(...) Genelkurmay’dan bir açıklama gelmeyince, askeri çevrelerden bilgi almaya çalıştım.
Sonuçta Süleyman Şah Türbesi harekatı sırasında toplam 8 zırhlı aracın, ağırlıklı olarak palet atması nedeniyle arızalandığını, bunlar arasında tankların da bulunduğunu, ancak harekat biter bitmez giden ekiplerce bazılarının yerinde onarılarak, diğerlerinin de taşıyıcılara yüklenerek geri getirildiğini, böylece Suriye topraklarında tek bir aracın bile bırakılmadığını öğrendim.
Böylece rahatladım ama bu kez zihnime başka sorular takılmaya başladı.
40 tank ve zırhlı araçla çok kritik bir operasyon yapıyorsunuz, ama bunların bir bölümü yolda palet atarak devre dışı kalıyor. Önüne ne çıkarsa yok eden çok güçlü bir kara harekat silahı olan tankın palet atması, tankçılar için kâbus anlamına geliyor. Çünkü paleti atan bir tank bulunduğu yere çakılıp kalıyor. Neyse ki çatışmaya girilmediğinden büyük bir tehlike oluşmuyor.
İnsan böyle bir durumla -Allah korusun- savaşta karşılaşılması halinde yaşanacakları düşünmek dahi istemiyor.
***
Sevgili okurlarım,
Denizaltısını, milli gemisini üreten, teknolojiler geliştiren ve coğrafyasının en caydırıcı savaş gücüne sahip olan Türk Deniz Kuvvetleri kumpaslara uğrayıp balyozu yedikten sonra, en değerli subaylarını kaybetti. Adeta istiridye gibi içine kapanmak zorunda kaldı. Karargah subayları isimsiz ihbar mektuplarının hedefi olmamak için birbirinden hatta sinekten bile korkar hale geldi.
Sonuçta bir zamanların o devasa gücü, küçücük bir römorkörü denize indirirken 10 şehit verecek kadar acze düştü.
***
Son iki haftada 6 değerli pilotumuzu kaybettiğimiz Türk Hava Kuvvetleri’ndeki kazaların ve çöküşün nedenine gelirsek...
THK’yi yüzüncü yılına büyük başarılarla taşıyan generaller ve kurmay kadro da, tıpkı diğer kuvvetler gibi, kumpaslarla tasfiye edildi. Ne düşündürücüdür ki, Balyoz’da tutuklanan Orgeneral Bilgin Balanlı başta olmak üzere, cezaevindeki havacı askerlerin tümü, iyi yetişmiş başarılı pilotlardı.
Zira THK, uzun yıllar seçme, yetiştirme ve yetişen personeli bünyede muhafaza konularında kılı kırk yaran personel ve eğitim politikaları uygulayarak mevcut ve geleceğin komuta kademesini adeta nakış işler gibi oluşturmuş, yılların birikimiyle çağı yakalayan bir hava kuvveti olma gücüne bu nitelikli personeli sayesinde erişmişti.
Ama ne oldu?
“Madem başarılısın o halde cezalandırılmasın” denilerek, saçma sapan kumpas senaryolarıyla bu değerli kadrolara tırpan atıldı.
Askeri vesayeti kaldırıyoruz teraneleri arasında yapılan operasyonlar, görevde olanların sadece moral değerlerine darbe vurmakla kalmadı, onlar üzerinde endişe, ürkeklik ve güvensizlik duyguları yarattı.
En acısı da özellikle pilotları, süratle sistem dışına çıkma arayışına itti. Peş peşe istifalar başladı.
Moral değerlere vurulan darbe, yıllardır Hava Kuvvetleri’nde sorun olan yetişmiş pilot kaybının daha da hızlanarak devamına sebep oldu. Ayrılma müracaatında bulunanların genele oranı giderek taşınamaz boyutlara ulaştı. Böylece sistemde deneyimli
ve birikimli eğitimci sayısı azaldı ve eğitimde kalite düştü.
***
Duruma bakın.
Karada tanklar palet atıyor.
Denizde römorkör indirilemiyor.
Havada peş peşe uçaklar düşüyor.
***
“Askeri vesayeti bitiyoruz” diyerek coğrafyamızın en büyük caydırıcı gücü olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu özelliğini bitirenler, yaptıkları hainliğin hesabını er veya geç vereceklerini unutmasınlar.
Uğur Dündar Sözcü
AKP’lerden AKP beğenmeye mecbur değiliz
Siyasetin doğasında vardır; bir yandan seçim gününe hazırlık yapılır, bir yandan da seçimin hemen sonrası için senaryolar konuşulur.
AKP için seçim sonrası işin ortası yok; ya zafer ya çöküş...
AKP gibi iktidar olmak üzere kurgulanmış, çizgisi olmayan, çıkar amaçlı partiler seçimi kaybedip iktidardan düştüğünde dağılırlar.
Bunu AKP koalisyonunun tarafları da biliyor. En iyi Erdoğan biliyor. O nedenle de kendince hesaplar yapıyor. Biliyor ki, anayasayı değiştirme gücüne sahip bir iktidara, kayıtsız şartsız yöneteceği bir çoğunluğa sahip olmazsa başkanlık bir yana, keyfince bir cumhurbaşkanlığı da zor.
Bütün bunları dikkate alarak siyaset üreten AKP takımı topluma şöyle bir seçenek sunuyor:
AKP iktidarlarında hangi AKP iktidarını tercih edersiniz; Erdoğan’ın tam hâkim olduğu mu, araya Gül serpiştirilmiş olanı mı, Davutoğlu vitrinli geri dörtlüsü olan bir takım mı?
Hangi AKP?
***
Siyasetin doğası böyle bir dayatmayı kabul etmez, etmemesi gerekir.
Siyasette seçeneksizlik çöldür.
Böyle bir durum mevcut iktidarı da çürütür.
AKP koalisyonu her yöntemi deneyerek seçeneksizliğe oynuyor. “En iyisi benim” yok; “ben gidersem mahvolursunuz” var... Eşit koşullarda bir yarış yok; iktidara doping serbest, muhalefete her türlü esaret zinciri var...
Bütün bunlara karşın iktidar oy kaybediyor. Bunu kamuoyu yoklamalarıyla gündeme getiren kuruluşların üzerine gidiyor, devlet gücüyle saldırıyor.
Nefret söyleminde Erdoğan’la yarışan Davutoğlu’nun partiyi taşıyamayacağı görülünce Gül’lü çözümlerin arandığı anlaşılıyor.
Kamuoyu Erdoğan’ın her şeyine alıştığı için Gül’ün AKP’ye gelişini uygun bulan sözlerini olağan bir açıklama olarak verdi!
Cumhurbaşkanının bağımsızlığı, anayasal olarak partisi ile tüm bağlarını kesme zorunluluğu kimin umurunda...
***
Erdoğan bunlarla da yetinmiyor, iktidarının 13. yılında hâlâ mağduriyet edebiyatı yapıyor. Hakkını teslim edelim; hem mağduriyette hem de herkese tehditler savurup toplumu germede mangalda kül, tespihte püskül, edebiyatta fasikül bırakmıyorlar...
Bu döngünün kırılması siyasetin seçenek üretmesine bağlı. AKP bunu engellemek için de çok şey yapıyor. Ancak ne olursa olsun bunun bahanesi olamaz. Hele gelinen noktada hiç olamaz.
Sürekli karanlığa karşı bağırarak aydınlığa ulaşılmaz.
Şu sözün evrenselleşmesi ne güzel; karanlıktan yakınacağına bir ışık da sen yak.
Bu anlamda ilk ışık şudur:
AKP’lerden AKP beğenmeye mecbur değiliz... AKP’nin dayattığı gündemi reddediyoruz...
Mustafa Balbay Cumhuriyet
Doların ateşi milleti yakacak
Doların ateşi bir türlü söndürülemiyor!
Dolar her gün yeni bir rekora imza atıyor!
(...)
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi konuyla ilgili olarak şöyle konuşuyor:
“Dolarla oynayanların bu manipülasyonu ellerinde patlayacak ve elleri yanacaktır! Çünkü Türkiye’nin böyle bir kaygısı yok, böyle bir sıkıntısı yok! Diledikleri kadar oynasınlar bir şekilde bu onların ellerini yakar!”
(...)
Var sayalım ki Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi en doğru teşhisi koymuş ve dolarla oynayanların manipülasyonları sonucu söz konusu dalgalanmalar yaşanıyor olsun!
Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve takım arkadaşları tarafından yapılan açıklamalar bu dolarla oynayanların “ekmeğine yağ sürmüş” olmuyor mu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve takım arkadaşları Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ve bu başkanın bağlı olduğu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ı basın üzerinden değil de bire bir eleştirseler daha doğru olmaz mı?
Bir masanın etrafından toplanıp konuyu enine boyuna tartışmak bu kadar zor mu?
Netice itibarıyla bu tartışmanın tarafları “aynı siyasi ekole” bağlı değiller mi?
Yani rakip partinin mensuplarını yerden yere vurur gibi kendi kendilerini medya üzerinden eleştirmelerinin ve işi “vatan hainliği” suçlamasına kadar götürmelerinin doların dalgalanmasında hiç mi payı yok?
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin iddia ettiği gibi dolarla oynayanların elleri yanabilir!
Ama iş sadece bununla sınırlı kalmaz!
Bu tartışmanın sonunda dillerine bir türlü hâkim olamayanlar ve uluorta konuşup gezenler de zararlı çıkabilir!
Kiminin eli, kiminin dili yansa da bu kavgadan “asıl zararı” milletin göreceği aşikâr!
Zeki Ceyhan Milli Gazete
Halkın aklıyla alay etmeyin
İnanamıyorum, hâlâ çıkmışlar Kabataş olayı için evet doğru diyorlar.. En iyi savunma saldırıdır taktiğini biliyoruz ama bu kadarı da fazla..
Bu kadarı ayıp..
Hâlâ.. 80-100 arası üstü çıplak deri eldivenli adamın Kabataş’ta altı aylık çocuğuyla yürüyen türbanlı anneye saldırdığını..
Anneyi bayılttıklarını.. Üzerine işediklerini.. Olaya müdahale eden yaşlı kadın ve kızının ölesiye dövüldüğünü..
İddia ediyorlar..
(...)
Lütfen!.. Halkın aklıyla alay etmeyin..
Halkı aptal yerine koymayın..
80-100 kişilik üstü çıplak deri eldivenli grubu bir Allah’ın kulu görmedi mi? O grup Kabataş’a ışınlanarak mı geldi? Saldırıdan sonra gittikleri yönde, geldikleri yönde kamera yok muymuş?
Zehra orada yalnız değildi, yüzlerce insan vardı.. Görüntüleri yok eden paralel yapı o insanları konuşmasınlar diye ortadan mı kaldırdı?
Tehdit mi etti, şantaj mı yaptı?
Dolmabahçe- Karaköy hattında yürüyen 100 kişilik grubu paralelci olmayan tek bir polis de mi görmedi? Cevap verin.. Çelişkili bir durum var.. Biz diyoruz ki; bu aşağılık tacizcilerin yanına kar kalmasın..
Onlar da diyor ki; kalırsa kalsın yeter ki meselenin üstünü kapatalım..
Mehmet Tezkan Milliyet
İktidar içinde iktidar mücadelesi
Davutoğlu
1- Başbakan Ahmet Davutoğlu, öyle ilk başta üzerine yapıştığı düşünüldüğü gibi kolay lokma olmadığını gösterdi; demirden leblebi çıktı. Belki üzerine fazla gelinmeseydi bunların hiçbiri olmazdı ama, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’nu Ocak başında toplayacağının gayrı-resmi danışmanı, eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tarafından duyurulması oyun planını bozdu. Davutoğlu’nun, Başbakanlık yetkilerine o tarihten itibaren daha çok sahip çıktığı, daha sık kullandığı, Erdoğan’ın -özellikle ekonomiye dair yasal adımlarda- “Bana sorulmuyor” şikayetinin kuliste yayılmasından anlaşılabiliyor.
Hakan Fidan’ın MİT’ten istifası konusu zaten malum; Fidan’ın Erdoğan’ın değil, Davutoğlu’nun istediğini yaptığını en yetkili ağızdan öğrendik. Erdoğan’ın kalesi sayılan İstanbul İl Başkanlığı’na sessizce kendisine yakın ismi seçtirdi.
(...) Karşısındakinin hiç beklemediği anda hamlesini yapıp, işini tamamladıktan sonra yüzünde aynı gülümsemeyle atını sürüp gidecek izlenimi verir oldu.
Gül
2- Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından taltif mi edildi, ters köşeye mi yatırıldı? Henüz tam net değil...
Arınç
3- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, AK Parti’nin Erdoğan ve Gül ile birlikte üç temel direğinden biriydi. Diğerleri hem Başbakanlık, hem Cumhurbaşkanlığı gördü. Arınç da Meclis Başkanlığı. Yola beraber çıktığı bazı partililerinin, eş-dostlarının da ne kadar zenginleştiğini görmekten çoğu zaman utanç duydu, bunu da ifade etti. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları tartışılırken Bakanlar Kurulu’nu terk etti, Davutoğlu ve Gül devreye girdi de öyle döndü.
(...)
Şimdi o da duyuyor kendisi gibi 3 dönem kuralına takılan kimlere ne büyükelçilikler, valilikler, ne bakan yardımcılıkları, yönetim kurulu üyelikleri söz verildiğini; bir yerde partiden kopmamalarını sağlamak maksadıyla, üzülüyor haliyle.
Erdoğan’ın “Gül dönerse, memnun olurum” demesinden kısa süre sonra çıktı, Erdoğan’ın Merkez Bankası’nı “örselediğini” söyledi, “Ben de buradayım” dedi.
Yine de siyasette ne kışlar, ne fırtınalar atlatmış olan Arınç’ın 7 Haziran seçimlerinde iktidar oyunu dışında bırakılmasını sessizlikle karşılayacağını düşünmek yanıltıcı olabilir.
Erdoğan
4- Ve tabii Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan... Şu 400 milletvekili hedefini bu günlerde ne kadar sık dile getirdiğinin farkında mısınız? Bunun bir nedeni de ne Davutoğlu’ndan, ne AK Parti’den hâlâ süper-Başkan hedefi için açık destek alamaması olabilir mi? Soruyu başka türlü soralım: Davutoğlu ve Parti grubu, başbakana yer olmayan, Meclis’i Başkanın kararlarını onay merciine dönüştüren, başkomutanlık ve istihbarat yetkilerini kendisinde toplayan bir Başkanlık sistemine neden geçit versin? (...)Erdoğan’ın Gül’e çağrısı altında bir başkanlık pazarlığı, ya da Davutoğlu’na aba altından sopa gösterme olabilir mi?..
Siyasetin olağan akışı
5- (...) Erdoğan gibi istediğini elde etmeye alışmış, güçlü bir lider hedefine bu kadar yaklaşmışken işi siyasetin olağan akışına bırakır mı? Geçenlerde bir TV yayınında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu yönde bir endişe dile getirdi. MHP lideri Devlet Bahçeli ve HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş zaten her fırsatta güvensizlik beyan ediyorlar...
AK Parti Grubu
6- AK Parti içinde ortaya çıkan bu fay hatları, Gül’ün aday olup olmayacağı kesinleştikten sonra daha çok enerji biriktirmeye başlayacak gibi görünüyor...
Murat Yetkin radikal.com.tr