Eski AKP milletvekili ve Karar yazarı Mehmet Ocaktan, Türkiye'nin dış politika tercihlerinin Rusya eksenine kaydırmasının akılla izah etmenin mümkün olmadığını belirterek, "Adeta pusu kurarak askerlerimizi şehit eden Rusya’nın bu acımasız tavrına rağmen, özellikle yandaş medya marifetiyle öylesine zehirli bir algı operasyonu yapılıyor ki, Putin’e en küçük bir eleştiri yapmak bile “emperyalistlerin adamı” olmakla eş değer görülebiliyor. Ama bu akıl fukarası tayfaya göre askerlerimizi şehit eden Putin hâlâ günahsız ve tertemiz!" diye aktardı.
Karar yazarı Mehmet Ocaktan'ın "Şu Rusya sevdasından vazgeçelim artık" yazısı:
Rus hava kuvvetlerinin saldırısı sonucunda İdlip’te ilk belirlemelere göre otuz üç askerimizi şehit etmesi milletçe hepimizi yasa boğdu, kahrolduk.
Ankara şimdilik doğrudan Rusya’yı değil, Esad rejimini suçlasa da bu kalleş saldırının baş sorumlusu Rusya’dır. Daha da vahim olanı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “İdlip’de lehimize gelişmeler var” açıklamasının hemen ardından bu saldırının yapılmış olmasıdır, bu açıdan zamanlaması da manidardır.
Bu onur kırıcı saldırının telafisi mümkün müdür bilemem, ama bildiğim bir şey var ki artık bu Rusya sevdasından vazgeçmemizin zamanı geldi de geçiyor bile... Son saldırı da gösterdi ki Rusya’nın Suriye’deki hedefleriyle Türkiye’nin hedefleri aynı değildir ve hiçbir zaman da olmadı zaten... Aslında Rusya Astana ve Soçi süreçleri boyunca hedeflerini ve niyetlerini hiç gizlemedi. Soçi mutabakatının ilk maddesi olan “Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün muhafazasına” imza attık, işte Rusya şimdi bunu hayata geçiriyor. Bilelim ki Putin’le yapılan dostluk anlaşmalarının hiçbirisi Türkiye’nin çıkarlarıyla örtüşmüyor, bundan sonra da örtüşmeyecektir, ayrıca unutmayalım Putin’in hiç acıması yok...
Türkiye’nin Rusya ile yaptığı ittifakın özünde ne anlam ifade ettiğini ve bundan sonra yapılacak anlaşmaların nasıl sonuçlar üreteceğini anlamak için, birazcık olsun tarihe bakmakta yarar var. Ayrıca bugün dış politikada yaşadığımız savrulmaların nasıl bir politik parametreye tekabül ettiğini anlayabilmek için de Türkiye’nin Batı ittifakını tercih etmesinin temel dinamiklerini iyi anlamak gerekiyor.
Bilindiği gibi Türkiye başından itibaren siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve güvenlik kriterleri bağlamında kendisini Batı ittifakı içinde tanımlamıştır. Esas itibariyle bu yöneliş, sadece güvenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik tehdidi karşılamakla sınırlı değil, aynı zamanda sürekli bir politika tercihidir. Unutmayalım ki bu tercih, Osmanlı devletinin yıkılması üzerine gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı, Batılı devletlere karşı bir hareket olmasına rağmen temelde hiç değişmemiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle uluslararası sistem yapısal bir değişime uğramış ve savaşın sonunda ortaya çıkan Doğu-Batı blokunun oluşması yeni uluslararası sistemin belirleyici özelliği olmuştur. Ve doğal olarak uluslararası sistemdeki bu köklü değişiklik Türkiye’nin dış ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi zaruretini doğurmuştur.
İşte bu yeni dönemde daha savaş sona ermeden 19 Mart 1945’te Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’i kabul eden Molotov, Sovyet hükümetinin günün şartlarına ve İkinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan yeni duruma uygun olmadığı için esaslı değişiklikleri geciktirdiğine inandığı 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’nı feshettiğini bildirmiştir.
Nitekim 7 Haziran 1945’te Molotov, Büyükelçi Sarper’e iki ülke arasındaki yeni bir antlaşma yapılabilmesi için; Boğazların Türkiye ile birlikte savunulması, bunu sağlamak için de Sovyetlere Boğazlarda deniz ve kara üsleri verilmesi, Montreux Sözleşmesi’nin değiştirilmesi, Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne iade edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Türkiye kabul edilmesi mümkün olmayan bu istekleri reddederek, Sovyet tehdidine karşı Batı savunma sistemi içinde güvenliğini sağlamak için uzun çabalar sonucunda NATO’ya girmeyi başarmıştır. Maalesef tarih hafızamız olmadığı için, Rusya’nın Türkiye açısından hala aynı Rusya olduğunu okumakta zorluk çekiyoruz.
Hal böyleyken, sanki tarih hiç yaşanmamış gibi Batı ile gemileri yakıp bütün dış politika tercihlerimizi Rusya eksenine kaydırmayı rasyonel akılla izah etmek ne yazık ki mümkün değildir.
Biraz dramatik bir durum ama, dış politikadaki savrulmalarımız yüzünden bölgede tek başımıza kaldık. Uzun tecrübeler sonunda dahil olduğumuz Batı ittifakını devre dışı bıraktık, üyesi olduğumuz NATO ile ilişkilerimizi zaafa uğrattık, Amerika Suriye’den çekilirken adeta davul- zurnayla uğurladık. Ve şimdi NATO’dan, Amerika’dan müttefikliğin gereklerini yerine getirmelerini bekliyoruz. Keşke yaşadığımız acı tecrübelerden ders alarak, artık nerede yer alacağımıza bir karar verebilsek...
Adeta pusu kurarak askerlerimizi şehit eden Rusya’nın bu acımasız tavrına rağmen, özellikle yandaş medya marifetiyle öylesine zehirli bir algı operasyonu yapılıyor ki, Putin’e en küçük bir eleştiri yapmak bile “emperyalistlerin adamı” olmakla eş değer görülebiliyor. Ama bu akıl fukarası tayfaya göre askerlerimizi şehit eden Putin hala günahsız ve tertemiz!