Mehmet Ali Kalkan...
İki konu... Önce kadınlardan söz edelim:
Kapitalizmin sömürüde sınır tanımadığı bir zaman dilimidir 19. yüzyıl... İşçiler; özellikle çocuk ve kadın işçiler, güvenceden yoksun, günde 12-14 saat çalıştırılıyorlardı. New York’taki tekstil emekçileri bu zulme 1857’nin 8 Mart’ında “Artık yeter!” dediler ve grev kararı aldılar...
Sen misin greve giden? Egemen para babalarının buyruğundaki polis, çoğunluğu kadın 129 işçiyi barakalarına kilitlediler. Ve bir yangın çıkartıldı. İşçilerin hiçbiri kaçamadı; 129 can kapitalizmin ateşinde kavrularak can verdi!
İşte bu nedenle; “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” para babalarının karılarına ‘tek taş’ armağan ettiği bir gün değildir!
8 Mart, geçim derdindeki emekçi kadınların; dövülen, öldürülen üretken canların sorunlarını dile getirme günüdür. 129 yanık insan etinin sindiği 8 Mart, her mevsim gardrobunun (elbise dolabının) içini yenileyen kokonalara şirinlik gösterileri için kabul edilmedi. Bu gerçeği iyice bilelim!
Ve şimdi; gönlümüzü karartan bu konudan biraz uzaklaşıp; çağdaş Yunus, güzel bir şairin dünyasına merhaba diyelim.
Mehmet Ali Kalkan!
Kendi halinde bir güzel insan... O bir şair. Hani Yunus “Ben gönüller yapmaya geldim” diyordu ya... İşte sevgili Kalkan da Yunus gönüllü;Yunus hünerli.
O, durağı uçmak olsun; can kardeşim “Türkiyem” in şairi Dilaver Cebeci’ye sağlığında -Hayrettin Nuhoğlu, Turan Yazgan gibi- değer verenlerin başında gelir. Zaman zaman Dilâver’i Eskişehir’e davet eder; köyünde ağırlar; sevgiyle, saygıyla uğurlardı. Ve Dilaver ölene kadar her zaman onu aradı, sordu.
Bu yayla gönüllü şairin otağını görmek yıllar önce bana da nasip olmuştu.
Eskişehir’e vardığımda beni karşıladı. Sonra “Ağabey, köyümüz Dağküplü’ye gideceğiz” dedi.Biraz sonra da bir otobüs dolusu genç belirdi. Gençlerin birisinden öğrendim ki; meğer Mehmet Ali Kalkan kardeşimiz, Türk Dünyası’ndan gelip Eskişehir’de okuyan gençleri bir ‘baba’ sevgisiyle sürekli koruyup kolluyormuş.Yine bir başkası da Eskişehir Musiki Cemiyeti’ne olan yakın ilgisinden söz etti.
Araçlarımızla, yılan kıvrımı yollardan bir dağa tırmanarak Dağküplü’ye ulaştık. Sevgili Kalkan’ın baba ocağına vardık. Dede Korkut töresi kazanlar kuruldu; Türkmen pilavları yapıldı. Ben bu arada “Neredeyim?” in derdine düştüm. Her yön dağlarla çevrili... Bu dağların ortasında -gerçekten duran bir ‘küp’ gibi- Dağküplü köyü! Ve göz alabildiğine yeşil bir örtü... O alımlı görüntü karşısında “Acaba düşte miyim?” diye bir an aklınızdan geçiriyorsunuz.
Mehmet Ali Kalkan gerçek bir şair. Şiirimizin geleneksel yöntemiyle seslenir. Ah! Size, kitabı “Geceye Göz Ekledim” den çok örnek sunma imkânım olsaydı!
“Mesela” da şöyle diyor: “Gönüle sevgi ekene/Ark olmak güzel mesela/Dert öğüten değirmene/Çark olmak güzel mesela”, “Ruha sindirsek edebi/Görünür okyanus dibi/Kum içinde inci gibi/Fark olmak güzel mesela”
Bey olmak isteyenlere ise şöyle seslenir sevgili Kalkan: “Gökte uçar Huma Kuşu/ Kutlu Dağ’da Yada Taşı/Devlet ki Oğuz’un işi/Devamlıdır, bölmek olmaz!”
Bu değerli insanın bir diğer özelliği de tarihteki adı “Sultan Önü” olan Eskişehir ilimize olan sevdasıdır. Bu kentin kültür dokusunu bozmak isteyenlere karşı verdiği uğraşları biliyoruz.
Mehmet Ali Kalkan’lar çoğalmalı. Onların her biri, toplum içinde birer ordudur. Fitne onlarla yenilir. Birliğimize, dirliğimize şeytan kılıcı çalmak isteyenlerin en büyük korkusu, toplumun çimentosu olan Mehmet Ali Kalkan’lardır!
Haftaya buluşmak dileğiyle...