“Tüpçü”den gazeteciliğe gazlı saldırı
Tüpleri, gazla dolduruyor evlere satıyordu. İyi iş. Kârlı. Tüp gaz halkın da ihtiyacı.
Başka işleri de vardı.
Beyoğlu’nda Ağa Cami’in bitişiğinde tarihi bir binayı aldı. AVM yaptı.
Tüpçünün oğlu da Beşiktaş’ın başkanıydı.
Beşiktaş’ı kötü yönetti, borca soktu. Tüpçünün oğlu Beşiktaş Genel Kurulu’nda aklanmadı. Başbakan ile arası iyi olduğu için Futbol Federasyonu başkanı yapıldı. Tüpçü bunlarla yetinmedi.
Gazete patronluğuna soyundu.
(...)
Tüpçü, kimyasala sardı. Gazetelerinde yazarlar, iktidarı eleştirmeye görsün, tüpçü kimyasal silah olup, o yazarı yok etmeye başladı. İlk kimyasal Metin Münir’in
kalemine sıkıldı; “Suriye politikasında izlediği tutumla Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin en kötü Dışişleri Bakanı olarak tarihe geçecek” diye yazan ilk Metin Münir olmuştu. Semih İdiz de “Başbakan’ın Suriye politikasının Türkiye’ye bela getireceğini” ilk yazanlardandı. İkisi de aynı anda kovuldu. Başbakan miting meydanında “Bu mu gazetecilik... Batsın senin gazeteciliğin... Sen buna niye maaş veriyorsun...” diye bağırıyor. Tüpçü,
Başbakan’ın kimi işaret ettiğini hemen anlıyor.
Nuray Mert de kovuldu.
Can Ataklı da atıldı.
Can Dündar da susturuldu.
Öyle ki; “yetmez ama evetçi” bile olmuş ve Başbakan’ın “Hasan Abi” diye onur ve şeref bahşettiği yazarlar bile “gazeteciliğin temel ilkelerini savunmak adına” küçük bir eleştiri yaptıklarında gazetelerdeki köşeleri kapatıldı.
***
Mustafa Mutlu da kovuldu.
Mustafa gerçekleri yazıyordu.
Tüpçü, “gerçekleri yazmak Başbakan’ı üzüyor” diye dün Mustafa’ya da bir
kimyasal sıktı.
Tüpçü gazdan anlıyor.
Fakat gazeteciliği sıfır.
Özgür gazeteciliğin üzerine, kimyasal atarak, susturup Başbakan’ın gözüne gireceğini sanıyor.
Özgür gazeteci susmaz.
Biri sussa, diğeri çıkar.
***
Tüpçü’nün İstanbul Beyoğlu’nda tarihi binayı yanındaki tarihi caminin siluetini ezip geçercesine AVM’ye çevirirken; yasa dışına çıktığı için 5 yıl hapis isteğiyle şu anda adalet önünde yargılandığını; bu AVM’nin oturum alanını, soğutma, ısıtma sistemlerinin yer aldığı alanları, sığınak alanlarını, tüm katlardaki galeri boşluklarını projeye aykırı olarak kiralık mağazalar haline getirdiğini, bu yolla kazancını artırmayı hedeflediğini, AVM’nin kot-kesit-oturum ve yüksekliğini de projeye aykırı olarak değiştirdiği için İstanbul Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’nün AVM içinde mağaza kiralamış 4 firmaya; “yangın açısından güvenli değil raporu” verdiğini ve bütün bunlara rağmen AKP’li Büyükşehir Belediyesi ile AKP’li Beyoğlu Belediyesinin “Demirören AVM’ye niçin göz yumduğunu”, Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kurulu’nun iki yıl önce verdiği kararın tam tersine niçin çark ettiğini (belgelerin tümü Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Doğan Tekel’de var) özgür basın yazacaktır.
Mustafa’yı susturamazlar.
Özgür basınla buluşur.
Tüpçü AVM’sini de yazar
Necati Doğru/Sözcü
+++
!
Hiç tartışma yok ki Türkiye’nin “medya iktidarı” ndan büyük ölçüde arınmış olması son derece iyi oldu. Ne var ki “medya iktidarı” yerini, belli bir süredir “iktidarın medyası”nın egemenliğine bırakmış durumda.
Ruşen Çakır/Vatan
+++
Veda eder gibi
Ruhat Mengi yıllardır aynı gazetenin sayfalarını paylaştıkları Mustafa Mutlu’nun kovulmasından sonra yazdığı ilk yazıyı “ayrılık” notuyla bitirdi. Okuyucularından “düşünmek” için bir süre izin isteyen Mengi bu sürenin ne zaman ve nerede biteceğini ise söylemedi:
“Sevgili okurlarım, bir süredir hiç birimizin tahmin edemeyeceği kadar fazla olay üst üste geldi. Çok üzgünüm, çok rahatsızım ve bu rahatsızlığım son zamanlarda dayanılmaz boyutlara ulaştı. Sizden bir süre için izin istiyorum, bu arada düşünmem için şart bu ayrılık.. Tekrar buluşacağız merak etmeyin.”
+++
‘Belgesel’ için soru anahtarı
Sayın efendim, enginde kabaran dalgaları andıran heyecanıma gem vurmaya çalışarak, yüce affınıza sığınarak, sizi de rahatsız etmemeye dikkat ederek sormak isterim:
Nasılsınız, iyisiniz inşallah ve de maşallah?
***
Eyy cihan lideri, mitinglerin efendisi, kongrelerin kaplanı, salonların efendisi, mahallelerin hamisi... Başıma bir şey gelmeyecekse, sesimin tonunu uyuyan bir bebeciği rahatsız etmeyecek şekilde akort ederek soracağım: Limon mu, sirke mi? Turşusal bakımdan yani...
***
Boyuna bosuna, özenle seçilmiş kravatlarına, ceketinin iç cebinde saklanan tarağına kurban olduğum yüce insan... Sadece ben değil, sadece ülkemiz ve komşularımız değil, sadece bu dünyadakiler de değil, tüm Güneş Sistemi merak etmekte... Uygun görürseniz cevap bahşediniz lütfen: Kahveyi sütlü mü içeriz sade mi?
(...)
Bir of çekse Himalayalar’da tektonik değişiklik yaratacak derecede insanlık için dertlenen, otobüsten çocuklara oyuncak, kürsüden halkın kalan kısmına çelenk fırlatırken bu sevgiyle hep tam isabet sağlayan kunt şahsiyet... Af buyurunuz, bütün cesaretimi toplayarak geliyorum bu sefer: Saat kaç?
(...)
Hislerin efendisi, son bir soruyla huzurunuzdan “moon walk” figürü eşliğinde çekilmek isterim: Bi kalp kaç defa sever, orada bana da var mı yer, söyler misin lütfedip, aşk kaç beden giyer?...
Kanat Atkaya/Hürriyet
+++
Engin Alan duruşma salonunda neden soyundu?
(...) Önce kravatını çıkardı. Ardından gömleğini. Duruşma salonunun ortasında jandarmaların arasında beyaz atletiyle Alan’ı görünce, gözlerime inanamadım.
Alan üzerinden çıkardığı gömleğini jandarmalara gösterdi, aradaki korkulukların üzerine koydu, sonra eşinin getirdiği poşetten bir gömlek aldı. Yine jandarmalara gösterip, giydi. Kravat için de aynı işlemi yaptı. En sonunda çıkardığı kirli gömlek ve kravatı boşalan poşete koyup, eşi Nevin Alan’a ulaştırdı. Böylesine efsane bir komutanı, bir milletvekilini, duruşma salonunun ortasında soyunmaya mecbur bırakan olay şuydu:
Sincan Cezaevi’nde, her eşyadan 2 taneye izin veriliyor. Aileler yenisini getirip, kirlilerini ancak öyle alıyor. Engin Paşa Pazartesi gününden beri duruşmaya geldiği için eşi Sincan Cezaevi’ne gidip, yeni gömlek götürüp, kirlileri alamadı. Çareyi temiz gömleği duruşma salonuna getirmede buldu. Değişimi jandarmaların gözetimi altında yapması gerektiği için de ortaya tuhaf, bir o kadar acı bu görüntü çıktı. 28 Şubat davasının başladığı saatlerde 5 yıldızlı bir otelde yeni Adli Yılın açılış törenleri vardı. (...) Ben de aynı saatlerde duruşma salonunda, adaleti arayan ve bekleyen Engin Alan’a duygularını sordum. Şu kadarını söyledi:
“Hukuka inancım sıfır... Adalete inancım sıfır... Hiçbir duygum yok. Bu nereye kadar gider, artık benim değil tüm Türkiye’nin düşünmesi gereken bir sorun.”
Gördüklerim ve duyduklarımdan utandım...
Müyesser Yıldız/Odatv.com
+++
Ustanın en kısa hikâyesi...
Sabah kalkıp telefonun başına oturuyor...
İngiltere...
Fransa...
İtalya...
ABD...
“Gelin Suriye’yi vurun” diyor...
***
Gelmiyor...
Kızıyor...
***
Kahvaltısını yapıyor...
Oturuyor telefonun başına...
İngiltere...
Fransa...
İtalya...
ABD...
“Gelmeniz lazım” diyor...
***
Gelen yok...
Tekrar kızıyor...
***
Öğlen yemeğini yiyor...
Oturuyor telefonun başına...
İngiltere...
Fransa...
İtalya...
ABD...
“Yani şimdi siz gelmiyor musunuz?” diyor...
***
“Gelemeyiz ama” yanıtını alıyor...
Kızıyor...
***
“Bana kurabiye getirin” diyor...
Oturuyor telefonun başına...
***
Japonları da arayacaktı ya...
Çünkü en iyi Japonca bilmiyor...
***
Tarihte ilk kez bir Müslüman devlet adamı “Gelin şunları vurun” diyerek “Bunlar Haçlı” dediği ülkeleri, İslam topraklarını vurmaya çağırıyor...
Müslümanların Müslümanları bombalarla öldürdükleri yetmiyor gibi...
Bir sınırlı hava operasyonunu dahi “az” buluyor diyelim...
“Sınırsız” gelsinler istiyor...
Gelmiyorlar...
Kızıyor...
***
İkindi namazını kılıyor...
Çay, bisküvi...
Oturuyor telefonun başına...
İngiltere...
Fransa...
İtalya...
ABD...
***
Ustanın bir günlük hikâyesi size...
Bekir Coşkun/Cumhuriyet
+++
Beyaz TV, mahallesinden de veto yedi
(...) Bir programa “belgesel” denilebilmesi için, hatası ve sevabıyla hikâyenin olanca objektifliği ile ortaya konması gerekir. Özeleştiri olur, pişmanlıklar konuşulur. Sadece başarılar ve güzel sözler değil, hayal kırıklıkları, yanlış kararlardan çıkarılan dersler dile getirilir. (...) Üzgünüm ama “Ustanın Hikâyesi” henüz çekilmedi.
Tarık Toros/Bugün