Meral Akşener, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati''nin, “Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor” ifadesine sert tepki gösterdi.
Akşener, “Böyle bir rezalet olabilir mi? Utanmadan dalga mı geçiyorsunuz? Siz nesiniz o zaman bostan korkuluğu mu?” diye sordu.
Akşener, Erdoğan''a da tepki gösterreek, "Sayıştay''a her zamanki yakışıksız tarzıyla ayar verdi. ''Açık aramayın'' dedi. Yani işinizi yapmayın dedi. Hayırdır Bay kriz neden bu kadar korktun? Sayıştay''ın raporları zaten yolsuzluk ansiklopedisi gibi. Hiç kendini yorma çünkü devlet unutmaz" diye konuştu.
Erdoğan''ın sürtük ifadesine tepki gösteren Akşener, "Hiç utanmadan, sıkılmadan, zerre duraksamadan, bu aziz millete, ''çürük ve sürtük'' dendi. Bu hakareti; denize dökülüşünü unutamayan bir Yunanlı etmedi. Bu hakareti; geçmiş yenilgisinin karın ağrısını taşıyan bir İngiliz de etmedi. Bu hakareti; travmalarını atlatamayan bir Fransız da etmedi. Bu hakareti; Bu ülkenin Cumhurbaşkanı etti, Cumhurbaşkanı! Yazıklar olsun!" dedi.
Meral Akşener''in açıklamaları şu şekilde;
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Atatürk diyor ki;
“Bir hükümetin iyi veya fena olduğunu anlamak için,
"Hükümetten amaç nedir?" bunu düşünmek gerekir.
Hükümetin iki hedefi vardır.
Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek.
Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır.”
1923’te yapılan bu tespitteki hakikate,
bugünlerde tüm çarpıcılığıyla şahit oluyoruz.
Bay Kriz ve olağanüstü ekonomi yönetimi sayesinde;
artık her yeni güne, yeni bir zam haberiyle uyanıyoruz.
Sabah ekmeğe zam,
Öğlen elektriğe zam,
Akşam doğal gaza zam.
Gece yarısı benzine, mazota zam.
Artık zamla yatıyor, zamla kalkıyoruz…
2500 lira reva görülen emeklilerimiz;
Halk Ekmek kuyruklarında sıra bekliyor.
Okula gidecek otobüs parası bulamayan gençlerimiz;
umutsuzluk içerisinde gün geçiriyor.
Akşam evde ne pişireceğini bilemeyen anneler;
Evine, et, süt, yağ, un, hatta çocuğuna bez bile alamadığı için, feryat ediyor.
Milletimiz güvensizlik içinde yaşarken, saray şürekasına göre her şey yolunda.
Milletimiz yoksullukla boğuşurken,
5 maaşlı, 10 maaşlı, saray danışmanlarının keyifleri, her zamanki gibi yerinde.
Ülkede enflasyon, makyajlı hâliyle bile, yüzde 73 buçuk olarak açıklanırken,
beceriksizliğiyle göz kamaştıran Nebati Bakan çıkıp;
“Biz bir yol ayrımına gittik.
Enflasyonla büyümeyi tercih ettik.
Bu sistemden dar gelirliler hariç,
Üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyor.” diyor.
Böyle bir rezalet olabilir mi?
Böyle bir pişkinlik olabilir mi?
Yokluğa, yoksulluğa mahkûm ettiğiniz insanlarımızla,
bir de utanmadan dalga mı geçiyorsunuz?
“Dar gelirli hariç, diğerlerinin işleri yolunda.” ne demek?
Dar gelirli vatandaşlarımızı, vatandaştan saymayan, böyle bir umursamazlık olabilir mi?
Siz nesiniz o zaman?
Bostan korkuluğu mu?
Bu sistem, sizin tercihiniz değil mi?
Uçacak dediğiniz Türkiye, böyle mi uçacak?
Yazıklar olsun!
Neymiş?
“Enflasyon düşüş eğilimine girmiş…”
Üretim maliyetlerini yansıtan ÜFE,
üç haneli sayılarda, tırmanışa aynen devam ederken;
Nebati Bakan’ın bu sözlerine bakınca, anlıyoruz ki,
TÜİK, sihirli değneğiyle, tez zamanda bu arkadaşımızın, yardımına koşacak.
Nitekim, bunun ilk işaretlerini görmeye başladık bile…
İlk önce, TÜFE ve ÜFE oranlarından sorumlu, daire başkanını görevden aldılar.
Sonrasında, 20 bölge müdürünü değiştirdiler.
Şimdi de TÜİK, bu aydan itibaren;
Domatesin, patatesin kilosunu ne kadardan hesapladığını,
kira fiyatlarını, ne kadardan hesapladığını, yayınlamayacağını açıkladı.
Nedenleri de neymiş biliyor musunuz?
Avrupa Birliği’nden artık böyle bir talep gelmiyormuş…
Şu işe bakar mısınız?
TÜİK, yitip giden inandırıcılığını, geri kazanmak adına,
vatandaşa daha şeffaf olmak yerine, tam tersine,
“AB’den artık böyle bir talep gelmiyor, ben de yayınlama ihtiyacı görmüyorum.” diyor.
Yani;
kendisini, bu ülkenin vatandaşına karşı değil,
sadece, Sayın Erdoğan’a karşı sorumlu hissediyor.
Yani;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumu değil de,
Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu olduğunu itiraf ediyor.
Yani;
ülkemizdeki kurumsal devlet krizini, bir kez daha gözler önüne seriyor.
Bu vesileyle, bu rakamları belirleyen zevata, bir çift sözüm var:
Açıkladığınız rakamlar, işçinin, memurun, emeklinin, maaş zammını belirliyor.
Ay sonunu getiremeyen insanlarımızın vebali boynunuzda.
Gelin, iki cihanınızı da karartmayın.
Gelin, bu milletin ahını, daha fazla almayın.
Ya görevinizi hakkıyla yapın, ya da millete karşı sorumluluğunuzun farkındalığıyla,
o görevlerden, devlet insanı vakarıyla, şerefinizle ayrılın.
Sakın unutmayın:
Ah ile abat olan, dert ile berbat olur.
Benden söylemesi…
Aziz milletim;
Ülkemizde giderek derinleşen kurumsal devlet krizi,
maalesef TÜİK’le de sınırlı değil…
Geçtiğimiz Mayıs ayı, devletimizin iki köklü kurumunun,
Sayıştay’ın ve Danıştay’ın, kuruluş yıl dönümleriydi.
Biliyorsunuz ki;
Her iki yargı kurumumuz da, kadim devlet geleneğimizden damıttığımız, köklü kurumlarımızdır.
Tabii ki böyle olduğu için de;
Sayın Erdoğan’ın en sevmediği kurumlarımızdır.
Çünkü biliyorsunuz ki, kendisi adeta;
devletimize, milletimize ve tarihimize ait ne varsa,
yıkmaktan, bozmaktan ve yozlaştırmaktan sorumlu.
Aksini yapamadığı herkese ve her şeye de, uyuz oluyor…
Nitekim, iki kurumumuzun yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmalarda;
her zamanki gibi, yine bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı değil de,
âdeta devlete karşı mücadele eden, bir fanatiği gördük.
Anayasal görevi, kamu idarelerindeki, mali faaliyetleri denetlemek olan Sayıştay’a,
çıktı ve her zamanki yakışıksız tarzıyla, ayar verdi.
“Açık aramayın.” dedi…
Yani, “işinizi yapmayın” dedi.
Ben şimdi doğal olarak, kendisine sormak istiyorum:
Hayırdır Bay Kriz?
Neden bu kadar korktun?
Neden bu kadar çekindin?
Sayıştay’ın raporları, zaten yolsuzluk ansiklopedisi gibi.
Şimdi tehditle, baskıyla, zorbalıkla, bunun önüne geçebileceğini mi zannediyorsun?
Hiç boşuna uğraşma, hiç kendini yorma.
Çünkü devlet unutmaz.
Haksızlık, hukuksuzluk, kimsenin yanına kalmaz.
O raporlar elbet bir gün, döner dolaşır, ilgililerin yakasına yapışır.
Bitti mi?
Bitmedi.
Aynı şekilde Danıştay’a da, hem sopa gösterdi, hem de hukuk dersi verdi.
Neymiş?
“Vesayete koltuk değnekliği yapan,
Gizli, açık örgütlerin arka bahçesi hâline dönüşen,
Menfaat hesaplarının aleti olan bir yargı,
Millet adına karar veremezmiş.”
Peki Danıştay’ın görevi ne?
Yürütme organına yardımcı olan, bir inceleme, karar ve danışma organı olmasının yanı sıra,
millet adına, yargı yolu ile, denetim yapmak.
Hayırdır Sayın Erdoğan?
İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanlığı kararıyla,
feshedilemeyeceğini duymak, çok mu zoruna gitti?
Cübbesine düğme dikemediğin,
Erdemli ve ahlaklı savcıların olmasına, çok mu bozuldun?
Yargıyı tamamen vesayetin altına alamadığın için, çok mu darıldın?
Bak sayın Erdoğan;
Bu devlet, kimsenin babasının çiftliği değil.
Bu kurumlar, kimsenin şahsi şirketi değil.
Bu kurumlarda çalışan hiç kimse de, emir erin değil.
Bir an önce kendine gel!
Sakın aklından çıkarma:
Ne yaparsan yap, Türkiye’ye diz çöktüremeyeceksin.
İlk seçimde yetkiyi alıp, Türkiye’yi,
içine soktuğun, bu kurumsuzlaşma çukurundan, evelallah çekip çıkartacağız.
Kurucu değerlerimizi hatırlayarak çıkartacağız.
Atatürk’ün koyduğu o büyük vizyona, Cumhuriyetimizin o kutlu iradesine sarılarak çıkartacağız.
Sen ve arkadaşların, istediğiniz kadar yıkmaya çalışın,
biz milletimizle el ele, omuz omuza verip, Türkiye’yi düze çıkartacağız!
Sen de oturup, muhalefet sıralarından,
memleket nasıl yönetilirmiş kıskançlıkla izleyeceksin.
Şimdiden alışsan iyi edersin.
Aziz milletim;
Vatanı sevmek;
Toprağını, ağacını, suyunu ve mahsulünü de sevmektir.
Doğayı korumak, kollamak ve gözetmek;
aslında vatanı savunmaktır.
Suyun kirlenmesine, ağacın kesilmesine, toprağın yok edilmesine karşı çıkmak;
bugününü, yarınını ve geleceğini korumaktır.
Ama maalesef, iktidar mensupları,
bu bilinçten tamamen uzak zihniyetleri ve eylemleriyle,
bizleri, her gün yeni bir cephede savaşmaya zorluyor.
“Çevreciliğin destanını yazdık.” diye övünenler,
adeta, bizlere yaşanabilir bir çevre bırakmamak için çalışıyor.
Döktüğü betonun yanına, peyzaj olarak üç beş fidan dikmeyi,
çevrecilik zanneden, betonarme çapsızlık,
bizlerin gönlünde, her gün yeni bir yara açıyor.
Mekan değişiyor, zaman değişiyor
ama cennet doğamıza edilen ihanet değişmiyor.
Nitekim bugün de, sistematik bir ihanet zincirinin, son halkasına şahitlik ediyoruz.
Marmaris Millî Parkı içerisinde bulunan, Kızılbük Koyu’nda,
büyük bir talan, bir doğa katliamı yapılıyor.
Rantiyeler yine iş başında…
Yine bir otel, yine bir inşaat projesi uğruna,
ormanlarımız, nefesimiz, canımız kesiliyor.
Buradan,
Kağıt üzerinde, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olarak geçen,
gerçekte ise, çevremizin, şehirlerimizin ve iklimimizin tarumarına sessiz kalıp, yol veren,
Murat Kurum’a ve Muğla Valiliğine sormak istiyorum:
“ÇED raporu gerekli değildir.” kararını hangi çıkara, hangi amaca,
ve hangi beklentiye göre verdiniz?
Milletimizin gözünün içine baka baka, patlatılan dinamitlerle,
millî parkımızın, ağaçlarımızın ve endemik bitkilerimizin yok oluşuna,
neyin karşılığında göz yumuyorsunuz?
“Kimse görmez, ne de olsa basın bizde;
Kimse duymaz, ne de olsa sansür bizde;
Kimse bilmez, ne de olsa yargı bizde;” diyerek hareket edince,
yapılanlara göz yumacağımızı mı sanıyorsunuz?
Eğer Muğla’mızı sahipsiz,
Millî Parklarımızı da kimsesiz zannediyorsanız;
Çok yanılıyorsunuz!
Millete inat, patrona itaat anlayışınızla,
devrinizin daim olacağını sanıyorsanız;
Çok yanılıyorsunuz!
Adı, Yap-İşlet-Devret,
Özü, “Yak-Yağmala-Yok et” projeleriniz,
yanınıza kalır diye düşünüyorsanız;
Çok yanılıyorsunuz!
Çünkü artık İYİ Parti var.
Milletimizin çalınan ve yağmalanan her bir karış toprağının,
kopartılan her bir çiçeğinin, ağacının hesabını soracağız!
Talana yol verenden de, altına imza atandan da, çanta taşıyandan da, hesap soracağız.
İhaleyi alandan da, şantiye kurandan da, ranttan beslenip semirenden de, hesap soracağız.
Şimdiden tüm ilgilileri uyarıyorum.
Herkes ayağını denk alsın.
Bunun şakası yok.
O sandık, elbet milletimizin önüne gelecek.
Biz de milletimizden yetkiyi alınca, göz göre göre bu ihanete paydaş olanlardan,
milletimiz adına hesap soracağız.
Yargıyla soracağız, Danıştay’la soracağız, Sayıştay’la soracağız!
Ve ne olursa olsun;
bu işin peşini bırakmayacağız!
Aziz milletim;
Bir sandıklık siyasi ömrü kalanların, acınası çırpınışlarına,
kaçınılmaz sonlarını görenlerin, hezeyanlarına,
koltuğunu korumak için, tüm değerlerini kaybedenlerin, hakaretlerine maruz kaldığımız,
bir haftayı daha, geride bıraktık.
İktidar mensupları;
Sebep oldukları krizler derinleştikçe,
Beceriksizlikleri gün gibi meydana döküldükçe,
Söyleyecek yalanları, anlatacak masalları, üretecek bahaneleri kalmadıkça,
artık pis dillerini, öfkelerini, nefretlerini, açık etmekten çekinmiyorlar.
Millete hesap vereceğine, milletten hesap soran,
Vatandaşının taleplerini dinleyeceğine, kendi taleplerini vatandaşa dayatan,
İnsanının hakkını koruyacağına, hak yiyeni savunan,
kirli bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Sayın Erdoğan ve arkadaşları sayesinde, artık her yeni güne;
“Bugün acaba ne olduk?” diye uyanıyoruz.
“Bugün acaba hangi hakarete maruz kaldık?” diyoruz.
“Bugün acaba hangi konuda suçlandık?” diye merak ediyoruz.
Çünkü Sayın Erdoğan, milletimize yönelttiği hakaretler yelpazesini,
her geçen gün, daha da çirkinleştirerek genişletmeye devam ediyor.
Tarihinin her döneminde, “Aziz” olan, Büyük Türk Milleti,
Ak Parti iktidarı nezdinde;
Bir gün hain oluyor.
Bir gün terörist oluyor.
Bir gün nankör oluyor.
Bir gün şükürsüz oluyor.
Bir gün vicdansız oluyor…
Nitekim geçtiğimiz hafta da,
hiç utanmadan, sıkılmadan, zerre duraksamadan,
bu aziz millete, “çürük ve sürtük” dendi.
Bu hakareti;
Denize dökülüşünü unutamayan bir Yunanlı etmedi.
Bu hakareti;
Geçmiş yenilgisinin karın ağrısını taşıyan bir İngiliz de etmedi.
Bu hakareti;
Travmalarını atlatamayan bir Fransız da etmedi.
Bu hakareti;
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı etti, Cumhurbaşkanı!
Yazıklar olsun!
Bak sayın Erdoğan;
Sen bu ülkenin Cumhurbaşkanı seçildiğinde bir yemin ettin.
Neydi o yemin hatırlıyor musun?
Ben sana hatırlatayım...
“Devletin varlığını ve bağımsızlığını,
Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü,
Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağına,”
yemin ettin!
“Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye,
Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına,”
yemin ettin!
“Milletin huzurunu ve refahını koruyacağına,
Millî dayanışma ve adalet duygusu içerisinde,
Herkesin, insan haklarından ve temel hürriyetlerinden,
yararlanması ülküsünden ayrılmayacağına,”
yemin ettin!
“Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek,
ve üzerine aldığın görevi tarafsızlıkla yerine getireceğine,”
yemin ettin!
Üstelik bu yemini;
Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda,
namusun ve şerefin üzerine ettin.
Hani nerede senin yeminin?
Hani nerede milletin huzuru ve refahı?
Hani nerede hürriyet?
Nerede insan hakları?
Nerede adalet?
Nerede Atatürk ilke ve inkılapları?
Sen yeminini bozdun, Sayın Erdoğan!
Üstelik ilk defa da değil, çook uzun zaman önce bozdun.
Kibrinin esiri olup, hakikate kör olurken bozdun!
İktidar sarhoşu olup,
Millî iradenin tecelligahı olan Gazi Meclisimizi, vesayetin altına alırken bozdun!
Kişisel hırslarına yenilip,
milletin hazinesini, yandaşlarına peşkeş çekerken bozdun!
Şimdi de;
Senin istediğin gibi davranmıyor, yaşamıyor, konuşmuyor diye;
Demokrasiyi, adaleti, özgürlüğü savunuyor diye;
Seni beğenmiyor, istemiyor, oy vermeyi de düşünmüyor diye;
milletimize hakaret ederek bozdun!
Sen kendi egonu,
“Hak ettikleri teşhisi koydum.” diye şişirmeye devam et.
Sen kendi vicdanını,
“Milletimizin diliyle konuştum.” diye rahatlatmaya devam et.
Sen bu hakareti;
Sadece “gezici” diye yaftaladıklarına ettiğini zannetmeye devam et.
Ama ben seni acı gerçekle yüzleştireceğim.
Burdur’da oruç ağzıyla haykıran, bir çiftçi kardeşim diyor ki;
“Ben 14 yaşında evlendim.
Kocamdan başka bir erkek görmedim.
Allah’tan başka kimseye biat etmedim.
Ben sürtük değilim.
Bize sürtük diyemez, biz halkız!”
Ne oldu Sayın Erdoğan?
Sadece şehirli kadınlar kızdı zannettin değil mi?
Sadece oyuna talip olmadıkların öfkelendi sandın değil mi?
Sadece karşı mahalle diye bildiklerine hakaret ettin diye düşündün değil mi?
Ama yanıldın, hem de çok büyük yanıldın.
Ben o gün de söylemiştim, bugün de tekrar ediyorum.
Gezi, başlangıcından, bizzat senin elinle rayından çıkartılmasına kadar geçen süreçte;
Sağcısından solcusuna,
Muhafazakarından sekülerine,
Kadınından erkeğine,
Yaşlısından gencine, herkesin;
istibdat rejimine karşı sergilediği, bir ruh, bir duruş, bir direniştir.
İstesen de, istemesen de, bu gerçeği değiştiremezsin.
Ne yaparsan yap, bu ruhu yenemezsin!
Ne kadar sayıp sövsen de, işte en sonunda böyle mağlup olursun!
Ama hiç merak etme;
Sana esas dersi, bu aziz millet sandıkta verecek!
Edebi de, ahlakı da, saygıyı da, sana sandıkta gösterecek!
Sen, “milletin dili” diye, edepsizliği haklı çıkarmaya çalışadur,
Hakaret ettiğin bu aziz millet, sana en okkalı tokadını sandıkta gösterecek!
Çünkü;
Birleştireceğine, nefret saçandan Cumhurbaşkanı olmaz!
Çünkü;
Milletin namusunu koruyacağına,
namusa dil uzatandan, Cumhurbaşkanı olmaz!
Çünkü;
Devletin varlığına sahip çıkacağına,
kendini devlet yerine koyandan, Cumhurbaşkanı olmaz!
Çünkü;
Türkiye Cumhuriyeti’nin, şanını ve şerefini yücelteceğine,
ayaklar altına aldırandan, Cumhurbaşkanı olmaz!
Çünkü;
Vatanın bölünmez bütünlüğünü savunacağına,
Vatan toprağını, bir türlü sahiplenemeyenden,
kupon arazi olarak görenden, Cumhurbaşkanı olmaz!
Çünkü;
Hukukun üstünlüğüne, adalete, anayasaya bağlı kalacağına,
yandaşa, saraya, koltuğa bağımlı kalandan, Cumhurbaşkanı olmaz!
Ez cümle;
Sözünden dönenden, yeminini bozandan, emanete hıyanet edenden, Cumhurbaşkanı hiç olmaz!
Aziz Türk Milleti, artık senin gerçek yüzünü gördü.
Geri sayım başladı, bunun artık dönüşü yok.
Sandık geldiğinde, milletimizin kutlu iradesi, seni o sandığa gömecek.
Emin ol, çok az kaldı!
Nitekim bugün, Milletin Kürsüsü’nde,
“Seçilmiş Cumhurbaşkanı’yım” diye böbürlene böbürlene gezen,
ama Cumhurbaşkanı gibi davranmayı bir türlü beceremeyen, Sayın Erdoğan’ın
“Sürtük” diyerek hakaret ettiği milletimizin bir ferdi, bir kadın,
Yelda Temur kardeşimiz aramızda.
Buyurun, Yelda Hanım.
Söz de, kürsü de sizindir.
Değerli dava arkadaşlarım;
Kaybedeceği hiçbir şeyi olmayanlar, cesurdur.
Gizleyeceği bir şeyi olmayanlar, açıktır, nettir.
Utanacağı bir şeyi olmayanlar, dürüsttür, şeffaftır.
Hakkın ve hakikatin yanında duranlar, makuldür, sakindir.
İşte bu yüzden biz;
Her türlü yalana, her türlü iftiraya karşı, dimdik dururken,
Memleketimizi, il il, ilçe ilçe, sokak sokak gezerken,
Milletimizle beraber, kol kola yürürken,
Ve her daim makulü savunurken,
İktidar mensupları ise;
Bir büyük panik içerisinde, koltuklarına tutunmanın peşindeler…
Tedirgin bir vaziyette, yalanlarına kılıf arama derdindeler…
Her olayda foyaları ortaya çıkıyor diye, öfke nöbetleri, nefret krizleri içindeler…
Nitekim geçtiğimiz hafta,
onlar kürsülerden atıp tutarken, biz Burdur’daydık.
Milletimizin etrafına ördükleri korku duvarı, artık tamamen yıkılmış.
İnsanlarımız artık, “açız” diye değil;
“Bizi kurtarın” diye haykırıyorlar.
“Yeter artık” diye isyan ediyorlar.
“Bitsin artık bu çile” diye dua ediyorlar.
Mesela;
Yeşilova’da yolumuza çıkan bir kardeşim diyor ki;
“Çevremde 10 tane iş yeri kapandı.
Elektrik faturam çok felaket, 4 bin 821 lira 60 kuruş geldi.
Mesajı geldi, ödemesini yapamadım daha.
İşlerimiz tamamen durdu.
Köylü vatandaş bitiyor, biz de bitiyoruz.
Hem çalışıyoruz, hem de batıyoruz.”
Mesela;
Bir fırıncı kardeşim diyor ki;
“2020’de un 80 liraydı.
Şu anda 400-450 lira arasında değişiyor.
Çok zor alıyor insanlar.
Kuru ekmek bile yükseliyor şu an.
Bayat ekmek soran çok.”
Mesela;
Bucak’ta bir muhtarımız diyor ki;
“Bucak tütüncü memleketiydi.
Şu anda tütün bitti.
Köylünün yolu, suyu hiçbir şeyi kalmadı.”
Mesela;
Bir yandan siftahsız geçen günlerine,
diğer yandan da, evladının uğradığı haksızlığa isyan eden, Makbule Hanım diyor ki;
“Kızım harita mühendisi, 2 üniversite bitirdi.
Yıllarca mücadele etti, KPSS’ye girdi.
Türkiye’nin en ücra köşelerini bile tercih etti.
87 puan aldı, atanamadı.
Aynı bölümden 56 puan alıp atananı duydum.
Sokağın ortasında hüngür hüngür ağlasam haktır.
Valla hakkımı helal etmiyorum.”
Aziz milletim;
Annelerin, hakkını helal etmediği,
babaların da boynunu büken bu eğri düzen,
elbette ki en çok çocuklarımızı etkiliyor.
Bugün Türkiye’de yaşayan bir genç,
Hem ailesinin içinde bulunduğu durumdan,
Hem de kendisinin içine düştüğü durumdan etkileniyor.
Evde, okulda, sokakta, hiçbir yerde huzur bulamayan gençlerimiz;
ağır bir mutsuzlukla mücadele ediyor.
Dünyanın içinde bulunduğu dijital çağın;
değer setlerinden, fırsatlarından ve imkânlarından uzakta,
hayata tutunmaya çalışıyor.
Cebiyle gençliği arasında sıkışmış bir hâlde, nefes bile alamıyor.
Ben de, işte tam da bu nedenle, gençlerimizle buluşuyorum.
“Gençler İçin Gençlerle Beraber” diyerek başlattığımız;
tersine mentorluk oturumlarımızın yedincisini,
geçtiğimiz hafta gerçekleştirdik.
Bu defa, ruhunun bir parçası olan müziğinden,
özgürlüğü hissettiği sahnesinden,
kendisini ifade ettiği sanatından, mahrum kalan gençlerimizle buluştuk.
Bir enstrüman almanın bile, imkânsız hâle geldiği bir ortamda,
yasaklarla, baskılarla ve fırsat eşitsizliğiyle boğuşan, gençlerimizle dertleştik.
Yine onlar içlerini döktü, ben dinledim.
Onlar nasıl sıkıldıklarını anlattı, ben öğrendim.
Onlar seslerini duyurmamı istedi;
Ben de o sesi,
başta saraylarda oturup, kürsülerden empati yoksunu nutuklar atanlar olmak üzere,
bıkmadan, usanmadan, tüm Türkiye’ye duyuracağım.
Mesela;
Henüz 18 yaşında, tiyatro eğitimi alan bir gencimiz diyor ki;
“Türkiye’ye dair hayallerim;
oyunlarımızı ve fikirlerimizi korkmadan, sansürlenmeden sergileyebilmek.
Beni bir öğrenci olarak, en çok finansal zorluklar boğuyor.
İmkânım olursa, ben de gitmeyi düşünüyorum maalesef.
Ailem bunu vatan hainliği olarak görüyor;
ama ben öyle düşünmüyorum.
Yine de elimde olsa gitmem.
Özgür yaşayabilsem gitmem.”
Mesela;
29 yaşındaki, tiyatrocu bir başka gencimiz diyor ki;
“Benim tiyatrodan beklentim şu;
başımızı sokacak bir çatımız olsun, karnımızı doyurabiliyor olalım,
ve özgürce sanat icra edebilelim.
Ama kötü günler geride kaldı, daha kötü günler bizi bekliyor.”
Mesela;
30 yaşında bir kadın sanatçımız diyor ki;
“Hepimiz burada, “mış gibi” yapıyoruz aslında.
Hayatta mutluymuşuz gibi, yaşıyormuşuz gibi geliyor.
Konuşmayı, şarkı söylemeyi her zaman çok sevdim.
Bu alanda ilerlemeyi çok istedim.
Ama sistem beni öyle bir geriye attı ki…
Fikirlerimi ifade edebileceğim bir ortam yok, muhatabım yok.
Sürekli çemberin dışındayım.”
Mesela;
Başka bir işte çalışıp, bir yandan da, gitar çalan bir genç evladımız diyor ki;
“Enstrümanların çoğu şu an döviz kuru üzerinden satın alınıyor ve aşırı pahalı.
Her maaş aldığımda, enstrüman benden daha da uzaklaşıyor.”
Mesela;
Dans öğretmenliği yapan bir oğlumuz diyor ki;
“Evet öğretmen gözüküyoruz ama, sigortasız çalışıyoruz.
Sadece ben değil, tüm meslektaşlarım.
Çünkü dans okullarının, sigorta yapabilmek gibi bir gücü yok.
Bir ay çok güzel paralar kazanıyorum,
başka bir ay, ev kiramı ödeyemeyecek duruma geliyorum.”
Mesela;
Konservatuar öğrencisi bir oğlumuz diyor ki;
“Türkiye’de kaldığım zaman, kontrbas sanatçısı olarak yapabileceğim, 2 iş var;
Ya akademisyen olacağım, ya da bir orkestraya girip, kadrolu çalışacağım.
O da, orkestra sınav açarsa…
Geçen sene, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, 13 yıl aradan sonra, 29 tane kadro verdi.
Devlet tiyatroları da aynı şekilde, 13 yıl aradan sonra, geçen sene kadro verdi.
Okullarda da, kadro doluluğu var.
Dolayısıyla, akademisyen de olamıyoruz ve işsiz olarak hayata atılıyoruz.”
Mesela;
Tıp okuyup, bir yandan da müzikle uğraşan bir gencimiz diyor ki;
“Kendime diyorum ki; ‘lütfen yurt dışına git.’
Ama yok yani, bir şekilde burası bizim ülkemiz.
Bu düzenin değişmesi lazım.
Bizim bu değişimin bir parçası olmamız lazım.
Bir şekilde birilerinin, bu vatana sahip çıkması lazım.
Yani kalacağız gibi duruyor maalesef.”
Değerli dava arkadaşlarım;
Gençlerimiz kendilerini;
İşte böyle çaresiz,
İşte böyle kimsesiz,
İşte böyle sahipsiz hissediyor.
Üstelik bu çocuklar, “şanslı” olarak nitelendirilebileceğimiz koşullarda yaşaması gereken çocuklar.
Büyükşehirde yaşayan gençlerimiz bile, bunları yaşıyor.
Daha küçük şehirlerde, köylerde yaşayan,
gençlerimizin, çocuklarımızın durumu, daha da vahim.
Onlar, derin bir yokluk, yoksulluk ve imkânsızlık içinde yaşıyorlar.
Çünkü;
Onların elinden, Cumhuriyet’in imkânlarını aldılar.
Çünkü;
Onların elinden, fırsatlarını aldılar.
Çünkü;
Onların elinden, yükselme, başarma, hayallerine kavuşma umutlarını aldılar.
Ez cümle;
Onların elinden, çocukluklarını, gençliklerini, en güzel yıllarını çaldılar.
Bunun için de ilk önce, eğitime saldırdılar.
Hatırlayın:
Cumhuriyet için eğitim;
köyü, şehri, zengini, fakiri ayırt etmeden, her tüten ocağın, geleceğe dair güveniydi.
Karda kışta, tüm zorluklara rağmen, gençleri okutan, yetiştiren azimdi.
Onları geceleri, sobanın başında bile, ders çalıştıran umuttu.
Her türlü koşulda, ideallerinin peşinden koşacak,
memleketi, muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak nesillerin teminatıydı.
Cumhuriyet eğitim seferberliğini;
Köy okullarıyla başlattı.
Önce, köylere gönderilecek öğretmenler yetiştirdi.
Sonra o idealist öğretmenleri, köylere dağıttı.
Bilimin ve fennin ışığını, memleketin dört bir yanına yaydı.
Ne acıdır ki;
bugün Cumhuriyetin bu vizyonundan, olabildiğine uzaktayız.
Ak Parti’nin eğitimde yol açtığı en önemli tahribatlardan biri,
hiç şüphesiz, köy okullarının kapatılması politikasına, hız vermesiyle yaşandı.
Son 20 yılda, 20 binden fazla köy okulu kapatıldı.
Taşımalı eğitim sistemi denilen, garabet bir uygulamaya geçildi.
Sonuçta ortaya çıkan manzarada;
Köy var, köyde çocuk var, ama okul yok…
Bugün tam tamına, 722 bin 845 çocuğumuz,
Köylerinden, şehir merkezlerine taşınıyor.
Köy okulları kapatılınca;
Millî bayramlarımız artık köylerimizde kutlanamıyor.
Artık İstiklal Marşımız, her Pazartesi köylerimizde okunmuyor.
Bayrağımız göndere çekilmiyor.
Köy okulları kapatılınca;
Köy hayatı da, canlılığını kaybetti.
Tarım bitti, hayvancılık bitti.
Oysaki, Atatürk’ümüz ne diyordu:
“Köyler ülkemizin kılcal damarları, köylüler de milletin efendisidir.”
İşte biz, İYİ Parti olarak;
Köylülerimize hak ettikleri itibarı, yeniden kazandırmak için çalışıyoruz.
Bugün maalesef;
Cumhuriyet’in geleceği emanet ettiği o nesiller, artık o köylerden çıkmıyor.
Çocuklarını köyden uzağa göndermek istemeyen ana babalar,
ilk 4 yılın sonunda, çocuklarını okuldan alıyor.
Özellikle kız çocuklarımız, erken yaşta okuldan alınıyor.
Herhangi bir meslek sahibi olamıyor.
Kimisi çocuk yaşta evlendiriliyor.
Gelecek hayali kuramıyor.
TÜİK rakamlarına göre, kız çocuklarımızın erken yaşta evlendirilme oranı,
erkek çocuklarımızın, tam 21 katı.
Son 20 yılda, 1 milyon kız çocuğumuz,
yaşları tutmadığı için, mahkeme kararı sonucu evlendirildi.
Bu sayı, resmî nikahlardan çıkan sonuç.
Bunun üzerine bir de, kayıt altına alınmayan evlilikler var.
Artık kızlarımız;
“Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime” diyorlar.
Halbuki mücrim olan onlar değil…
Esas mücrim olan;
Bizzat Bay Kriz, uyguladığı yanlış politikalar ve bu ucube sistemin kendisidir.
Bu kadar basit.
AK Parti iktidarının, 2013-2020 yılları arasında;
Köy okullarını kapatıp, hiçbir denetimi olmayan,
karda kışta gidilemeyen, ya da 40–50 kilometre yol gidilen,
taşımalı sistem için harcadığı para,
eldeki verilere göre, 20 milyar lirayı aşmış durumda.
Artan mazot fiyatları ve gıda enflasyonunu da dikkate alırsak;
bugün, bu mali yükün, çok daha fazla olduğu, apaçık ortada…
Oysa bu 20 milyar lira ile;
ortalama maliyeti, 1 milyon liradan,
kapatılan 20 bin köy okulu, fiziki olarak güçlendirilebilir,
ve teknolojik imkânlarla donatılabilirdi.
Ama bunu düşünmek için vizyon lazım.
Bunu bilmek için akıl lazım, sağduyu lazım, donanım lazım.
Bunu yapmak için;
Bu memleketi sevmek lazım.
Ve işte Ak Parti iktidarı da, tam olarak bu konulardaki yoksunluğu sebebiyle,
kılını bile kıpırdatmıyor.
Ama İYİ Parti olarak, bizde bu vizyon var.
İYİ Parti olarak bizde;
ortak akıl, istişare ve sağduyu kültürü var.
Biz de o donanımlı kadrolar,
ve memleketini çok seven insanlar var.
İşte bu yüzden, İYİ Parti olarak;
Allah’ın izni, milletimizin takdiriyle, iktidara geldiğimizde,
ilk iş olarak, taşımalı eğitim için harcanan parayla,
terkedilen köy okullarını, yeniden tamir edeceğiz.
Her birini teknolojik yönden iyileştireceğiz.
Dahası, yeni açacağımız köy okullarında,
bir yıl zorunlu anaokulu eğitimi de olacağı için;
en az 50 bin atanamayan öğretmenimizin, atamasını yapacağız.
Bu öğretmenlerimiz, çalıkuşlarının yolundan ilerleyecek.
Görev yerlerine gitmeden önce, iyi bir hizmet içi eğitimden geçecek.
Oryantasyonları tamamlanacak.
Köylerde de, her türlü olanaktan faydalanacak.
Köy okullarını açtığımızda;
Nitelikli fırsat eşitliğiyle, çocuklarımızın öğrenme yoksulu olmalarının önüne geçeceğiz.
Hiçbir çocuğumuzu geride bırakmayacağız.
Doğdukları yeri, bir dezavantaj olmaktan çıkaracak,
köylerinde, iyi bir eğitim almalarını sağlayacağız.
Teknolojiyse teknolojiyi sağlayacak,
Laboratuvarsa laboratuvar kuracak,
Bilimsel ve beceri temelli eğitim vereceğiz.
Köy okullarını açtığımızda;
Kız çocuklarımız okullarına devam edecek, erken yaşta evlendirilmeyecek.
Kızıyla erkeğiyle, pırıl pırıl çocuklarımız, meslek sahibi olacak.
Doktor olmanın, öğretmen olmanın, mühendis olmanın hayaline ulaşacak.
Köy okullarını açtığımızda;
Unutturulmak istenen değerlerimize, yeniden sahip çıkacağız.
Köylerimizde yeniden İstiklal Marşımız okunacak.
Andımızın gür sesi yeniden duyulacak.
Millî bayramlarımız yeniden coşkuyla kutlanacak.
Hiç merak etmeyin;
Çok az kaldı!
Değerli dava arkadaşlarım;
Milletimizin sinir uçlarıyla oynayarak,
Komşuyu komşuya küstürerek,
İnsanlarımızı kutuplaştırıp, birbirinin karşısına dikerek,
Üstüne bir de, elini yıkayıp çıkarak, seçim kazanma devri, artık sona erdi.
Bu ülkenin evlatlarının, birbirine düşürüldüğü günler, artık bitti.
Kavgadan siyasi rant devşirildiği zamanlar, artık tarihe karıştı.
Çünkü artık İYİ Parti var.
Hangi partiye oy verirse versin,
Hangi görüşte olursa olsun,
Her seçmeni bağrına basan İYİ Parti var.
Kim olduğuna bakmadan, herkese kucak açan, İYİ Parti var.
Toplumumuza saçılan zehrin, panzehiri,
tüm yaraların merhemi olmaya talip, İYİ Parti var.
Milletimize reva görülen bu istibdatın karşısında,
hürriyetin sancağını taşıyan İYİ Parti var.
İYİ Parti’de nefret yok, sevgi var.
İYİ Parti’de öfke yok, saygı var.
İYİ Parti’de düşmanlık yok, kardeşlik var.
İYİ Parti’de tüm farklılıkları zenginlik sayan, Mevlana’nın daveti var.
Göreceksiniz, sevgi kazanacak.
Göreceksiniz, özgürlük kazanacak.
Göreceksiniz, adalet kazanacak.
Göreceksiniz, o sandık geldiğinde, mutlaka İYİler kazanacak.
Çünkü;
Onlar, milletimize hakaret ede ede giderken;
Biz, milletimizle el ele, kol kola iktidara yürüyoruz.
Onlar, kirli zihniyetlerinin çamurunda yuvarlanırken;
Biz, bembeyaz, tertemiz bir sayfa açmaya geliyoruz.
Ampulün soğuk ışığı titreşirken;
biz, güneş gibi, Türkiye’nin üstüne doğuyoruz.
Hiç merak etmeyin, hazır olun.
İYİ Parti iktidarına, çok az kaldı!
O sandık gelecek ve milletimize reva gördükleri bu çile bitecek.
O sandık gelecek ve memleketin makus talihi dönecek.
O sandık gelecek ve Türkiye İYİ Olacak!
Toplantımızı şereflendirdiniz.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.