Medyada da "devlet için" mi çalışıyor?
Son birkaç yılın hemen her gününü, jurnallemek yoluyla, medya patronlarının, gazetecilerin, köşe yazarlarının, televizyoncularının ekmeğiyle oynamaya adayan, hemen her gün bir meslektaşımızı, terör örgütlerinden örgüt beğenerek onunla ilişkilendirmeye çalışan, boş atıp dolu tutma heveskârı köşe kadısı, Adnan Oktar'a saygıda kusur etmediği videolarının ortaya çıkması üzerine savunmaya geçmiş.
İddiası o ki, tıpkı "tetikçiliği" gibi "Allah ile aldatan cemaat görünümlü suç örgütüyle ilişkisi" de "devlete hizmet için"miş!
Meczup görünümlü çete elebaşının önünde "hocammmm" diye "devlet" için eğilip bükülmüş.
"Devlet için" kripto olmuş.
"Devlet için" o sapıklar güruhuna karışmış -ki maazallah neler gelmez insanın başına, büyük kahramanlık yapmış-.
***
Mevzuyu sulandırmak gibi olmayacaksa bir ihtimal daha var;
Geçen sezon çok fazla Vatanım Sensin izlemiş, kendisini "General Cevdet" zannetmeye başlamış!
***
İki ucu pis değnek.
Bir tarafta, dün, meslektaşımız İsmail Saymaz'ın da kaydettiği sorular var:
- Bu kişi, devletin haber alma ve istihbarat elemanı mıdır? Yoksa bir soruşturmadan kurtulmak için yalan mı söylemektedir?
Bu sorular cevaplarını bulamaz ve bu fotoğraf böyle boz-bulanık kalırsa, nelere "yol olacağını" tahmin bile demezsiniz!
Pişkinlik parayla değil ya; düşünsenize yarın bir gün Ekrem Dumanlı'nın da "her şeyi devlet için yaptım" diye ortaya çıktığını bir düşünsenize...
"Devlet için kurşun atmak da, kurşun yemek de şeref" ise mesela; "iftira atmak, haysiyet cellatlığı, bilgi kirliliği yaratmak" neden olmasın deyip Mümtaz'er Türköne de çıkar ve "ne yazdımsa devlet için yazdım" derse...
Zekeriya Öz'e sorun; o da kesin "devlet için" işlemiştir onca suçu mesela; atış serbest, ucu açık...
Bu sebepten dolayı "devlet" dediğimiz soyut kavramın "ete kemiğe büründüğü" birileri varsa bir yerlerde hâlâ, çıkmalı ve "devlet"i bir "kılıf" olmaktan çıkaracak netlik ayarını yapmalı; "devlet için"!
***
Diğer tarafta...
Ya bu kişi, dediği gibi, sahiden de işi devlet için bilgi, belge toplamak olan bir "eleman"sa...
Medyaya da bu misyonla mı sızdırıldı acaba?
Mahallede "casus" mu var?
Öyleyse, şimdi bu modeli palazlandıran yandaş propaganda bültenleri düşünsün;
"Devlet" neden içlerine "ajan" sokma ihtiyacı duydu acaba?
Hangi zanla?
***
En güzel taklayı ben attım
Sosyal medya icat oldu yağcılık, yalakalık, dalkavukluk, taklacılık çağ atladı!
Gazeteci kılıklı adam/kadın, ya Cumhurbaşkanının/Cumhurbaşkanlığının, ya bir bakanın/bakanlığın, ya güçlü bir belediye başkanının, ya da etkili bir kurumun toplantısına/davetine/gezisine/etkinliğine vs. katılmış, sosyal medya hesabından "izlenimini" paylaşıyor. Buraya kadar, izlenimin içeriğinden damlayan yağlar dışında, hiçbir gariplik yok. Keza, o yağlar da "haber değerini" kaybedeli çok oldu bizim mahallede...
Ama...
Bizim gazeteci kılıklı orada durmuyor işte, taklasını atıp "rast gele" diyerek geçmiyor, akışına bırakmıyor, taklasının göründüğünden emin olmak istiyor. Bunun için de vıcık vıcık mesajını, "mention-lamak(!)" suretiyle muhatabının gözüne gözüne sokuyor.
Bu hareketin tercümesi şu:
- Sayın Cumhurbaşkanım, Kıymetli Bakanım, Değerli Yönetim Kurulu Başkanım, Sevgili Genel Müdürüm baaaaaak, gördün mü nasıl nasıl övdüm! Baaak gördün mü, seni nasıl göklere çıkardım! Gördün ama değil mi; gördün! "Gör beni"!
Yazılarını da pazarlıyorlar aynı şekilde.
Mesela bir dergiye, internet sitesine, gazeteye röportaj verdiler ve röportajda herhangi bir iktidarlıya övgüler mi düzdüler; o röportajları da.
O minvalde bir konuşma yaptılarsa onun videolarını da.
Ne demek bütün bunlar biliyor musunuz?
Gazeteciler hâlâ meslek ahlak ve ilkelerini korumanın mücadelesini vermeye çalışıyor olabilirler ama "gazeteci kılıklılar", "toplum için" yapmıyorlar artık bu işi. Onların yaptığı ne "kamu hizmeti", ne "kamu görevi"... Onlar, sırtlarını sıvazlatmaya çalıştıkları kişinin okuması için yazıyorlar sadece, ona duyurmak için konuşuyorlar... Direkt muhatabına olmazsa danışmanına, özel kalemine, sekreterine -eşek değiller ya canım, iletirler 'patron'a herhalde-...
***
Bakanlar nasıl atandı?
Yeni bakanların isimlerinin ilan edildiği geceden beri aklıma takılan bir husus var. Ha sordum, ha soracağım derken bugüne kadar sarktı.
O gece, bir gazeteci -yanlış hatırlamıyorsam Habertürk'e- sıcağı sıcağına tanık olduğu bir olayın bilgisini nakletmişti.
Bakanların isimlerinin beklendiği dakikalarda havaalanında olan gazeteci, yanında oturan kadına bir telefon geldiğini, sonra kadının birkaç telefon görüşmesi daha yaptığını, kulak misafiri oldukları üzerine kadına "ne olduğunu" sorduğunda "bakan olmuşum galiba, saraya çağırıyorlar" cevabını aldığını ve bu kadının da Ruhsar Pekcan olduğunu ifade etmişti!
Canlı yayında bu hikayeyi dinlediğimden beri kafamı kurcalayan soru şu:
Bakan atamaları, "seni bakan yaptım" şeklinde mi yapıldı yani? Ya içlerinden biri "hayır" deseydi? "Hayır" cevabı kabul edilmeyecek miydi, zorla mı bakan yapılacaktı o kişi?