Radyasyonlu çay içen bakanı aratmadılar...
Huzurlarınızda medyanın cesuryürekleri!
Projede yıllarca görev yapmış “uzmanlar”; mühendisler, akademisyenler günlerdir uyarıyorlar:
- Olası bir depremde tüplerin birbirinden ayrılma ihtimali var!..
- Tamamı bitmeden bölünerek hizmete açılması sinyalizasyon ve kumanda merkezinde sorun oluşturur; çarpışmalar yaşanabilir!..
- Siz ne kadar sağlam, ne kadar üstün teknoloji ürünü bir yapı inşa ederseniz edin zeminde sıvılaşma olursa sonucu felakettir; Marmara Denizi’nin altı balçıktır! Japonların Kobe depreminde limanlarının perişan olmasının nedeni bu sıvılaşmadır!
- Marmaray milenyum faciasına adaydır!
Hal böyleyken maşallahları var; medyanın “usta kalemleri(!)”, bakanlık sicilinde Pamukova’da 41 kişinin can verdiği, 100’den çok kişinin yaralandığı hızlı tren kazası gibi dehşet verici bir skandal bulunan Binali Yıldırım’ın lafıyla, bir bakışta anladılar:
Taha Akyol, -sanırsın Pantheon’u anlatıyor- “Yüksek tavanlı, geniş, aydınlık... anıtsal yapı”da Bakan Yıldırım’la yanyana fotoğraf çektirdiği anları “...Denizin altında, o noktada bu muazzam projenin başmimarıyla fotoğraf çektiriyorum. İçimde bir ‘tarihsellik’ duygusu hissettim... Aynı zamanda bilim ve teknoloji konusunda “mahviyetkâr bir hayranlık hissettim.” diye yere göğe sığdıramadı.
“Manş Tüneli’nden daha ferah” bulan Ertuğrul Özkök “helal olsun” dedi.
Aslı Aydıntaşbaş özellikle gazetecileri “Haftada bir de olsa Marmaray kullanmaya” davet etti.
Cengiz Özdemir, “Deprem riskini bir yana bırakın; o olası İstanbul depreminde belki de şehrin en güvenli yeri Marmaray oluyor” diye garanti verdi.
Çernobil faciasından sonra, halkı radyasyonlu olmadığına inandırmak için çay içen ANAP’lı Bakan Cahit Aral’ı hatırlatmıyor mu medyanın şu hali?
Bilmem hatırlatmaya gerek
var mı;
Aradan geçen yıllarda Türkiye’nin, özellikle de Karadeniz’in radyasyonla imtihanını nasıl neticelendiğini!
+++
Gülen’in telefon trafiği...
Erdoğan’a dua etti, Gül ile hasret giderdi
İlk arayanlardan biri Başbakan Tayyip Erdoğan’dı. Zarif bir ses tonuyla ‘geçmiş olsun’ dileklerinde bulundu. Hocaefendi de aynı zarafetle Sayın Başbakan’ın hatırını sordu, “Zahmet buyurdunuz...” dedi. Söz sırası dualaşmaya gelmişti. İkisi de hem dua istedi
birbirinden, hem dua ettiler birbirlerine...
(...)
“Sayın Cumhurbaşkanı şu saatte arayacak.” diye bir haber geldi. Hocaefendi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile konuşurken, telefonda adeta dertleşiyorlardı. Hal hatır sormanın ötesinde çok öteden beri muarefesi ve muhabbeti bulunan iki dostun hasret gidermesi gibi bir
şeydi...
Ekrem Dumanlı/Zaman
+++
Eleştirmeyip ne yapacaktık
... Günümüzde hangi demokraside, bir Başbakan hangi ihaleyi kime vereceğine şahsen karar verebiliyor?
Hangi demokraside, Başbakan’ın kızdığı işadamlarının işyerlerine polis ve müfettiş ordusuyla baskın yapılıyor?
MİT’in, CHP ve MHP’li işadamlarını fişlediği ve kamu ihalelerini alabilmelerinin engellendiği ortaya çıktı. Hangi demokraside olabilir?
MİT, bazı gazetecileri sahte isimler ile aldığı izinle dinledi. Demokrasi neredeydi, sandığa mı kaçıp
saklanmıştı?
(...) Bütün bu olaylar önümüzde dururken, eleştirmeyip, ne yapacaktık?
Mehmet Y. Yılmaz/Hürriyet
+++
Kul Hakkı
Ankara’da çok konuşulan bir duyum:
ABD’ye sığınmış emekli vaiz, kendisini ziyaret eden bir kabine üyesinin, kendisinden iktidar ile daha yüksek düzeyde temas istemesi üzerine “Kul hakkı yemişler buradan içeri giremez” demiş. AKP ile cemaat arasındaki kıyamet ondan sonra kopmuş...
Işık Kansu/Cumhuriyet
+++
90 yılda karşı devrim
...Hayatı, Cumhuriyet’imizin kuruluşunu incelemekle geçen ve bu konuda önemli kitaplar yazan Turgut Özakman, Atatürk ve arkadaşlarının yönetimi devraldığı 1923 yılındaki Türkiye’yi şöyle anlatıyor:
“13 milyon nüfus...
İlkel bir tarım...
Sıfıra yakın sanayi...
Madenlerin büyük çoğunluğu, limanlar ve var olan bütün demiryolları yabancı şirketlerin yönetiminde...
Ülkede 153 ortaokul ve lise, sadece bir üniversite var...
Halkın yüzde 7’si okur-yazar... Bu oran, kadınlarda yüzde 1 bile değil.
Ekonomik bakımdan yarı sömürge...
Kişi başına gelir 4 lira... Kişi başına ortalama kamu harcaması 50 kuruş!
Altyapı her alanda yetersiz...
Bilim hayatı ve düşüncesi yok sayılacak düzeyde...
Anadolu, yetersiz medreselerin elinde...
Her yanda tarikatlar, tekkeler, dergâhlar var.
Yasalar, çağın gerçeklerinin çok gerisinde...
Kadınların ilke olarak toplumsal hayatları ve hiçbir hakları yok...
Ülke neredeyse bütünüyle ve pek çok alanda ortaçağı yaşıyor...”
Türkiye işte o günlerden bu günlere geldi.
(...)
Atatürk devrimleri, umutsuzluktan, yepyeni, güçlü, büyük bir Türkiye yarattı.
Cumhuriyet rejimi, bir devlet için kısa sayılabilecek süreye, belki de beş-on kuşakta yapılamayacak işleri, hamleleri, devrimleri sığdırdı.
(...)
Nerelerden geldik?
Şimdi ne durumdayız?
...Ve nereye gidiyoruz?
Bunu bir bilebilsek, ya da geldiğimiz yeri hatırlayabilsek!
Son yıllarda, Cumhuriyet’in değerlerini yok etmeye çalışan bir zihniyetin ülkeye egemen olmaya başladığı görülüyor!
Atatürk ilkeleri hırpalanıyor, yok edilmeye çalışılıyor.
Yaşanan birçok olay, bir karşı devrim görüntüsü yaratıyor!
Tanrı korusun! Günün birinde Atatürk’ün bu emanetini yitirirsek, o zaman Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin değerini daha iyi anlayacağız!
Rahmi Turan/Sözcü
+++
Tutuklu gazeteci/milletvekilinden Cumhuriyet mesajı:
...ben de Tandoğan’da, Gündoğan’da, İstiklal’de olmak isterdim...
Bu duygulardaki herkese şunu haykırmak isterim:
Muhteşem bir başlangıç olsun yarın...
Artık durmayın, karanlıkları yarın...
Mustafa Balbay/Cumhuriyet