Partisinin grup toplantısında gündemi değerlendiren İYİ Parti lideri Meral Akşener, iktidara 128 milyar dolar tartışması üzerinden eleştiriler yöneltti.
AKP iktidarında Türkiye''nin kayıplar ülkesi haline geldiğini ifade eden Akşener, "Sipariş edildiği söylenen aşılar kayıp. Gri pasaportla yurtdışına gönderilen, belediye görevlileri kayıp. Ege’de adalar, Mısır’da Rabia kayıp. Uçan ekonomi masalları anlatılırken, 128 Milyar dolarlık rezerv kayıp. Kayıpların peşine düşenler için adalet kayıp. Milletin derdine düşenler için demokrasi kayıp. Milletimiz için hak kayıp, hukuk kayıp, huzur kayıp.
Kadınlarımızın mutluluğu, gençlerimizin umudu kayıp. Ahlak kayıp, vicdan kayıp, ciddiyet kayıp. E tabi haliyle, 128 milyarı kaybeden, Powerpoint sunumlarının efendisi Damat Bakan da kayıp. Ülkemizde sürekli birileri ve bir şeyler kayboluyor" dedi.
Akşener, "128 milyar doları açıklayacağız diye, 128 ayrı masal anlatıyorlar." derken, "Milletin hazinesindeki dövizi, ortalama 6.20 liralardan satan bu iktidar, bugün 8.1 lira olan döviz kuru dolayısıyla, kimin, ya da kimlerin cebine, 250 milyar lira koydu? Salgında zora düşen esnafımıza, 5 milyar liralık yardımı reva gören bu iktidar, döviz işlemleriyle, kimlerin cebine bunun 50 katını koydu? Pandemide vatandaşına, 10 milyar liralık desteği reva gören bu iktidar, kimin cebine, tek kalemde bunun 25 katını aktardı?" sorularını yöneltti.
Akşener''in açıklamaları şu şekilde;
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
“Bütün cihan bilmelidir ki,
Artık, bu devletin ve bu milletin başında, hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur.
Yalnız bir kuvvet vardır, o da millî egemenliktir.
Yalnız bir makam vardır, o da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”
Büyük Atatürk, bundan 101 yıl önce,
Aziz milletimizin iradesinin tecelligahı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunu,
işte bu sözlerle ilan ediyordu.
Bayramın adına, milli egemenliğin yanına “Çocuğun” eklenmesini ise, şöyle anlatıyordu;
“23 Nisan’ı, çocuklara hürmet edilmesini temin,
ve onların zaafından yararlanarak, çok defa yapıldığı gibi,
onlara eziyet edilmesini, önlemek için meydana getirdim.
Bu tedbirim, milletin geleceğine karşı gösterilen bir saygı olarak görülmelidir.”
101 yıl öncesinden gelen öngörüye bakar mısınız?
Vizyondaki büyüklüğe bakar mısınız?
Devlet insanlığına bakar mısınız?
Cumhuriyet’i kuranlar, bundan 101 yıl önce, bu iki kötülüğün altını çizerek,
ortaya, millet iradesiyle, evlatlarımızı bir araya getiren, böyle bir vizyon koyarken,
101 yıl sonra bugün ise, maalesef, millet iradesini hiçe sayan bir iktidarla,
ve çocuklarımıza yapılan her tür kötü muameleye sessiz kalabilen, çirkin bir anlayışla yüz yüzeyiz.
Ne kadar yazık değil mi?
Nereden nereye?…
O büyük vizyonu, o kutlu ülküyü,
2 gün sonra, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutlayacağımız bu günlerde,
mumla arıyoruz.
Ama umutsuzluğa mahal yok.
O büyük vizyonun, o kutlu ülkünün bayraktarları olan bizler hala buradayız.
Bizlere, bu yüce meclisi ve Cumhuriyeti armağan eden kahramanlarımızın,
ruhları şad, mekanları cennet olsun.
Allah, bizi onlara karşı mahcup etmesin.
Rabbim bize, milletçe hak ettiğimiz, zengin, mutlu ve huzurlu Türkiye’de,
nice 23 Nisan’ları, coşku ve gururla kutlamayı nasip etsin.
Aziz Milletim;
Sayın Erdoğan ve ekibinin, millet menfaatine söylenmiş, hiçbir söze kulak asmamak gibi,
garip ve zararlı bir huyu var.
Milletimizi ilgilendiren her konuda olduğu gibi,
salgın konusunda da, ilk günden beri tüm uyarılarımızı yaptık.
Bilim insanlarıyla, alan uzmanlarıyla çalışıp önerilerde bulunduk, kaynakları gösterdik.
İstedik ki, milletimiz iktidarın beceriksiz ellerinde, bari bu konuda hırpalanmasın.
Ancak maalesef, bilim ne derse desin, tıp ne derse desin,
Sayın Erdoğan, o meşhur cahil inadıyla, bildiğini okumaya devam etti.
Vatandaşlarımıza “maske” dedi, “mesafe” dedi,
kendisi, lebalep kongreler düzenleyip, Kovid Elçiliği’ne soyundu.
Bilim “15 gün tam kapanma” dedi, kendisi duymazdan geldi.
Salgın büyüdü, bilim “28 gün kapanma şart” dedi, kendisi oralı bile olmadı.
En son geçen hafta, yine uzmanlara ve bilime direndi, ve sonuç ortada.
Salgın yavaşlamadı, tam gaz devam ediyor.
Dava arkadaşlarım;
Büyük illüzyonist Sayın Erdoğan’ın becerikli ellerinde,
memleket adeta bir kayıplar ülkesi oldu.
Sipariş edildiği söylenen aşılar kayıp.
Gri pasaportla yurtdışına gönderilen, belediye görevlileri kayıp.
Ege’de adalar, Mısır’da Rabia kayıp.
Uçan ekonomi masalları anlatılırken, 128 Milyar dolarlık rezerv kayıp.
Kayıpların peşine düşenler için adalet kayıp.
Milletin derdine düşenler için demokrasi kayıp.
Milletimiz için hak kayıp, hukuk kayıp, huzur kayıp.
Kadınlarımızın mutluluğu, gençlerimizin umudu kayıp.
Ahlak kayıp, vicdan kayıp, ciddiyet kayıp.
E tabi haliyle, 128 milyarı kaybeden, Powerpoint sunumlarının efendisi Damat Bakan da kayıp.
Ülkemizde sürekli birileri ve bir şeyler kayboluyor,
Bir zamanlar var olanlar, birer birer kayboluyor.
Bazı unutulmaması gereken şeyler,
iktidarın yapay gündemleriyle, kaybolup gidiyor.
Ve bu sırada olan da milletimize oluyor…
Buna izin vermeyeceğiz.
Milletimizin dertlerinin, yapay gündemlere kurban edilmesine, izin vermeyeceğiz.
Ak Parti iktidarının, ülkemize kaybettirdiklerini unutmayacağız, unutturmayacağız.
Değerli milletvekili arkadaşlarım;
Hangi partiye oy vermiş olursa olsun, milletimiz, “128 milyar doların” akıbetini soruyor.
O nedenle, biz de, 9 Ocak’tan beri, her fırsatta, her mecrada, aynı soruları soruyoruz.
“Millet bunca zorlukla mücadele ederken, siz 128 milyar doları ne yaptınız?” diyoruz.
“Neden sattınız?” diyoruz.
“Ne kadara sattınız?” diyoruz.
“Kime sattınız?” diyoruz.
Peki cevap geliyor mu?
Allah var, geliyor…
Sayın Erdoğan’ın, ekonomi gurusu danışmanlarından biri çıkıyor;
“Öyle bir para hiç olmadı.” diyor.
Bir diğeri çıkıyor, “pandemide şu kadar şuna, bu kadar buna dağıttık.” diyor.
Bir başkası çıkıyor, “milletin cebinde.” diyor.
Merkez Bankası Başkanı çıkıyor, tam da bu ucube sisteme layık bir yöntemle,
128 milyar doların bozdurulduğunu itiraf ediyor.
Bunun üzerine Hazine ve Maliye Bakanı çıkıyor, “Merkez Bankası milleti bilgilendirmeli.” diyor.
Dün de en son, küçük ortak çıkmış, “Daha ne arıyorsunuz? Para, Merkez Bankası’nda” diyor…
Ağaç nerede?
Balta kesti.
Balta nerede?
Suya düştü.
Su nerede?
İnek içti.
İnek nerede?
Dağa kaçtı.
Dağ nerede?
Yandı, bitti kül oldu…
128 milyar doları açıklayacağız diye, 128 ayrı masal anlatıyorlar.
Peki sonuç?
Sonuç ortada.
Milletimizin alın teri, döviz rezervimiz, birilerinin cebine girmiş.
Allah korusun, bugün başımıza bir iş gelse, cep delik, cepken delik.
Dillerinden düşürmedikleri 2001 krizinde bile, Merkez Bankası rezervi 27 buçuk milyar dolardı.
Bugün eksi 61 milyar dolar.
İşte size, ekonomi dehası Sayın Erdoğan ve 5 maaşlı danışmanlarının Türkiye’yi getirdiği nokta.
Yazıklar olsun.
Aziz Milletim,
Siz, iktidarın meseleyi, Agatha Christie romanına çevirme gayretine bakmayın.
Ben size, kayıp 128 Milyar doların ardındaki gizemi kısaca özetleyeyim.
Ekonominin İnek Şaban’ıyla Badi Ekrem’i, el ele verip,
döviz kurunu baskılamak için, hazinemizdeki dövizi sattı.
Üstelik bu pandemi döneminde olmadı.
Daha 2019 Mart’ındaki yerel seçimlerin öncesinde,
dövizin yükselişini durdurmak gibi, siyasi bir amaçla satmaya başladılar.
Bir puan faiz artırmamak için, sattılar da sattılar.
Sonunda ne oldu?
Ne faizi tutabildiler, ne de dövizi tutabildiler.
Şimdi de çıkıp, “Bilançoda eksilen bir şey yok.” diyorlar.
Kasadaki dolarları sattınız, karşılığında Türk Lirası veya Türk Lirası cinsinden tahvil aldınız.
Bir yandan da, kredi ve swaplarla borçlandığınız dövizleri, ölü fiyatına sattınız.
Bir de utanmadan, bunu savunuyorsunuz.
Böyle cahillik, böyle ciddiyetsizlik olabilir mi?
Kendi dolarını satıp, bunu swapla geri alıp, kasana koyunca,
hiçbir şey değişmemiş mi oluyor?
Swaplardan kaynaklanan yükümlülükleri, bilanço içinde değil, bilanço dışında gösterince,
bunun bir borç olduğu gerçeği ortadan kalkmış mı oluyor?
Madem öyle, eğer gerçekten de kaybolan bir şey yoksa,
haydi, o 128 milyar doları yerine koyun da görelim bakalım.
Dava arkadaşlarım;
Tüm bu yalan rüzgarı içerisinde, iktidarın sorulmasını istemediği başka bir soru var:
Milletin hazinesindeki dövizi, ortalama 6.20 liralardan satan bu iktidar,
bugün 8.1 lira olan döviz kuru dolayısıyla, kimin, ya da kimlerin cebine, 250 milyar lira koydu?
Salgında zora düşen esnafımıza, 5 milyar liralık yardımı reva gören bu iktidar,
döviz işlemleriyle, kimlerin cebine bunun 50 katını koydu?
Pandemide vatandaşına, 10 milyar liralık desteği reva gören bu iktidar,
kimin cebine, tek kalemde bunun 25 katını aktardı?
Sayın Erdoğan;
Dün, 2001 krizinde, birkaç milyar dolar için,
“Dövizi sattınız, ülkeyi soydunuz” diye, yeri göğü inletiyordun.
Bugün, kaybolan 128 milyar doların hesabı, sorulmayacak mı sanıyorsun?
Millet soruyor, sen de çıkıp cevap vereceksin.
Çıkıp, milletine bu beceriksizliğin hesabını vereceksin.
Yağma yok!
İşi ona buna havale edip, kenara çekilemezsin.
Gece yarısı baskınları ile pankart indirtip, milletin ağzını tıkayamazsın.
Ana muhalefet Partisi Genel Başkanı’na, fezleke düzenleyerek, bu meseleyi kapatamazsın.
Çünkü;
“Faiz sebep, enflasyon sonuç” diye, abuk sabuk bir teori uydurup,
milletin parasını çarçur eden sensin.
Milletin dövizini, 6.20’lerden satıp, eşin dostun yandaşın kasasını dolduran da sensin.
Üstüne bir de çıkıp, hiçbir şey olmamış gibi, milletine yalan söyleyen, yine sensin.
Yazıktır, günahtır.
Bu aziz millet, o hazineyi alın teriyle dolduruyor, emeğiyle dolduruyor.
İşte o nedenle Sayın Erdoğan;
Kayıp 128 milyar doların cevabını, bu aziz millete vereceksin.
Bugün kaçıp saklanabilirsin, ama o sandık, er ya da geç gelecek,
ve milletin şaşmaz tartısında, o hesabı mutlaka vereceksin.
Değerli milletvekilleri;
Millet fakr-u zaruret içinde, harap ve bitapken, Sayın Erdoğan her zamanki gibi...
Dönüp dönüp, aynı mevzulardan sorun üretiyor,
Dönüp dönüp, aynı yalanlardan siyaset devşirmeye çalışıyor.
Dönüp dönüp, aynı masalları anlatıyor.
Bakın size bazı örnekler vereyim;
“2016 yılı, Türkiye için şahlanma yılı olacak.”
“2017, Türkiye için şahlanma yılı olacak.”
“Türkiye, 2018’de eşik atlayacak.”
“2019 yılı, dünyada Türkiye’nin yılı olacak.”
“2020, Türkiye’nin yılı olacak. Ekonomide şahlanma dönemi olacak.”
Bütün bu sözler, bizzat Sayın Erdoğan’a ait.
Ve ne acıdır ki, her yeni yıl, bir öncekinden kötü oldu.
Milletimiz fakirleşti, paramız pul oldu, işsizlik arttı, gençlerin umudu soldu.
Şimdi kalkmış yine, aynı hikayeyi anlatıyor.
Diyor ki;
“2021 Türkiye için şahlanış yılı olacak.”
Güler misin, ağlar mısın?
Buradan aziz milletime sormak istiyorum;
5 yıl öncesinden, daha mı zenginiz?
Hanelerimiz, 5 yıl öncesine göre, daha mı huzurlu?
Çocuklarımız, 5 yıl öncesine göre, daha kolay mı iş bulabiliyor?
2015’te, iki seçim,
2017’de, referandum,
2018’de, seçim,
2019’da yine seçim…
Hepsinde milletimize sözler verdiler.
Peki o sözleri tuttular mı?
Tutmadılar.
Mesela, 3600 ek gösterge hakkını verdiler mi?
Vermediler.
Mesela, EYT’li kardeşlerimin sorununu çözdüler mi?
Çözmediler.
Zaten ne yapmadıklarını, en iyi kendileri bildikleri için,
her yeni yılı, bıkmadan usanmadan şahlanma yılı ilan ediyorlar.
Öyle ya, Türkiye 2017’de şahlanmış olsa, 2018 neden şahlanış yılı olsun, değil mi?
Allah akıl fikir versin…
Dava arkadaşlarım;
Bu iktidar artık ömrünü tamamladı.
Millete verecek bir şeyi, yazacak yeni bir hikayesi kalmadı.
Millete verecek bir şeyi kalmayanların, iktidarda kalmaları da mümkün değildir.
Yiğidi kuru soğana muhtaç etmiş bir iktidarın, sefasına devam etmesi mümkün değildir.
İktidar mensupları saraylarında, kendi kendilerine şahlanıyor olabilirler.
Pandemi şartlarında, çocuğuna tablet alamayan babalar şahlanmıyor.
Ne zaman aşı olacağı belli olmayan insanlarımız şahlanmıyor.
Geleceğe dair hayal kuramayan gençlerimiz şahlanmıyor.
İş aramaktan yorulup, evine kapanan üniversite mezunları şahlanmıyor.
Mutfağında tenceresi kaynamayan ev kadınları şahlanmıyor.
Patates-soğana muhtaç hale getirilen milletimiz şahlanmıyor.
Onlar şahlanabilir ama, milletimiz, tam tersi çile çekiyor, zorluklarla mücadele ediyor.
Oy verip, umudunu bağladığı Cumhurbaşkanı’nın,
sorumsuzluğuna, kayıtsızlığına, umursamazlığına bakıp kahroluyor.
Milletin başına bela edilen saray danışmanlarının,
burnu büyüklüğüne, nobranlığına bakıp dişini sıkıyor.
Isıtıp ısıtıp önüne getirilen şahlanış masallarına artık inanmıyor.
Çünkü Ak Parti iktidarlarının elinde milletimiz hayatını yaşamıyor, hayatta kalmaya çalışıyor!
Sayın Erdoğan;
Eşin dostun yandaşın, istedikleri kadar şahlansın.
Bunlar artık son şahlanışlarınız.
O sandık gelecek ve o kutlu karar, göklerden tepenize inecek.
Türkiye için asıl şahlanış, işte sizin iktidardan gittiğiniz o anda başlayacak.
Sizin gidişiniz, patates soğan sıralarına mahkum ettiğiniz milletimizin şahlanışı olacak!
Siz gönlünüzce şahlanadurun, geliyor, gelmekte olan.
aynı bir vatandaşımızın geçenlerde söylediği gibi;
“PATATES SOĞAN, GÜLE GÜLE ERDOĞAN!”
Aziz milletim;
Ak Parti iktidarları, vatandaşımıza verdiği sözleri tutmak şöyle dursun,
var olan haklarını bile tırpanlamaktan geri durmadılar.
Öğretmenlerimizden, sağlık çalışanlarımıza,
doktorlarımızdan, her kademedeki memurlarımıza kadar,
kamu çalışanlarını, bu yüzyılın en mağdur kesimi yaptılar.
Yıllardır kanayan yaralarımızdan biri de, “4B” diye tanımladıkları sözleşmeli personel uygulaması.
Düşünün;
aynı eğitimi almış,
aynı sınavdan geçmiş,
aynı işi yapan insanlar arasında, uçurum var.
4B’li çalışanlarımız, tayin, izin, özlük, görevde yükselme gibi, birçok haktan mahrum bırakılıyor.
Sadece öğretmenlikte bile, 4 ayrı kadro modeli uydurdular.
Bu 4B serüveni, nasıl başladı biliyor musunuz?
“Özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren, geçici işlerde,
mali yılla sınırlı olarak” diye başladılar.
Ama bugün, bırakın geçici işleri, asli işlerde bile, aynı kadro modelini uygular oldular.
Sayıları 500 bini bulan bu kardeşlerimiz,
hem, başından beri kadrolu olan meslektaşlarıyla,
hem de, sonradan kadro verilen meslektaşlarıyla karşılaştırıldığında,
özellikle tayin açısından, ciddi bir mağduriyet yaşıyor.
Daha iyi anlaşılması açısından, bir örnek vereyim.
Aynı şehirde, aynı hastanede, 3 sözleşmeli hemşiremiz var.
2013 yılından önce işe giren, istediği yere tayin olabiliyor.
2016’dan sonra işe giren, 4 yılı doldurduktan sonra istediği yere tayin olabiliyor.
Eğer, 2013’le, 2016 yılı arasında girdiysen, yandın.
Ömür boyu tayin olamıyorsun.
Uygulamadaki saçmalığa bakar mısınız?
Bu kardeşlerimizin hepsi, devlet memuru mudur?
Evet, devlet memurudur.
Eğitimleri aynı mıdır?
Evet, aynıdır.
İşe, KPSS ile mi girdiler?
Evet, KPSS ile girdiler.
Peki;
Kendinden önce, aynı şekilde işe alınanlara, bu haklar verilmiş mi?
Evet, verilmiş.
Kendinden sonra, benzer statüde işe alınanlara, bu haklar verilmiş mi?
Evet, verilmiş.
O zaman aile olma, çocuğuna bakma, tayin olma haklarını,
bu 500 bin kardeşimize niye vermiyorsunuz?
Böyle adaletsizlik olur mu?
Böyle vicdansızlık olur mu?
Ayıptır, günahtır.
Bakın, yaşanmış bir başka örnek daha vereyim;
4B Sözleşmeli bir hemşire kardeşimiz, doğum yapıyor.
4 hafta doğumdan önce, 4 hafta da doğum sonrasında, iznini kullandıktan sonra,
bebeğini, Mersin’deki annesine bırakıp, görev yaptığı Mardin’e geri dönüyor.
Bu arada, eşi de Diyarbakır’da sözleşmeli personel…
Tabi, sözleşmeli personel olduğu için, tayin hakkı yok,
eş durumu, mazeret tayini gibi hakları da yok.
Bu hemşire kardeşim, mecburen anne sütünü sağıyor,
eczaneden aldığı saklama poşetine koyup, kargoyla, Mardin’den Mersin’e gönderiyor.
Kargo süresi uzayınca, anne sütü bozuluyor.
Bir anneye reva görülen zulme bakar mısınız?
Şimdi biz bu annenin çaresizliğini nasıl görmezden gelelim?
Pandemi döneminde, el üstünde tutmamız gereken bir sağlık çalışanımızın,
düşürüldüğü bu zor duruma, nasıl sessiz kalalım?
Pandemi sürecinde yoğun çalışma şartlarında, çocuğu olan 4B’lilerin çoğu,
sağlık çalışanı oldukları için, çocuklarına bakıcı bulamadılar.
Aralarında evine kamera taktırıp, kapıyı da dışarıdan kilitleyip,
çocuklarını Allah’a emanet ederek, göreve gidenler var.
Bu insanlara yazık değil mi?
Bu insanlara günah değil mi?
Böyle vicdansızlık, böyle umursamazlık olur mu?
Allah aşkına, çoluğunuz çocuğunuz yok mu sizin?
Hiç mi yüreğiniz sızlamıyor?
Yazıklar olsun hepinize!
Değerli milletvekilleri,
İşte bu acı tablo nedeniyle, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, 4B’li kardeşlerimizin çilesini konuşacağız.
İktidar inatla, 500 bin kardeşimizin feryadını, duymamazlıktan gelse de,
yayını kesip, onları susturmaya çalışsa da,
biz bu kürsüden, 4B’lilerin sesini tüm Türkiye’ye duyuracağız.
Onlarınki inatsa, bizimki de inat.
Haydi bakalım, el mi yaman, bey mi yaman!
Bu hafta Sözleşmeli Memurlar Derneği Başkanı, Âdem ATACAN Bey aramızda.
Buyurun Adem Bey, söz de, kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum.
Buradan iktidara seslenmek istiyorum;
Gelin, söz verdiğiniz gibi, 4B’lilerin kadro sorununu çözün.
Kamuda, işçi kadrosu dışında istihdam edilen,
ve kanunda yazıldığı gibi, “asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa eden” bütün çalışanları,
hizmette geçirdikleri süredeki haklarını da hesaba katarak, kanunla, 4A statüsüne geçirin.
Aileleriyle birlikte, milyonlarca mağdur vatandaşımıza, bu kürsüden söz veriyorum;
İktidar çözmezse, ilk sandıkta biz geleceğiz, biz çözeceğiz.
İYİ Parti iktidarında, bu mağduriyet ortadan kalkacak, bu dram bitecek.
Artık anneler bebeklerine, eşler birbirine, bekarlar yuvaya kavuşacak.
İçiniz rahat olsun.
Değerli dava arkadaşlarım;
Milletimiz, pandemide haklı olarak devletinden destek bekledi.
“Devletim, kötü günde yanımda olur.” dedi.
Dedi ama, dakika bir gol bir, Sayın Erdoğan çıktı,
milletimize İBAN verdi, “Yardım edin.” dedi.
Millet yüzünü devletine çevirmişken, iktidar, gözünü milletin cebine dikti.
Destek olmadığı gibi, aksine köstek oldu.
İşte, en son yapılan vergi artırımı da, bu zihniyetin yeni bir örneği.
Birkaç ay önce, meclise bir yasa tasarısı getirdiler.
Dediler ki, “kurumlar vergisinde indirim yapacağız.”
Biz de dedik ki, “böyle bir dönemde devletin gelirini düşürmeyin.”
Israrlı itirazlarımız sonrasında, genel kurulda o maddeyi, son anda çıkardılar.
Peki şimdi ne yaptılar?
Bu defa da, kurumlar vergisini 5 puan, yani yüzde 25 oranında artırdılar.
Üstelik bunu vergilendirme döneminin ortasında,
Kurumlar, beyannamelerini vermeye başlamışken yaptılar.
Rezalete bakar mısınız?
Arkadaş;
Şu cefakar milletin kesesinden, artık elinizi çekin.
Şu çileli milleti artık bir salın.
Böyle devlet yönetilmez.
O beş müteahhidin vergilerini, vergi cezalarını silerken helak oldunuz,
ama hala milletimizi yolma peşindesiniz.
Niye indirmeye kalktınız, şimdi niye artırıyorsunuz?
İki sorunun da, makul ve mantıklı bir cevabı yok.
Çünkü bu uygulamanın, ne ekonomik, ne sosyal, ne vicdani hiçbir açıklaması yok.
Hatta bu uygulama, davullarla zurnalarla açıklanan,
ekonomi reform programında ve eylem planında bile yok.
Bu artışın tek bir açıklaması var;
Sayın Erdoğan’ın canı öyle istiyor.
İşte size
Aziz milletim;
Türkiye, vergi şampiyonu bir ülke.
Hele Ak Parti iktidarında, Cumhuriyet tarihinin kalanından, daha fazla vergi toplandı.
Bakın;
1923’ten, Ak Parti’nin iktidara geldiği, 2002 yılına kadar,
toplanan vergi ne kadar biliyor musunuz?
1.89 trilyon lira.
Peki, Ak Parti’nin 18 yıllık iktidarında toplanan vergi ne kadar dersiniz?
3.1 trilyon lira.
79 yılda, 1.9 trilyon lira,
18 yılda, 3.1 trilyon lira.
Satıp savdıkları fabrikalar, kamu kuruluşları, araziler de cabası.
Türkiye’de gelir vergisi yüksek.
Kurumlar vergisi yüksek.
İşveren maliyetleri yüksek.
Bütün bunlara rağmen, dolaylı vergilerin de, en yüksek olduğu ülkeyiz.
Mesela,
Şu anda, 376 bin liraya satılan bir arabanın vergisiz fiyatı, 177 bin lira.
Bu araçtan 199 bin lira vergi alınıyor.
Yani, milletimiz, bir araba sahibi olmak için, bir tane de Maliye’ye almak zorunda kalıyor.
Bunun yanında, aynı zamanda, milli gelire oranla, dünyanın en pahalı akaryakıtını tüketiyoruz.
Dünyanın en pahalı otoyol ve köprülerinden geçmek zorunda kalıyoruz.
Ayrıca mesele arabayla da bitmiyor.
Mesela,
Satın aldığımız telefonlar için, yüzde 100 vergi ödüyoruz.
Hattına ve internetine de yüzde 30’un üzerinde vergi ödüyoruz.
Mesela,
Elektrik faturasında, 5 kalem vergi ödüyoruz.
Doğalgaz için, yüzde 20 vergi ödüyoruz.
Suya, yüzde 40 vergi ödüyoruz.
Ödüyoruz oğlu, ödüyoruz…
Vergilerden sonra elimize kalan paranın yarısını, yine dönüp vergilere ödüyoruz.
Peki, memlekette vergiler bu kadar yüksekken, ne bekleriz?
Devletin kasasının dolup taşmasını bekleriz, değil mi?
Merkez Bankası rezervleri en yüksek ülke olmayı bekleriz, değil mi?
Faizin en düşük olduğu ülke olmayı bekleriz, değil mi?
Eğitimde 1. olmayı bekleriz, değil mi?
Sosyal devletin, sosyal adaletin şahının, bizde olmasını bekleriz, değil mi?
Ama bu kadar ağır vergilere rağmen, bunların hiçbirini bulamıyoruz.
Kaliteli yaşamak için vergi ödemiyoruz, adeta vergi ödemek için kalitesiz yaşıyoruz.
O zaman bu kadar yüksek vergiler kime yarıyor?
Naylon faturacılara yarıyor.
Kaçakçılara yarıyor.
Vergi borcunu sildiren müteahhitlere yarıyor.
Rüşvet ve yolsuzluğa yarıyor.
Kayıt dışı ekonominin patlamasına yol açıyor.
Ama ne bu ülkenin vatandaşına, ne bu ülkenin girişimcisine,
ne de bu ülkenin sanayicisine fayda sağlamıyor.
Dava arkadaşlarım;
İktidar, vergilendirmenin temel ilkeleri olan,
genellik, eşitlik, adalet, ve mali güce göre vergilendirme kavramlarını yerle bir etti.
Oluşturulan imtiyazlı sınıf, servetlerine servet katarken,
emeğiyle geçinmeye çalışanlar, siftah yapamayan esnafımız, ticaret erbabımız,
üretmeye çalışan işletmelerimiz, sanayicilerimiz,
ağır vergi yükü altında eziliyor.
Gelir ve kazanç üzerinden alınan vergiler yönünden baktığımızda,
iktidarın sergilediği berbat performans, daha da çarpıcı hale geliyor.
2020 yılında gerçekleşen, merkezi yönetim bütçesinde,
gelir vergisinin, toplam vergi gelirleri içindeki payı, yüzde 19.
Tevkif suretiyle toplanan gelir vergisinin, toplam gelir vergisine oranı ise, yüzde 92,7.
Bunun çoğunluğu da, ücretlerden kesilen vergiler.
Bu ibretlik tabloya göre;
milyonluk daireleri, villaları, lüks otomobilleri ve hatta yatları satın alanlar,
bir asgari ücretli kadar bile vergi vermiyor.
Dolayısıyla, iktidar alması gerekenlerden vergi alamadığı için,
“mali anestezi” olarak tanımlanan, dolaylı vergilere yükleniyor.
Dolaylı vergilerin, toplam vergi gelirleri içindeki payı, yüzde 70’e dayanmış durumda.
İşte tam da bu yüzden, sabit ve dar gelirli vatandaşlarımız,
üzerlerindeki vergi yükünün altında eziliyor.
Çünkü dolaylı vergilerin uygulandığı mal ve hizmetlerin,
düşük gelirli vatandaşlarımızın bütçesindeki payı, yüksek gelirlilere göre çok daha fazla.
Adaletsizliğe bakar mısınız?
Biliyorsunuz, hayatımızda ÖTV diye bir kavram var.
Nam-ı diğer, Özel Tüketim Vergisi.
Peki ÖTV neden çıkartılmıştı, hatırlıyor musunuz?
Lüks tüketim ürünlerini, sağlığa ve çevreye zararlı malları vergilendirerek,
gelir adaleti sağlamak gerekçesiyle çıkartılmıştı değil mi?
Sonra ne oldu?
Ak Parti iktidarının, olağanüstü vergi politikaları sayesinde,
artık ÖTV, vergi adaletsizliğinin, en önemli araçlarından biri haline geldi.
Çünkü iktidar, gazozdan, saç spreyine, buzdolabından, çamaşır makinesine,
ve hatta çocuklarımızın bakım ve gelişimi için, zorunlu olan ihtiyaçlara kadar,
hemen her şeyden Özel Tüketim Vergisi alırken;
pırlanta ve elmas gibi değerli taşlarda, lüks yatlarda ve kürklerde, özel tüketim vergisini sıfırladı.
İş bilmezliğe bakar mısınız?
Aynı durum temel ihtiyaçlarda da var.
Ekonomik krizle boğuşan milletimiz, faturalar nedeniyle,
soğukta ve karanlıkta oturuyor.
Hal böyle olunca ne beklersiniz?
İktidarın elektrik ve doğalgaz fiyatını arttıran vergi, fon ve payları azaltmasını beklersiniz değil mi?
Peki onlar ne yapıyor?
Faiz gelirlerinden alınan vergiyi sıfırlıyor.
Yani, aldıkları yanlış kararlarla kurları ve faizleri zıplatanlar,
kimilerini bir günde zengin ederken, fırlattıkları enflasyonu vatandaşın kucağına bırakıyorlar.
Bu sayede, toplanan vergiler de, verilen hizmetlerle topluma geri döneceği yerde,
yüksek faizle devlete borç verenlere gidiyor.
Faiz lobilerine karşı verilen çetin mücadeleye bakar mısınız?
Aziz Milletim;
Böyle vergi sistemi olmaz.
Böyle devlet yönetilmez.
Böyle beceriksiz kadrolarla Türkiye kalkınamaz.
O nedenle, iktidara geldiğimizde, atacağımız ilk adımlardan biri,
vergi adaletsizliğine son vermek olacak.
İYİ Parti iktidarında;
faiz gelirleri başta olmak üzere, beyana tabi olmayan ve stopajın nihai vergilendirme olduğu,
menkul sermaye gelirlerinde, beyan usulüne geçeceğiz.
Kamunun, büyük alt ve üst yapı yatırımlarından kaynaklanan değer artışları ile,
imar değişikliğinden kaynaklanan kazançları, vergilendireceğiz.
Gelir ve kurumlar vergisindeki, istisna ve muafiyetleri azaltacağız.
Özellikle Kurumlar Vergisi’nde, ciddi vergi kaybına neden olan, uzlaşma müessesesini,
yeniden gözden geçireceğiz.
Vatandaşlarımızın, hayatlarını sürdürebilmeleri için,
zorunlu olan ihtiyaçlarına ayırdıkları geliri, vergiden muaf tutacağız.
Lüks tüketim mallarını yüksek, zorunlu tüketim mallarını düşük vergilendireceğiz.
Bizim için üreten Türkiye demek, daha çok istihdam demektir.
O nedenle, vergi düzenlemelerini, üretimi, tasarrufu, yatırımı ve kalkınmayı,
teşvik edecek şekilde planlayacağız.
Üretime destek amacıyla, ara malları üzerindeki vergi oranlarını düşüreceğiz.
Çiftçimizin mazotundan alınan ÖTV’yi kaldıracağız.
Çok parçalı ve karmaşık olan istihdam teşviklerinde, sadeleştirmeye gideceğiz.
Buradan oluşturacağımız kaynakla, çalışanlar üzerindeki vergi ve prim yükünü, herkes için azaltacağız.
Ticaretin önünde engel olan, değişik isimlerdeki harçlar başta olmak üzere,
işlem vergilerinde indirime gideceğiz.
Üreticiler için büyük bir finansman sorunu haline gelen,
katma değer iadelerindeki tıkanıklığı çözeceğiz.
KOBİ’ler, kalkınmanın itici gücü olacak.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin vergi yüklerini azaltacağız.
Çevreye duyarlı ve israfı önleyici vergisel tedbirler alacağız.
Bu çerçevede, geri dönüşümü teşvik edecek, çevreyi kirletmenin bedelini ağırlaştıracağız.
Vergi tabanını genişleterek, hem vergi kaçakçılığını önleyeceğiz,
hem de vergilerin, gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkilerini azaltacağız.
Bunun için;
Önümüzdeki haftalarda lansmanını yapacağımız, çok önemli bir projemiz var.
Bu projemizle, kayıt dışı ekonomiyle sözde değil,
özde mücadele edecek bir seferberlik başlatacağız.
Ez cümle;
Sayın Erdoğan’ın icat ettiği bu ucube sistemle, vatandaşımızın sırtına bindirdiği yükü indireceğiz.
Kamudaki personel adaletsizliğinden, vergideki adaletsizliğe,
Milli gelirden pay almadaki adaletsizlikten, fırsat eşitsizliğine kadar her alanda,
çalışan, üreten vatandaşlarımızdan yana olacağız.
İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le milletimize nefes aldıracağız.
Dava arkadaşlarım;
Biz eleştirilerimizin yanında, çözümlerimizi de söyleriz.
Bizim siyaset anlayışımız budur.
Bunları onlar yaparsa, ülkeye bir katkıları olur.
Yok yapmazlarsa, kimse merak etmesin,
ilk seçimden sonra, İYİ Parti olarak biz yapacağız.
Çünkü onlar, hamaset üretir, İYİ Parti çözüm üretir.
Çünkü onlar, eşi dostu yandaşı dinler, İYİ Parti milletini dinler.
Çünkü, onların hayallerinin bittiği yerde, İYİ Parti’nin gerçekleri başlar.
Vizyonumuzla, projelerimizle, işinin ehli insanlarımızla, emin adımlarla geliyoruz.
Önümüze ne çıkartırlarsa çıkartsınlar, her geçen gün büyüyoruz.
Milletimiz bu gerçeği görüyor, milletimiz bize inanıyor, milletimiz bize güveniyor.
Gittiğimiz her yerde, “bizim sesimiz olun.” diyor.
O nedenle, memleketin her köşesinde, Millet Bizi Çağırıyor!
Dava arkadaşlarım;
Buradan ilan ediyorum ki;
İYİ Parti iktidarında, hiçbir Bakan, yönettiği Bakanlığa mal satmayacak, satamayacak.
Ticaret Bakanı, Ticaret Bakanlığı’yla, ticaret yapmayacak, yapamayacak.
İYİ Parti’nin her bir ferdi;
Ahlakı, adaleti, şeffaflığı şiar edinecek,
Ve attığı her adımın hesabını, alnının akıyla verecek.
Veremeyen de çekip gidecek.
Çünkü biz;
Türkiye’nin imkanlarını, Türkiye’nin potansiyelini biliyoruz,
ve bu imkanları milletimiz için kullanmanın hayalindeyiz.
Çünkü biz;
Eşin dostun ve doymak bilmeyen o beş müteahhitin değil,
Milletimizin cebini doldurmaya talibiz.
Çünkü biz;
Geline damada kayınçoya değil, umutsuz gençlerimize iş bulmanın derdindeyiz.
Çünkü biz;
Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’yi inşa etmenin peşindeyiz.
Türkiye çaresiz değil.
Türkiye çözümsüz değil.
Türkiye sahipsiz değil.
Biz hazırız.
Türkiye, içine düşürüldüğü bu sarmaldan çıkacak.
İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le, memlekete yeniden güneş doğacak.
Artık kötülerin devri bitiyor, İYİ’lerin devri başlıyor.
Buna inanın.
Millet aşkıyla yola çıktık, millet aşkıyla yürüyoruz.
Milletimiz yetkiyi verdiğinde,
Bu aşkla Türkiye nasıl zenginleşir, nasıl huzura ve refaha kavuşur herkese göstereceğiz