destek verebilecek bir ülkedir.
Ama maalesef Türkiye’yi yöneten bu iktidar, milletimizi önemsemiyor,
Esnafımızı önemsemiyor.
Millet namına iyi olan ne varsa, küçük ortağıyla birlikte, parmak kaldırıp engel oluyorlar.
Tek dertleri var, o da koltukları…
Bunun son örneğine Sayın Erdoğan’ın dün akşamki konuşmasında hep beraber şahit olduk.
Milletimiz dün akşam Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını bekledi.
Ne diyecek, nasıl önlemler açıklayacak, merak etti.
Çünkü bütün bilgiler onda.
Yetki onda.
İmkan onda.
Ama o gitti, yine yarım yamalak önlemler açıkladı.
Siyasi hesaplarla, ürkek adımlar atıp, milletin sağlığını, canını riske atmaya devam ediyorlar.
Bilim insanlarının tamamı en az 14 günlük kapanma diye ısrar ediyor.
Sayın Erdoğan’ın umurunda değil.
Millet canının derdinde, ülkenin birliğinin sembolü olması gereken Cumhurbaşkanı, hala siyasi kavga peşinde.
Bıkmadın mı Sayın Erdoğan?
Millet canının derdinde, canının.
Önce birlik diyorsun, sonra o birliği sen parçalıyorsun.
Böyle bir dönemde, en son ihtiyacımız olan kamplaşmak, kavga etmek.
Ama sen hala ötekileştirme, kamplaştırma peşindesin.
Böyle olmaz Sayın Erdoğan!
Böyle devlet yönetilmez.
Yapma!
Gün, siyaset yapma günü değil.
Gün, topyekûn mücadele günü.
Felaket geldi kapımıza dayandı.
Yaraları sarmak yerine, kafa göz yarmak, devlet insanlığına sığmaz.
Sana düşen, millete örnek olmak, rehber olmak, bu cendereden en az hasarla çıkmamızı sağlamak.
Sana düşen, nasıl ölmeyeceğiz, onu anlatmak.
Sana düşen, esnafımıza, çalışanlarımıza hangi destekleri vereceksin, onu anlatmak.
Sana düşen, vatandaşlarımızdan ne bekliyorsun, sen onlara ne vereceksin, bunları anlatmak.
Masal anlatmayı bırak Sayın Erdoğan!
Bu millet tarihini de, değerlerini de, senden önce olduğu gibi, senden sonra da korumasını bilir.
Şimdi bütün mesele, milletin canını, birliğini, dirliğini, sağlığını korumak.
Bunları nasıl yapacaksın sen asıl onu anlat!
Buradan ilan ediyorum;
Bu iktidarın millete verecek hiçbir şeyi kalmamıştır.
Bu iktidar, ömrünü tamamlamıştır.
Bu iktidar, millet iradesine değil, sarayzadelerin keyfine teslim olmuştur.
Bu iktidar, milletimiz için, pandemi kadar tehlikeli bir hale gelmiştir.
Sayın Erdoğan;
Salgın sürecini kötü yönettiğinizi, tedbirlerde geç kaldığınızı, artık herkes biliyor.
Gerçeklerle yüzleşme vakti, artık geldi de geçiyor.
Derhal 14 günlük sokağa çıkma yasağını uygulayın.
Bunu yaparken de vatandaşımızın mağduriyetini önleyecek önlemleri eksiksiz alın.
Zararın neresinden dönersek kardır.
Zaman, Türk Milleti’nin sağlığını, canını koruma zamanı, siyasi rant kovalama zamanı değil.
Değerli milletvekilleri;
Dünyanın alışveriş çılgınlığına sahne olduğu sırada, Türkiye’de bir başka alışveriş çılgınlığı oldu.
Sadece mağazalarda değil, Sayın Erdoğan ve Katar Emiri’nin huzurunda, çok daha büyük satışlar oldu.
İstanbul’daki önemli bir alışveriş merkeziyle,
Varlık Fonu’na devredilmiş Borsa İstanbul’un yüzde 10 hissesi,
Katar Devleti’nin fonu tarafından satın alındı.
Bu satışların yanında, içeriği henüz açıklanmayan bir dizi anlaşma yapıldı.
Bu anlaşmaların konuları arasında limanlar, Haliç, su kaynaklarımız, hatta aile ve kadınlarla ilgili bir mutabakat bile var.
Altını önemle çizmek istiyorum:
Birçok devlet ya da şirket, yabancı borsalara ortak oluyor, yatırımlar yapıyor.
Biz yabancı sermayeye, ya da yatırımlara karşı değiliz.
Ancak, gelişmiş ülkelerde, bu tür satışlar ya da yatırımlarla ilgili olarak kamuoyuna bilgi verilir.
Şu nedenle, şu şartlarda, şöyle bir anlaşma yaptık denir.
Devlet, “Ticari sır” maskesinin ardına saklanmaz.
O yüzden, gizli saklı, yangından mal kaçırır gibi yapılan bu anlaşmaların akıbetini, dikkatle takip edeceğiz.
Aziz milletim;
Biz önce millet, önce memleket diyoruz.
Milletvekili arkadaşlarımız, bu gerçeği, 2021 bütçesiyle ilgili çalışmalarda da ispat ettiler.
Bütçenin görüşüldüğü komisyonda,
Emeklilerimizden, atanamayan öğretmenlerimize kadar, sağlıkçılarımızdan, işsiz gençlerimize kadar, esnaf ve sanatkarlarımızdan, kadro alamayan taşeron çalışanlarımıza kadar, milletimizin sorunlarını, taleplerini dile getirdiler, öneriler sundular.
Maalesef her biri iktidar ortakları tarafından reddedildi.
Mesela gördük ki, 2021 yılı bütçesinde, çiftçilerimizin destek ödemeleri, 2020 rakamlarının altında.
Bu durumun telafisi için verdiğimiz önerge de, Cumhur ittifakı tarafından reddedildi.
Emeklilikte yaşa takılan vatandaşlarımızın mağduriyetine sessiz kalmadık, kalmayacağız.
Mesela bu amaçla, 2021 bütçesine, 15 milyar lira ek ödenek konmasını istedik.
Bu önergemiz de Cumhur ittifakı tarafından reddedildi.
Bütçeyle ilgili komisyonda muhalefetin verdiği hiçbir önerge kabul edilmedi.
Bu durumu demokrasiyle bağdaştırmak mümkün değil.
Sonuç olarak, 2021 yılı bütçesi,
Enerjisi bitmiş bir Hükümetin, milletin hiçbir sorununu çözmeyen bir bütçesi olarak tarihe geçecektir.
Dava arkadaşlarım;
Ak Parti iktidarı ve Sayın Erdoğan, milletin dertlerine sırtını dönmüş, yalnızca iktidarda kalabilmenin hesaplarıyla meşgul.
Büyük bölümü, asgari ücretle geçinmek zorunda kalan milletimiz, umurlarında bile değil.
İYİ Parti olarak, kurulduğumuz günden beri, sürdürülebilir bir büyümenin, ancak üretimle, istihdam yaratarak sağlanacağını söylüyoruz.
İktidarın yanlış politikaları sonucu, vatandaşımızın borçlanmadan yaşayabilmesi imkansız hale geldi.
Bu iktidar, Türk milletine zenginliği değil, yönetilebilir bir fakirliği layık gördü.
Pandemide bile, vatandaşına doğrudan destek olmayı aklından geçirmeyen, sadece kredilerle borçlandırmayı ve askıda ekmeği reva gören bir iktidar var.
Bakın;
Ak Parti iktidarında, hane halkı borcunun milli gelire oranı, tam 10 kat artarak yüzde 17’ye, reel sektör borcunun, milli gelire oranı ise, 3 kat artarak yüzde 74’e ulaştı.
Şirketlerimizi ve vatandaşımızı, her geçen gün daha da borçlandıran, istihdam sağlayamayan bu iktidarın, artık sonuna geldiğimiz açık.
Milletimizin her bir ferdinin kendine şunu sormasını istiyorum;
Ekonomik durumumuz, bir önceki aya göre daha mı iyi, yoksa daha mı kötü?
Dolayısıyla, iktidar ülkeyi bir önceki aya göre, daha mı iyi yönetiyor, yoksa daha mı kötü yönetiyor?
Bu sorunun cevabını biliyoruz.
Bu sorunun cevabını, çarşıda, pazarda, ay sonunda hep birlikte yaşıyoruz.
Değerli milletvekilleri;
Demokrasi işte bunun için vardır.
Millet, işlerin kötüye gittiğini gördüğünde, sandıkta gereğini yapar.
Millet iradesi, şaşmaz bir tartıdır.
Ve her siyasi parti o tartıya çıkar, gerçekle yüzleşir.
Yüzleşmemiz gereken o gerçeklerden biri de, Asgari Ücret konusudur.
Çünkü Asgari Ücret, evine ekmek götürmekte zorluk çeken, 10 milyondan fazla haneyi ilgilendirir.
Çünkü Asgari Ücret, en küçükten en büyüğe, bütün şirketlerimizi ilgilendirir.
Çünkü Asgari Ücret, zor durumda olan tüm esnaflarımızı ilgilendirir.
Çünkü Asgari Ücret, iş bekleyen 5 milyondan fazla insanımızı, kayıt dışında çalışmak zorunda kalan, 10 milyona yakın vatandaşımızı ilgilendirir.
İşte o nedenle, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde asgari ücreti konuşacağız.
Her hafta olduğu gibi bu hafta da, bu kürsüyü, asıl sahibine, milletimize teslim ediyoruz.
Türk Metal Sendikası, Diler Demir Çelik, İşyeri Baş Temsilcisi, Sayın Nurdoğan Çakır, aramızda.
Buyurun, Nurdoğan Bey, söz de, kürsü de sizindir.
Değerli milletvekilleri;
Milletin sesini, emeğin sesini duydunuz.
Siz “Türkiye’de işsizlik yok, iş beğenmeyenler var.” diyebilen, kendini bilmez, iktidar milletvekillerine bakmayın.
Oynanmış TÜİK verilerine göre bile;
İş bulmaktan umudunu kesmiş vatandaşlarımızın sayısı, işsiz vatandaşlarımızdan daha fazla.
Bir an önce, başta gençlerimiz olmak üzere, vatandaşımızın güvencesizliğini azaltıp,
insana yakışan işlerin sağlanacağı, bir yatırım ortamını oluşturmamız gerekiyor.
Vatandaşlarımızın satın alma gücünü, onları daha da borçlandırarak değil, daimi kazançlarını arttıracak şekilde yapmamız gerekiyor.
Bunun yolu da, başta dar gelirliler olmak üzere, çalışanlarımızın ücretlerini arttırmamızdan geçiyor.
Biz bunu söyleyince, şirketlerimiz;
“Benim üzerimdeki işgücü maliyetlerini, daha da arttırırsanız, ya iflas ederim, ya da istihdamımı azaltmam gerekir.” diyecekler.
Bunu söylemekte çok haklılar!
Şirketlerimizin üzerindeki maliyetler, izlenen kötü politikalar sonucunda, şirketlerimizi zarar ettirip, iflasa sürükleyecek derecede arttı.
Özellikle küçük ölçekli şirketlerimiz, esnafımız, çalışanlarının sigorta primlerini, karşılayamaz duruma geldi.
Anadolu’daki esnaf ziyaretlerimizde, çalışanlarını ağlayarak işten çıkarmak zorunda kaldığını söyleyen, birçok esnafımızla karşılaştık.
Bizim işverenimiz, esnafımız, KOBİ’miz, istihdam sağlamak istiyor ama, yüksek maliyetlerden dolayı bunu maalesef yapamıyor.
O yüzden, işverenlerimizin yeniden istihdam yaratabilmeleri için, üzerlerindeki maliyetleri, mutlaka düşürmemiz gerek.
Bakın size çok çarpıcı bir sayı vereyim:
Son altı senede, kamunun genel istihdamı, 1 milyon 394 bin artarken, toplam kayıtlı istihdam, sadece 1 milyon 312 bin artmış.
Kamunun, toplam istihdam içindeki payı, yüzde 19.9’dan, yüzde 26.2’ye çıkmış.
Yani, Yola, özel sektör odaklı, istihdam yaratan bir büyüme vaadiyle çıkan Ak Parti, eskinin Doğu Bloku iktidarlarını aratmayan, hantal bir partiye dönüşmüş.
Dava arkadaşlarım;
Bir başka sorunumuz da kayıt dışı istihdam.
Türkiye’de toplam çalışan sayısının üçte biri, maalesef herhangi bir sosyal güvencesi olmadan, kayıt dışı çalışıyor.
Yüksek bir öğrenime sahip gençlerimiz bile, kayıt dışı çalışmak zorunda.
Emeklilikte yaşa takılan kardeşlerimizin sorununu zaten biliyorsunuz.
Kayıt dışı çalıştığınızda her türlü sosyal güvenceden uzak bir şekilde, emekliliğe hak kazanamadan yaşıyorsunuz, güvencesizlik yakanızı bırakmıyor.
Bütün bunların özeti şudur:
Acilen, istihdam yaratan bir büyüme modeline geçmemiz gerekiyor.
Vatandaşlarını borçlandırmadan, ihtiyaçlarını karşılayacak bir ekonomik modeli uygulamamız gerekiyor.
İşverenlerinin daha fazla istihdam yaratmalarını sağlayacak, bir yatırım iklimini oluşturmamız gerekiyor.
Bunun için de, herkesi memnun edecek bir asgari ücret düzenlemesini, uygulamaya koymamız şart.
Aziz milletim;
İYİ Parti olarak biz,
“Türkiye istihdamsız değil, istihdamla büyüsün.” diyoruz.
“Rantla değil, üretimle kalkınsın.” diyoruz.
Bu vizyon ışığında,
İşverenlerimizin üzerindeki yükü hafifletip, onların yeniden istihdam yaratmalarını sağlarken, dar gelirli vatandaşımızı da, borç sarmalına sürüklemeyecek, kayıt dışı istihdamı kayıt altına alacak, hakkaniyetli bir asgari ücret modeli üzerinde çalıştık.
Mevcut durumda, brüt asgari ücret 2943 lira.
Gelir vergisi, SGK primi ve işsizlik sigortası fonu kesintileri yapıldıktan sonra, çalışanımızın eline net, 2325 lira geçiyor.
Diğer taraftan, asgari ücretli bir çalışanı istihdam etmek için, işverenimizin cebinden ise 3458 lira çıkıyor.
Bu hem maaşı kuşa dönen çalışanımız açısından, hem de yüksek bir maliyet üstlenen işverenimiz açısından, kabul edilebilir bir durum değil.
Bizim önerimiz şudur:
Brüt asgari ücreti 3000 liraya çıkarıp, asgari ücretli çalışanımıza brüt kazancının tamamını ödeyelim.
Yani, İşverenimiz, çalıştırdığı asgari ücretli vatandaşımızın, gelir vergisini ve SGK primini, devlete değil çalışanına versin.
Devletimiz de, çalışanımızın gelir vergisini ve SGK primini üstlensin.
Böylece, asgari ücretle çalışan vatandaşımızın eline, net 3000 lira geçerken, işverene olan maliyeti ise 3458 lira olmaya devam etsin.
Yani; çalışanımızın eline geçen asgari ücreti, 2325 liradan, 3000 liraya çıkaralım, ama, işverene olan maliyetini de arttırmayalım.
Ayrıca, bu düzenleme sadece asgari ücretliyi kapsamasın.
Asgari ücretin üzerinde maaş alan çalışanların da, asgari ücretten doğan SGK primini ve gelir vergisini devlet üstlensin.
Bir başka deyişle, devletimiz bütün çalışanlarının cebine, aylık 675 lira koysun, ama bu parayı işverenden almasın.
Bizim önerimiz budur.
Dava arkadaşlarım;
Bu düzenleme ülkemize çok şey kazandıracak:
Ekonomimizin sert bir şekilde daraldığı bu dönemde, başta dar gelirli vatandaşlarımız için olmak üzere, harcanabilir gelirimiz artacak.
Milletimizin kazancı arttığı için, tüketimimiz de 112 milyar lira artacak, bu artışın milli gelirimize etkisi yaklaşık 450 milyar lira olacak.
Yani, vatandaşlarımızı ve şirketlerimizi borçlandırmadan, tüketim ve milli gelir artışı sağlayacağız.
Bunun istihdama katkısı ise, 1 milyon 550 bin yeni çalışan olacak.
Üstelik, bu 1 milyon 550 bin yeni istihdamın, 1 milyon 164 bini, kayıt dışından, kayıt altına geçen vatandaşlarımız olacak.
Yani bu model, güvencesiz çalışan 1 milyondan fazla vatandaşımıza, sosyal güvenlik ve emeklilik hakkı sağlayacak.
Yani bu model özellikle, maliyetler yüksek olduğu için, aile bireylerini kayıtlı çalıştıramayan, aile işletmelerimize büyük destek olacak.
Sonuç olarak, önerdiğimiz asgari ücret düzenlememiz, özel sektörün, yüksek işgücü maliyetleriyle karşılaşmadan, yeniden istihdam yaratacağı bir büyüme modelinin, başlangıcı niteliğinde olacak.
Çalışanlarımız da, ihtiyaçlarının en azından bir kısmını borçlanmadan karşılayacak.
Başta gençlerimiz olmak üzere, güvencesiz çalışan vatandaşlarımızın en azından bir kısmı, her türlü sosyal güvenlik, ve emeklilik haklarından yararlanmaya başlayacak.
Aziz milletim;
Biliyorsunuz ne yaptığının, ne de sattığının hesabını veremeyen iktidar,
Biz ne önersek, hemen “Kaynak nerede?” diye sormayı, alışkanlık haline getirdi.
Olsun, bizim bütün önerilerimiz hesaplı, kitaplı, planlı.
Her önerimiz şeffaf, hiçbir önerimizde gizli hesaplar, örtülü yandaş kollamalar yok.
Asgari ücret için de, bütün hesaplarımızı yaptık:
Önerimizin bütçeye maliyeti, 71 milyar lira.
Peki bu maliyet, neye karşılık geliyor?
Mesela bu maliyet, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçtikten sonra, bütçedeki faiz harcamalarındaki artış oranına eşit.
2018 bütçesinde, 73 milyar lira olan faiz harcamasının,
2020 yılında, 144 milyar lira olması bekleniyor.
Yani bu maliyet, bu israf ekonomisinin neden olduğu, faiz harcamasındaki artış kadar.
Yani bu maliyet, devletin, önümüzdeki dönemdeki faiz harcamaları için, bakın borç için değil, borcun faizi için ayırdığı bütçenin, yüzde 40’ı bile değil.
Yani, biz doğru bir borçlanma stratejisi izlersek, bu kaynağı, sadece faiz harcamalarından yapacağımız tasarrufla bile çıkarabiliriz.
Mesela bu maliyet, kendisini anmadan geçemeyeceğim, eski Damat Bakan’ın, dahiyane bir fikirle, hazinemizi döviz cinsinden borçlandırdığı dönemde,
Türk Lirası’ndaki değer kaybından dolayı, karşılaştığımız maliyetin yarısı.
Mesela,
Mevcut durumda, yap-işlet-devret modeli ile,
Hazine garantili projelere verilen toplam taahhüt, 142 Milyar 800 milyon dolar.
Yılbaşından itibaren, sadece döviz kurundaki artıştan dolayı, 264 Milyar 137 milyon liralık bir taahhüt artışı oldu.
Önerdiğimiz asgari ücret düzenlemesinin maliyeti, bu artışın sadece dörtte biri kadar.
Yani, yandaş müteahhitlerinize gidip, bu projeler için alacakları parayı, bu yılın başındaki döviz kuru üzerinden, sabitlemeyi teklif ederseniz, önerdiğimiz asgari ücret düzenlemesinin, dört katı büyüklüğünde bir kaynağı da, bu ve benzeri projelerde kullanmak üzere, tasarruf etmiş olursunuz.
Mesela, nedense bir türlü vazgeçemediğiniz Katar İstanbul projesinin, düşünülen maliyeti 25 milyar dolar, yani yaklaşık 195 buçuk milyar lira olacak.
Bizim asgari ücret düzenlememiz, Katar İstanbul projesinin üçte biri kadar.
Gelin, bu zor zamanlarda, ülkenin dar gelirli çalışanlarını, Katarlı dostlarınızın önüne koyun.
Gelin, bir kez olsun, milletinizin iyiliğini düşünün.
Gelin, saray sefanız için yapmaktan çekinmediğiniz zammı, çalışanlarımıza çok görmeyin.
Böylece hem İstanbullular, hem de çalışanlarımız rahat bir nefes alsın.
Aziz milletim;
Devlet bugünlerde adım atmayacaksa, ne zaman atacak?
Bizim önerimiz açık, bizim çözümümüz çok net.
Karşılığında ise kimsenin ödeyeceği bir bedel yok.
İşte bu, İYİ Parti iktidarıdır.
Diyeceksiniz ki.
Madem bu kadar kolay, bunu onlar neden yapmıyor?
Bizim iktidarımız elbette farklı olacak.
Çünkü Devleti yönetmek bize kolay, onlara zor gelir.
Çünkü bizim gerçeğimiz, onların ancak hayali olabilir.
Biz kazanmayı biliriz, onlar harcamayı bilir.
Biz kurmayı biliriz, onlar satmayı bilir.
Biz sorunları çözmeyi biliriz, onlar bahane üretmeyi bilir.
Biz barıştırmayı biliriz, onlar birbirine düşürmeyi bilir.
Biz, dardaki vatandaşımızın derdini dinleriz, onlar 5 müteahhidin derdini dinlerler.
Biz, dar sokaklarda, mahallelerde gezeriz, onlar saraylarda sefa sürerler.
Biz, demokrasiyi amaç ediniriz, onlar araç olarak kullanırlar.
Biz, gencimiz özgür olsun isteriz, onlar kontrol etmek için uğraşırlar.
Biz, kuvvetler ayrılığı deriz, onlar “kuvvet tek olsun, bizim olsun.” diye için her şeyi yaparlar.
Biz, 21’inci yüzyılı temsil ederiz, onlar 19’uncu yüzyıla takılıp kalırlar.
Dava arkadaşlarım;
Millet menfaatine adım atmak, “önce millet, önce memleket.” demeyi gerektirir.
Devlet ciddiyeti, vizyon ve liyakat gerektirir.
İşte, millet için getirdiğimiz her öneriye, “hayır” diyen bu iktidarın, ve küçük ortaklarının eksiği budur.
Her şeyimiz var.
Eksik olan, milletini her şeyin önüne koyan bir yönetim anlayışıdır.
Bizim için siyaset, bir hizmet yarışıdır.
Ama onlar için siyaset, iktidarda kalmak, eşi dostu paraya boğmak, saray sefasını sürdürebilmektir.
Bugün Türkiye’de;
Siyaset, Sarayla Balgat arasındaki nefret diline sıkışmış,
Devletin maliyesi bakkal defterine dönmüşken;
Gazi Meclis bir kenara atılmış,
Devlet işleri sarayda cirit atan danışmanlara terk edilmiş, hukuk delik deşik olmuşken;
Salgın can pazarına, yoksulluk zulme dönmüş,
Millet, oy verdiği iktidar tarafından yüz üstü bırakılmışken;
Milletimizin canıyla, kanıyla kurduğu Cumhuriyetimiz,
tek adam sisteminin, o tek adamdan başka kimseye faydası olmayan icraatlarının altında, çatırdamaya başlamışken;
Önce millet, önce memleket diyen bizler, susamayız.
Olanı biteni, oturup bir kenardan izleyemeyiz.
Milletimiz çile çekerken, biz seyirci kalamayız.
Çünkü onların iktidar hayalleri, milletimizin kabusudur!
Bizim hayalimiz ise, milletimizin gülen yüzüdür!
İşte o nedenle artık Millet Bizi Çağırıyor!
Milletimizi, mahkûm edildiği bu işsizlik, yoksulluk ve borç sarmalından kurtaracağız!
İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le milletimizin yüzünü güldüreceğiz!
Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’yi milletimizle el ele kuracağız!
Ahdımız olsun, bu güneşi doğuracağız,
Ahdımız olsun, bu karanlığa son vereceğiz!
Çünkü biz, Abdürrahim Karakoç’un dizelerindeki gerçeğe inananlarız;
“Ben, beni benden korursam insanım.
Verdiğim sözde durursam insanım.
Bastığım her yer Sırattır mutlaka,
Şaşmadan doğru yürürsem insanım.”
Büyük Türk Milleti’nin iyi ve cesur evlatları;
Şaşmadan doğru yürümeye devam edeceksiniz.
Milletimize verdiğimiz sözleri tutacaksınız.
Bırakın yarını, bugünü kurtarmanın telaşındaki milletimize, nefes aldıracaksınız.
Güneş doğacak, sabah olacak.
Bu karanlık günlerden sonra doğan o güneş, Türkiye’ye iyi gelecek!
Bizler,
Umulmadık bir zamanda, umulmadık bir yerlerden çıkıp gelenleriz.
Tıpkı milletimiz gibi, omuzlarımızdaki yük ağır, yolumuz çetin.
Ama yılmayacağız, yorulmayacağız. ve emin olun;
Allah’ın izniyle o kutlu hedefe varacağız.
Ülkemizi ve milletimizi düze çıkaracağız.
Türkiye nasıl yönetilir, Türkiye nasıl zenginleşir, milletin yüzü nasıl güler, dosta-düşmana göstereceğiz.
Allah, bu kutlu yolda ayağınızı taşa değdirmesin.
Allah, birliğimizi daim, yolumuzu açık etsin.