Bilal’in bir vakfı daha var
Başbakan oğlu Bilal’in “TÜRGEV adlı vakfı” var, arsalarına yüksek emsalli imar izni almak isteyen Ağaoğlu gibi ünlü zenginler, bu vakfa bağış yapıyorlar. Bu suçlama polis dinleme kayıtlarında ortaya atılmıştı. Başbakan’ın oğlu TÜRGEV yönetim kurulu üyesi olduğu için son 30 günün en çok konuşulan isimleri arasına girdi. TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) soruşturmasını yürüten savcı görevinden uzaklaştırıldı. Bunun üzerine de toplumun vicdan sahibi insanları; “Başbakan ve bakan çocuklarına dokunan yanıyor” diye aydınlanmaya başladı. Başbakan oğlu Bilal’in bir de “Okçular Vakfı”nın kurucusu olduğu ortaya çıktı.
Vakıfçılık hayır işi.
Hile hurda katmazsan.
Vakıf’ın altına hortum döşemezsen, vakfa hizmet veren ya da mal satan şirketlerin gizli ya da açık sahibi değilsen; vakıf para getirmiyor.
Kâr etmek gayesi yok.
Vakıf para götürüyor.
Buna rağmen Başbakan oğlu Bilal bir de “Okçular Vakfı”nın kurucusu oldu. Demek ki, hayır seviyor!
TÜRGEV, yurt yaptırıyor. Okçular Vakfı, ok attırıyor.
***
Kayıtlara girin.
Siz de göreceksiniz.
Okmeydanı’nda tarihi Okçular Tekkesi, Mescid’i ve Hünkar Kasrı onarılıp yenilendi. Tekke’nin, Mescid’in, Hünkar Kasrı’nın yanına büyük harcamayla ok atış alanı da yapıldı. Bunların tüm parası Belediye Bütçesi’nden karşılandı. Bir kaç yıl sonra bir de Okçular Vakfı kuruldu. Vakıf’ın 15’den fazla kurucu üyesinin ön sıralarında Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın oğlu Hüseyin Ersan Topbaş, Beyoğlu Belediye Başkanı AKP’li Misbah Demircan, AKP İl Başkan Yardımcısı Ali Haydar Yıldız geliyor.
Kurucular ne para koydu?
Kayıtlarda yok, bilinmiyor.
***
Ancak şu biliniyor: Okmeydanı Keçecipiri Mahallesi’ndeki top sahası 1964 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile 99 yıllığına İl Spor Müdürlüğü’ne bedelsiz olarak kiraya verildi. Arazi Ok Spor adlı mahalle futbol takımına tahsis edildi. Yıllar sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadir Topbaş döneminde, encümen kararıyla, top sahasını çevreleyen alanda 37 adet gecekondu, park yapılacak gerekçesiyle yıkıldı. Gecekondu sahiplerine ev başına 20 bin TL ödendi. Alan gerçekten parka dönüştürüldü. Daha sonra 18 bin metrekare olan top sahası da bu parkla birleştirilip ikisi birden Okçular Vakfı’na tahsis edildi. Altı Otopark yapıldı.
Durumu gören halk şair oldu.
Şu şiiri yazdı:
“Oğlanlar, yaylarını gerdiler.
Arazi tahsisini 12’den vurdular”
***
Acaba otoparkı kim kiraya veriyor, kaça kiraya veriyor, kim işletiyor? Okçuluk Vakfı’nın kaç şirketi var? Bu şirketler ne alır, ne satarlar, ne kâr eder ve bu kârın ne kadarı kurculara, ne kadarı vakfa döner? Okmeydanı Çevre Koruma Derneği Başkanı Ali Çetkin, “Top sahası ile birlikte park, mahallenin tek nefes alacak yeşil alanıydı. 18 bin metrekarelik alanın 10 bin metre karesi şu anda halka kapatılmış durumda...” diyor.
Necati Doğru/Sözcü
+++
Gül-Kılıç ittifakından “Dondurma formülü”
Daha 17 Aralık yolsuzluk iddiası sarsıntısı yok, daha poliste, yargıda deprem yok, daha HSYK için girişim yok iken...
Cumhurbaşkanı Gül bir sohbette bazı cumhurbaşkanlarını anıyor: “Ben onlar gibi partimle kavga etmem”. O sözün pratiği bugünlerde ortaya çıkıyor. HSYK bağlantılı. Gül HSYK ile ilgili düzenlemeden rahatsız. Sadece hukuki yönden değil, kişisel prestiji söz konusu. HSYK’da değişecek bazı üyeler Gül’ün atadığı isimler. HSYK’yı imzalasa, kendi atadığı isimlere ne diyecek? İmzalamasa, “partisine”, yani Tayyip Erdoğan’a ne diyecek?
Kaldı ki, danıştığı hukukçular ortak görüşte, “Anayasa’ya aykırı”. İmza krizine düşmeden, çözümün yolu “tasarıyı bir başka bahara kadar dondurmak”.
Gül’ün dondurma formülüne iki destek geliyor. Birini bilmeyen yok, AB. Diğeri, siyasal kulislere göre, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç. Dondurma formülünde sanıyorum, Haşim Kılıç’ın etkisi az değil.
Yalçın Doğan/Hürriyet
+++
Panik alametleri...
Adalet Bakanı daha 18 günlükken fezleke yedi.
Hem de neden:
Adaleti katletmekten...
Adaletsizlikten...
(...)
Daha koltuğuna ısınmadan kitleler halinde yeniden görev yeri değiştirilen polisler, yolsuzluğu örtsün diye tehdit edilen savcılar, tehdit sırasında kaydı tutulan bakanlar, onların “Aradım ama sor niye” türünden zavallı açıklamaları...
Sürülmüş, koltuğundan edilmiş polislerden devasa bir ordu...
Erdoğan’a göre, “Paralel devlet”in kolluğu...
Hükümet, daha çok panikledikçe daha çok polisi, savcıyı, hâkimi yerinden ediyor. Salgın hastalık filmlerinde, virüsün dokunanı etkilemesi gibi, yerine yeni gelenlerin de “Hizmet” ten olduğunu anlar anlamaz daha ısınmadan koltukları altından çekiyor, onları polis okullarına vs. sürüyor ama bu kez de gelecek kuşakları onlara teslim ettiğini fark edip yine panik halinde geri alıyor. Şaşkınlık her hallerinden belli oluyor.
***
Ve panik halinde ricat eden bu ordunun kumandanı, gerileye gerileye dayandığı duvarın kenarından herkese öfkeyle kılıç sallıyor:
Eski müttefiki, yeni belalısı Cemaat’e, muhalefete, medyaya, TÜSİAD’a...
Ancak kurduğu rant sistemi, bir kez söküldükten sonra her dikme çabasında başka yerinden sökülüyor. O daha “Oğlumun açığını bulun, evlatlıktan reddederim” derken diğer akrabalarının usulsüzlükleri ortaya çıkmış oluyor.
Bir bakanının yolsuzluğunu örterken diğerininki patlıyor.
Kendi çıkardığı yangına koşan bir itfaiyeci gibi, bağırarak herkesi ayağa kaldırmaya çalışıyor.
“Bu komplo, CHP’yi de, MHP’yi de, BDP’yi de hedef alıyor” derken “Madem öyle, neden onlarla uzlaşmak yerine hepsine birden saldırdığını” düşünemeyecek kadar panikte...
“Barış süreci de hedefte” derken yolsuzlukları örtme telaşında barışı da dinamitliyor.
***
Savaş boyalarıyla süslü nefret cümleleri içinde birisi doğru:
“Bu, Türkiye tarihinin en hayati seçimlerinden biri...”
1946’yı andırıyor.
Bakanların savcılara talimat verebildiği tek parti devletinin çöktüğü seçimi...
Şimdi bize sunulan iki seçenek var:
Muz cumhuriyeti ile ananas cumhuriyeti...
İkisini de reddediyor, sadesini arıyoruz.
Yolsuzluktan, arsızlıktan, tahakkümden, cemaatten, kinden ve nefretten arınmış bir cumhuriyet...
Her dakika ekranlarından “Hainler, kumpasçılar” feryatlarının yükselmeyeceği, kindar kuşaklar doğuracak düşmanlık tohumlarının atılmayacağı, sakinleşmiş, normalleşmiş bir ülke...
Ve özgürlük, demokrasi, barış getirecek yeni bir kuşak...
Az kaldı.
Sona yaklaştığımızı panikten anlıyoruz.
Can Dündar/Cumhuriyet
+++
Yolsuzluğun yolu açık
Adana’da silah yüklü olduğu yönünde ihbar gelen TIR’ları aramak isteyen savcılar Aziz Takçı, Ahmet Karaca, Mustafa Sırlı ve Özcan Şişman görevden alındılar...
Anlaşılıyor ki “Falanca araçta kaçak mal var” diye ihbar alan bir savcı MİT’i, valiyi, emniyet müdürünü vs. arayacak... Kaçak malların hükümet bilgisi dahilinde kaçırılıp kaçırılmadığını soracak. Kaçak eşya ile iktidarın ilişkisi yoksa ancak o zaman arama yapabilecek.
İktidar yakınlarının karıştığı yolsuzluklarda aynı yol izlenecek...
Eğer Başbakan’ın veya bakanların yakınları yolsuzluğun içindeyse savcı harekete geçmeyecek.
Savcı harekete geçerse emniyet mensupları savcının emirlerine uymayacak...
150 dolayında savcı ile 3 bini aşkın polis bu yüzden görevden alınmış bulunuyor...
Atatürk döneminin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt “Cumhuriyet Savcısı” unvanının isim babasıdır...
Bir gün Atatürk’ün huzurunda kendisine sorulmuş:
- Cumhuriyet Başbakanı, Cumhuriyet Bakanı, Cumhuriyet Müsteşarı, Cumhuriyet Valisi, Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da, neden Cumhuriyet Savcısı olabiliyor?
Bozkurt’un yanıtı:
“Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı’dır.”
Esat Bozkurt iyi ki bu günleri görmedi...
(...)
Artık isteyen her türlü yolsuzluğu yapabilir, yakalandığında iktidardan birilerinin ismini verip kurtulabilir. Gerçekten iktidar yakınıysa savcıyı görevden bile aldırabilir. Yargı bitti.
Melih Aşık/Milliyet