Bu zulmün ahı çıkar bir gün
Kardeşim Müyesser Yıldız, Facebook’taki sayfasında dün gerçek bir öykü anlattı okurlarına...
Yaklaşık dört yıldır tutuklu olan ve Silivri’de yatan Malatya İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Fatih Hilmioğlu’nun öyküsünü... Dört yıl önce karaciğer kanseri başlangıcı teşhisine rağmen hapse konuldu Hilmioğlu, iki ay önce de 22 yaşındaki oğlu Emir’i kaybetti.
“Evinde karısına sarılarak ağlamayı bile çok gördüler ona” diyor Müyesser ve şöyle devam ediyor:
“Cenaze için Ankara’ya getirildi ama ‘kaçabilir’ gerekçesiyle, geceyi evinde değil Sincan Cezaevi’nde geçirmesi uygun (!) görüldü. Oğlunu kaybettikten sonra durumu daha da kötüleşti. Günlerini adeta battaniye altında geçirdi; ne duruşmalara katıldı ne de kimseden bir şey istedi. Sevineyim mi, üzüleyim mi bilmiyorum ama öğrendim ki, cezaevi doktorlarının yoğun gayretleri sonucu İstanbul’da bir devlet hastanesine yatmasına izin verilmiş... İşte buna sevinmek durumunda kaldım.Hemen ardından, ‘Durumu ağırlaştı ki, izin çıktı’diye kaygılandım... Bu defa da üzüldüm, korktum.
Doktor olan abim Faruk Yıldız, savcılıktan izin alıp hiç tanımadığı, meslek büyüğü Prof. Dr. Hilmioğlu’nu yattığı hastanede ziyaret etti.
Hastane odasındaki kapısında jandarma ve cezaevi görevlileri varmış. Eşi yanında refakatçi kalıyormuş. Yatağı camın kenarında, camın önünde de oğlu Emir’in fotoğrafı... Tüm gün ona bakıyormuş!”
... işi, yaşı, kariyeri, cinsiyeti ne olursa olsun, bir insanın dudaklarından dökülebilecek en saf ve çaresizliği en iyi ifade eden sözcüklerdir, “Dudaklarını alnıma koyabilir misin; ateşim mi var?”
Hayatını bu ülkenin aydınlanmasına adamış bir bilim insanını saçma sapan suçlamalarla, üstelik hasta olduğunu bile bile hücreye tıktık ve tüm hastaların en doğal hakkı olan bu sözcükleri sevgili eşine fısıldamasına engel olduk!
Sonra bir darbe de “kader”den yedi ve canını, Emir’ini kaybetti!
Hasta ve acılı insanlara yapılan bu zulmün ahı çıkar elbet bir gün... Ve elbet o zalimler de günün birinde, “Dudaklarını alnıma koyabilir misin; ateşim mi var?” cümlesini kurar...
Umarım, işte o zaman onlar da Fatih Hilmioğlu gibi yalnız olurlar ve yaptıkları işkencenin ne kadar canice olduğunu anlarlar...
“Yine de anlamazlar” mı diyorsunuz? Ne diyeyim; haklısınız!
Mustafa Mutlu/Vatan
+++
Esas haberi görmeyip yalan haberi yazan gazetecilik
İstanbul’da Ergenekon davasına bakan Ağır Ceza Mahkemesi’ne hafta başında bir rapor geldi. (...) Şunu anlatıyor:
Genelkurmay Başkanlığı adına davaya konu internet sitelerini işletmekte olan ‘Bilgi Destek Şubesi’ bu sitelerin yeterince okunmadığı/izlenmediğinden şikayetçi. Bu durumu düzeltmek için de bir dizi ‘halkla ilişkiler’ faaliyeti yapılıyor. Bu faaliyetlerden biri de, sitelerde yer alan haber ve yazıların, Genelkurmay’dan gönderildiği anlaşılmayacak biçimde elektronik posta ile gazete yöneticilerine, köşe yazarlarına vs gönderilmesi. Bunun için elbette bir ‘adres listesi’ yapmak gerekiyor. İşte o listede aralarında benim de bulunduğum çok sayıda gazetecinin adı var. Bana veya meslektaşlarıma yönelik bir suç iddiası da yok, Hürriyet yazarı Yalçın Bayer dışında kendisine gönderilen mektubu köşesine taşıdığı saptanan da yok. (Bilen biliyor, Bayer’in köşesi zaten okuyucu mektupları yayınlayan bir köşe, Genelkurmay da maillerini sanki sade vatandaştan gönderilmiş gibi gönderiyor, dolayısıyla Bayer’in bunu köşesine koymasında da yadırganacak fazla bir şey yok.)
Gelin görün ki salı günkü Zaman gazetesinde bu mail listesinde adı geçen gazetecilerin nedense bir bölümü açık açık ismi yazılarak, Habertürk’ün web sitesinde ise sadece baş harfler verilerek bu ‘haber’ yayınlandı. Zaman’ın başlığı yalanı katmerliyordu: ‘Köşe yazıları Genelkurmay’dan.’
Naip hakimin raporundan bula bula bu ‘yalan’ı bulup üstüne atlayanları günlerdir dikkatle izliyorum, aynı rapor içinde sahiden ilgi çekici bir haber de var (...) iki gündür gören olmadı:
2008’de (...) ilk gözaltılar ve tutuklamalar yapılınca başlangıçta ciddi bir şaşkınlık oluştu. (...) Herkes Genelkurmay’ın Ergenekon’u nasıl gördüğünü ve yorumladığını merak ediyordu. Naip hakimin raporunda bu merakı giderecek üç tane belge var. (...) Raporlarda, Ergenekon soruşturması bir adli soruşturma olarak değil, Gülen grubu tarafından yürütülmekte olan ve hedefi TSK’yı yıpratmak olan bir psikolojik operasyon olarak görülüyor.
İsmet Berkan/Hürriyet
+++
Bu uydu bize uydu
2800 öğrencinin hapiste tutuklu olduğu bir ülkedir burası...
“Dindar nesil istiyorum” diye ilköğretimi imam okullarına çevirip... Üniversiteleri sessiz, ürkmüş, pısırık, tek tip isteyen... Hukuku, demokrasiyi, cumhuriyet rejimini yok edişini, kaportasını yaptığı uyduyu “ilk yerli uydumuz” yutturmacası ile örtmeye kalkana, iki laf etmez mi üniversiteli?..
(...)
Ben size söyleyeyim, bu uydu bize uydu...
Sinyal geldi:
“Bir tehlikeli silah...”
Aşağısı:
“Füze gibi mi?..”
Uydu:
“Merdivenden iniyor, iki ayağı var...”
Merkez:
“Başbakan o...”
Uydu:
“Ya Allah, maazallah...”
Bekir Coşkun/Cumhuriyet
+++
“Bizimkilerin” devletine de demokrasi gerek
... Devletin doğası sorunlu; onu sürekli gözetleyecek, sınırlayacak, denetleyecek mekanizmalar lazım. Demokrasi de, hukuk devleti de, insan hakları da işte bunun için icad edildi. Kim yönetirse yönetsin bu değişmez. Dolayısıyla kimse çıkıp; ’Kardeşim, biz helal süt emmiş insanlarız. Bize güvenin. Hakkınızı gasp etmeyiz, emeğinizi çalmayız. Önümüzdeki engelleri kaldırın, sorgulamayı, eleştirmeyi bırakın.’ demesin. Devlet yönetirken kimseye gözü kapalı güvenilmez; denetlenir... Kuvvetler ayrımı ilkesi de bunun yollarından biri. Buna karşı çıkmak, halkı devlet karşısında korunmasız bırakmak anlamına gelir, velev ki devlet ’siz’ olun... (...) ‘Bizimkilerin’ devletine de demokrasi gerek.
İhsan Dağı/Zaman
+++
Kısa... Kısa...
1962’de ABD ile Sovyetler arasındaki Küba krizinde ABD Küba’yı vursaydı, Ruslar da direkt Jüpiter füzelerinin konuşlandırıldığı Türkiye’yi vuracaktı. Halkımız ne olup bittiğini o zaman anlayacak, füzelerin Türkiye’ye yerleştirilmesine izin verenlere küfürü ancak o zaman yani iş işten geçtikten sonra basacaktı. Kürecik’e yerleştirilen radar ve gelen Patriotlar aynı sonuca yol açabilir.
Melih Aşık/Milliyet
***
Kim ne derse desin, Şii-Sünni ayrımının 21. Yüzyıl’ın Ortadoğu’sunun güç haritasını belirleyeceğine işaret ediyor (...) artık ortadan kalkması gereken rejimlerin durduğu yer de Şii-Sünni ayrışmasına uyarlanmış görünüyor.
İbrahim Karagül/Yeni Şafak
***
Türk ordusunun bir kadın subayını, kendi küçük ahlakıyla yargılayıp mahallenin önüne atan tüzüklerinize, o tüzükleri mide bulandırıcı bir garnizon ahlakına çeviren zihniyetinize... Hepsine dümdüz gidiyorum.
Ertuğrul Özkök/Hürriyet
***
Derin Allah sevgisinden habersiz huri-gılmancılar; Yunus Emre’yi yasaklıyorlar. Sadece Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer değil; Muhteşem Süleyman’ın şeyhülislamı Ebussuud Efendi de bu kafadaydı. (...) Şükredelim: Kanuni Sultan Süleyman zamanında bu şiiri okusanız, kanun gereği kafanız kesiliyordu; şimdi sadece yasaklıyorlar.
Rıza Zelyut/Güneş