Mekke ve Medine'de neler gördüm?
Kutsal topraklarda yaşadıklarımızı anlatmaya devam ediyoruz…
Kâbe'nin bulunduğu coğrafya öylesine zorlu bir bölge ki; buranın alemlerin merkezi olabilecek kadar müthiş bir çekim noktası olmasını ancak ilahi bir emirle açıklayabiliyoruz. Arazi çorak, neredeyse ot bile yetişmeyen kurak bir iklim ve devasa taş tepeler…
İşte böylesi bir coğrafyanın tam ortasında milyonların akın akın geldiği Mekke şehri ve Kâbe-i Muazzama…
***
Her insan kendisini az da olsa sever, farklı özelliklerinin olduğunu düşünür… İçimizde bastırdığımız kendimizi farklılaştırma hissimiz vardır. Diğer milletleri gördüğümüzde bu his biraz daha toplumsal bir farklılığa dönüşür… "Biz Türkler şöyleyiz, böyleyiz" diyerek yer yer kendimizi yüceltiriz de… Ancak o kutsal mekâna girdiğinizde "hiçlik makamı" nedir öğreniyorsunuz.
Allah'ın büyüklüğü karşısında eziliyor; geçmişiniz, çabalarınız, emekleriniz, fani dünyadaki sıkıntılarınız anlamsızlaşıyor. Geçmişten ve gelecekten uzaklaşıyorsunuz.
Topraktan gelen bir bedene can veren ilahi gücün varlığı her yanınızı sarıyor; küçülüyor, nokta oluyorsunuz. Günlük hayatta, insan ilişkilerinde, iş hayatında kendinize dert ettiğiniz her detayın aslında ne kadar boş ve anlamsız olduğunu görüyorsunuz.
Kutsal topraklara öyle zor şartlarda gelen insanlar var ki "Yahu biz nimetler içinde yüzüyoruz da farkında değiliz" diyorsunuz… Pakistan'dan, Bangladeş'ten, Afrika ülkelerinden gelen Müslümanların zor durumlarını, imkansızlıklarını görüyor, zaman zaman da yokluklarına şahitlik ediyorsunuz.
Ama bir yandan da şunu görüyorsunuz… Ahiret gününde sıfatlarınızın, kariyerinizin, malınızın, mülkünüzün sizinle olamayacağını, fani dünyada çevrenizde size alaka gösterenlerin o gün geldiğinde olamayacaklarını anlıyorsunuz. Size can verene kavuşma, size geçici dünyayı verene geri dönüşü düşünüyorsunuz… Beden bütünlüğünüzün, sağlığınızın, aklınızın, hareket kabiliyetinizin, yemek yeme imkanınızın bir nimet olduğunu anlıyorsunuz.
Felçli halleriyle tavaf eden insanların karşısında adeta "Ben bugüne kadar hiçbir şey yapmamışım, ben zorluk görmemişim" diyorsunuz…
***
Kâbe sınırlarından Mekke şehrinin içlerine doğru girdiğinizde ise sokaklardaki manzara önemli bir hayal kırıklığına neden oluyor. Çünkü ciddi bir temizlik sorunu var. Buradaki en büyük problem ise gelen milyonlarca hacı adayının bu konuda gerekli özeni göstermiyor oluşu. Çöpler yerlere atılabiliyor, temizlik yetersiz kalıyor. Mekke'nin çevresindeki yemek yeme yerleri son derece hijyenden uzak. Ama Zemzem Towers gibi yüksek ve lüks binalarda bambaşka bir durum var. Yemekler bol, parası olana konfor da çok… Bu eşitsizliğin aşılabilmesi çok kolay olmasa da Mekke sokaklarının temizliği aciliyet gerektiriyor. Mekke'deki bir diğer sorun da taksiciler… Yoğun günlerde otellere ring seferleri kalktığı için tek seçenek taksi oluyor. Normal zamanda 20-30 Riyal alan taksiler, 500 riyal isteyebiliyorlar. Tavafınızı yaptıktan sonra Kâbe'den ayrılırken bu manzarayla karşılaşmanız hoş olmuyor.
Türkiye'den gelen kafileleri diğer ülkelerle kıyasladığımızda ise yaş olarak daha yüksek bir ortalama ile karşılaşıyoruz. Özellikle 60 yaş üzerindeki vatandaşlarımızın ağırlıkta olduğu bir ziyaretçi profili var. "Günahlarımızı sıfırlamak için yaşlanınca gideriz, daha çok erken, gençken gidip yine günaha gireriz" gibi bir algı yerleşmiş toplumumuza… Ancak oradaki fiziki zorluklar, uzun yürüyüşler, yoğun kalabalık ve iklim şartları düşünüldüğünde bu algının değişmesi gerekiyor.
Özellikle Hac görevinin en zorlayıcı kısmı olan Arafat ve Mina (şeytan taşlama) yaşlı vatandaşlar için büyük zorluklara neden oluyor. Bu Hac mevsiminde 20'den fazla Türk Hacı bu zorluklardan ötürü hayatını kaybetti.
O yüzden Hac görevi mutlak suretle gençken yapılmalı.
"Araplar genelde pis olurlar" diyerek hepimizin içine işlemiş bir ön yargı var. Ama bu durum tam olarak doğru değil. Mekke ve Medine dışındaki farklı mescit ve camilere gittiğimizde bunu daha iyi anladım. İçeride beş kişi olsa bile camilerde müthiş bir soğutma ve havalandırma sistemi çalışıyor. Halılar ve yerler bakımlı. Özellikle Cuma günleri camilerimizi esir alan kötü koku yok. İnsanlar kıyafetlerinin temizliğine önem veriyor.
Arabistan'ın yolları da oldukça düzgün yapılmış. Mekke, Medine ve Cidde şehirlerine yaptığımız ziyaretlerde yollar oldukça nizamlıydı. Trafikte "maganda" tabir edilen insanlara hiç rastlamadık. Trafik kurallarına özen gösteriliyor, bu yüzden çok fazla trafik polisine de denk gelmedik.
Sosyal hayatta kadın neredeyse yok gibi. Genellikle eşleriyle birlikte akşamları AVM'lere gidiyorlar. Velihat Prensin "Ilımlı İslam" girişimleri neticesinde kadınlar günlük hayata yavaş yavaş katılım gösteriyorlar.
***
Medine'de ise farklı bir atmosfer var. Adeta küçük bir New York inşa edilmiş. Caddeler geniş, binalar nizamlı ve yüksek; şehir planlaması ABD'yi andırıyor. Sokakları Mekke'ye göre oldukça temiz.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in kabirlerinin yan yana bulunduğu Mescid-i Nebevi ise gördüğüm en güzel mescit diyebilirim. On binlerce kişi aynı anda ibadet edebiliyor. Bu büyüklüğe rağmen müthiş bir titizlikle temizlik yapılıyor ve hacılara zemzem ikram ediliyor. Havalandırma sistemi tüm kapılar açık olmasına rağmen muntazam düşünülmüş, son derece ferah ve huzurlu bir ibadet ortamı var…
Aslında yazılacak, anlatılacak, aktarılacak o kadar çok şey var ki… Satırlar ve köşeler yetmez. İleride belki bir kitaba dönüştürürüz…
Allah gitmek isteyen tüm Müslümanlara bu güzel diyarları görmeyi nasip etsin.