Medya Arkası (06.09.2017) (31 Ekim 2017)

Medya Arkası (06.09.2017) (31 Ekim 2017)

Köşe yazarlarının gündeminde AKP'li belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatı üzerine görevlerinden istifa etmesi vardı. İşte günün öne çıkan yazıları:

Ben nasıl Atatürkçü oldum? / Ahmet Hakan / Hürriyet

GÜÇLÜ MUHALEFETİN YARARLARI

- İKTİDARIN adil ve hakkaniyetli olmasına yol açar.

*

- İktidarın kendini sürekli denetimde hissetmesini sağlar.

*

- İktidara toplumun tüm kesimlerini kucaklama zorunluluğu hissettirir.

*

- İktidarın höt zötten beslenmesinin önünü tıkar.

*

- İktidarın kendini hep bir yarış içinde hissetmesini sağlar.

NOT DEFTERİMDEN
- MELİH Gökçek’in istifa ettiği gün Ankara’daydım. Tam ANKAPARK’ın yanından geçerken aniden dinozorları gördüm... Hepsinin gözleri yaşlıydı.

*

- “Latte”nin pabucu çoktan dama atılmış da benim haberim bile yokmuş! Yine geç kalmışım yani... Ama olsun. Ne demiş Cemal Süreya? “Belki de biraz geç rastladım sana/Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza/1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi?”

*

- Berceste! Ankara–İstanbul arasında çok güzelsin!

*

- Efendiler! Yarın ciddiyeti ilan ediyoruz.

*

- Kedi-köpek düşmanlığı yapan, sokak köpeklerini iğneyle bayıltan, kedi-köpekten şefkatini esirgeyen ne kadar kurum ve kuruluş varsa... Hepsinden nefret ediyorum.

*

- Son günlerde yaptıkları açıklamalarla elektrik yaratan siyaset insanları: Doğu Perinçek... Ali Türkşen... Ümit Özdağ... Nihat Zeybekçi... Öztürk Yılmaz...

*

- Meral Akşener’in partisiyle ilgili analiz kasanlara sesleniyorum: Boşa kasmayın! Ahali armudun sapı, üzümün çöpüne pek bakmıyor gibi geliyor bana.

*

- Ankara’da Trilye’nin yeni yerine gittim... Çok ferah, çok güzel, çok havalı, çok şık, çok şaşaalı, çok cool, çok güzel bir yer olmuş. Ama benim gönlüm eski yeri aradı. Neden acaba?

*

- Bana öyle geliyor ki... Yakında “Liderimiz emretti, biz de Atatürkçü olduk” cümlesini çok fazla işiteceğiz.

Başbakan'a dolar sorusu / Mehmet Tezkan / Milliyet

Geçen yıl bu zamanlardı.. Başbakan gazetelerin ekonomi müdürleriyle toplantı yaptı.. Dedi ki; Dolardan bize ne? Her şeyi getirip dolara bağlamanın anlamı yok. Dolar bu iner, çıkar..

Keşke öyle olsa..

Keşke Başbakan’ın sözünün karşılığı olsa..

Keşke dolar inse de, çıksa da ucu bize dokunmasa..

Keşke iktidar dolara göre karar almasa..

Keşke Başbakan dolardan bize ne, çıktığı gibi iner, zam yapmayın talimatı verse..

***

Bu sabah yataktan benzin zammıyla uyandınız.. Benzine 12 kuruş zam geldi.. Geçen haftada 9 kuruş gelmişti..

Sebep?

Efendim dolar tırmanışa geçmiş!.

Hani dolar iner de çıkar da bize ne idi?

***

Çok değil dört ay önce İstanbul’da benzinin litresi 4.96 liraydı.. Bugün 5.50..

Az buz zam değil..

Benzin artınca domatesin fiyatı da artıyor, patatesin fiyatı da..

Benzin artınca hayat pahalılaşıyor..

Daha doğrusu, dolar artınca..

***

İddia ediyorum, yeni yıla zam yağmuruyla gireceğiz..

Üçüncü köprü üç dolar artı KDV.. Otoyolu kilometre başına 8 sent..

Avrasya Tüneli dört dolar artı KDV..

Osmangazi Köprüsü otuz beş dolar artı KDV..

Bu paralar nerden çıkacak?

Bizden!.

***

Dolar çıktıkça, biz aşağı ineceğiz..

Kur yükseldikçe, biz küçüleceğiz..

Yanlış mı Sayın Başbakan?

Bu tren Türkiye’yi nereye götürür? / İbrahim Kiras / Karar

İşin aslına bakılacak olursa Türkiye ile ABD arasındaki ittifak ilişkileri iki ülkenin coğrafi konumlarına, etki sahalarına ve hem çıkar hem de tehdit algılarındaki çakışmalara bağlıdır. Nitekim yaklaşık iki asırdır Türkiye’nin ittifak arayışı Rus yayılmasının oluşturduğu tehditle ilgili olmuştur. 19. Yüzyılda İngiltere (ve bazen Fransa), 20. Yüzyılda ABD ile gerçekleştirilen askeri ittifak ilişkileri adı geçen ülkelerin bizim kara kaşımıza kara gözümüze olan hayranlıklarından değil, Türk topraklarının özellikle boğazların denetiminin Rusya’nın eline geçmesinin kendileri bakımından doğuracağı tehdidi görmelerinden kaynaklanmıştır. Bugün de ne Rusya’nın ne de Batı dünyasının çıkar ve tehdit algıları çok fazla değişmiş değildir. Çünkü ne tabii coğrafya ne de siyasi coğrafya değişmiştir.

Jeopolitik teorileri detaylı biçimde tartışacak yerimiz yok burada ama konumuz bağlamında şunu söylemek mümkün: Türkiye’nin Rusya ve İran’la bugünkü iş birliği siyaseti tamamen bugünün konjonktürüyle ilgili görülmek zorunda. Buradan stratejik bir ittifak ilişkisinin doğmasını ümit etmek eşyanın tabiatına aykırı bir beklenti olur. Gönlümüz ne derse desin realitenin soğuk yüzü böyle diyor.

Dolayısıyla Washington’daki neo-con tayfasından birtakım imzaların “ABD’nin artık Türkiye’ye ihtiyacı yok” türünden değerlendirmelerini ciddiye almamak, güncel siyaset bağlamında değerlendirmek lazım. Bugün bir karmaşa döneminin içinden geçiyoruz gerçi ama Türkiye jeostratejik özellikleri bakımından ittifak edilmek istenecek bir ülkedir, aradaki anlaşmazlıkların boyutu ne olursa olsun kolayca vaz geçilebilecek bir partner değildir.

Ama aynı şekilde Türkiye de tek kanatla uçamayan bir kuş gibi, Ortadoğu’da ve İslam dünyasında nüfuz sahibi olmak için Batı dünyasıyla, Batı dünyasında itibar ve söz sahibi olabilmek için ise İslam coğrafyasıyla iyi ilişkiler içinde olmak durumunda. Diğer yandan bazı ittifak ilişkilerini coğrafyanın zorunlu kıldığı gerçeğini de buna eklersek, güncel anlaşmazlıkların boyutu ne olursa olsun, Türkiye’nin NATO ittifakından kopacağı, Rusya, İran ve Çin ekseninde konumlanacağı şeklindeki beklentiler gerçekçi olmaktan bir hayli uzak.

***

“Türkiye Batı bloğundan kopuyor, Avrasya aksına yaklaşıyor” gibi değerlendirmelerin doruğa çıktığı günlerde gerçekleşen Bakü-Ceyhan-Tiflis demiryolu açılışı yeterince anlamlı bir hadise. Çünkü bu proje tıpkı aynı adı taşıyan petrol boru hattı projesi gibi esas olarak Güney Kafkasya’yı ve Orta Asya’yı Batı dünyasına bağlama girişiminin aparatları. Bu proje Türkiye ile ABD’nin bölgede Rus etkisini minimize etmeye yönelik olarak 1990’larda benimsedikleri ortak stratejinin ürünü.

Darbe girişiminin en çok sorulan sorusu / Saygı Öztürk / Sözcü

15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili çok şey söyleniyor, yazılıyor ama hangisinin gerçek olduğu hâlâ bilinmiyor. Cumhurbaşkanı, “At izi, it izine karıştı” demişti. Devletin bütün olanakları kullanılmasına rağmen bu girişimle ilgili soru işaretleri giderilmiş değil. Dahası, gidermek yerine ifadeler ortaya çıktıkça daha da karmaşık hal alıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin en kilit isimlerinden biri kuşkusuz Tuğgeneral Semih Terzi’ydi. Silopi’de görevli olmasına rağmen helikopterle önce Diyarbakır’a, oradan da Ankara’dan gönderilen Özel Kuvvetler Komutanlığı’na ait uçakla Ankara’ya geldi. Daha darbe girişimi tam anlamıyla başlamamışken, Kuzey Irak’ta bulunan Özel Kuvvetler Komutanlarından Tuğgeneral Halil Soysal’a, saat 21.17’de mesaj çekiyor, “Ben artık Özel Kuvvetler Komutanı’yım. Benim emrime uyacaksın. Sen Kuzey Irak’ta kal” diyor. Komutanlardan Celal Koca’ya gönderdiği mesajda da“Irak’ın kuzeyinde görevde bulunan Tuğgeneral Halil Soysal’ın Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye alınmamasını” istiyor.

NİÇİN ENGEL OLUNMADI?

Bu mesajı gönderdiğinde, Semih Terzi Silopi’den Diyarbakır’a bile gelmemişti. Silopi’den helikopteri 22.20’de havalanıyor. 23.15’te Diyarbakır’a geliyor. Ankara’dan gönderilen uçakla Ankara-Etimesgut’ta bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığı Havaalanı’na indiğinde saat 02.00’yi gösteriyor. Saat 21.17’den saat 02.00’ye kadar geçen sürede, Semih Terzi’ye müdahale edilmemesi, hakkında bir karar alınmaması hayli ilginç…
Semih Terzi’nin henüz çözümlenememiş o geceye ait şifreli mesajları var. O mesajlar tam anlamıyla çözülemese de, hedefteki ismin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Asayiş Kolordu Komutanı Metin Temel’in kaçırılmasının da yer aldığı anlaşılıyor. Yine ortaya çıkan ayrı bir gerçek de, Terzi’nin darbe hücresinin önemli bir ismi olduğudur. O gecede sır olarak kalan ve üzerine yeterince gidilmeyen çok şeyler var. En azından Semih Terzi, 21.17’de Özel Kuvvetler’de görevli Tuğgeneral’a, bundan böyle Özel Kuvvetler komutanının kendisi olduğunu söylemesine, saat 02.00’de Ankara’ya inmesine rağmen o sürede Terzi için niçin gereği yapılmadı?

Başkanların istifası ve hukuk! / Güngör Mengi / Vatan

çişleri Bakanı Süleyman Soylu ise “9’u FETÖ, 93’ü PKK ile ilişkili olduğu iddiasıyla toplam 101 belediyeye ‘kayyum’ atandığını” açıkladı.

Terör örgütleriyle ilişkili belediye sayısının bu derecede yüksek olması, seçilmişlerin “atanmışlar”la değiştirilmesi, demokrasi ve ülke güvenliği açısından çok düşündürücüdür. Soylu’nun açıklaması ve Gökçek’in sözlerinden sonra birçok kişi diğer belediye başkanlarının “istifalarının hangi nedenle istendiği” sorusunun cevabını merak ediyor.

Acaba “başarısız ve yorgun” bulundukları için mi, “yolsuzluk veya terör örgütleriyle ilişki” nedenleriyle mi istifaya zorlandılar?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, çarpık yapılaşmadan söz ederek “İstanbul’a ihanet ettik, hala da ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum” demişti.

Buna bakarak “Kadir Topbaş’ın 13 yıllık belediye başkanlığı süresince rant uğruna neler yapıldığının, devletin büyük maddi ve manevi zararlarının ne olduğunun veya kişisel çıkarlar için hangi belediye kararlarının çıkarıldığının” sorgulanması gerekir.

Koltuk ve parsel…

Damadı 2 kez FETÖ ile ilişki nedeniyle tutuklandı, bu ilişkilerin ifadelerle değil, araştırmalarla ortaya konması gerekir.

Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Gökçek için uzun süre “Eğer birileri oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa kesinlikle altını kirletmiştir” mesajını paylaşmıştı, istifadan sonra kaldırmış.

Arınç 7 Haziran seçimleri öncesinde de Gökçek’in “Ankara’yı parsel parsel paralel yapıya sattığını” söylemiş, Gökçek de “Cemaate hayır işi için diye verdiğim yerler nedeniyle pişmanım” demişti.

Binlerce kişinin hapis cezaları aldığı konularda, hem de Türkiye’nin başkentinde, pişman olduğunu söyleyerek işin içinden sıyrılmak hukuka sığmaz.

Bunların yanında, büyük bir deprem beklenen İstanbul’da keyfi yatırımlara trilyonlar harcanmışken, “deprem konusunda 13 yılda neler yapıldığı”, her yağmurda sel felaketi yaşanan Ankara’da ne önlemler alındığı da açıklanmalıdır.

İstifa eden belediye başkanlarının önce kendileriyle ilgili soru işaretlerini gidermeleri ve başkanlıkları süresindeki “mal artışlarını” da açıklamaları şarttır.

Helal ossun! / Melih Aşık / Milliyet

GAZİCİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumhuriyet Bayramı töreninde Anıtkabir defterine mesajını yazarken “Atatürk” adını anması dikkati çekti. Daha sonraki konuşmalarında ise her zamanki gibi Ata’ya “Gazi Mustafa Kemal” diye hitap etti... Meğer bu da politika rotasında bir değişim ile ilgiliymiş... Sabah yazarı Mahmut Övür, önceki gün yazısında; Erdoğan’ın “Yüzde 50 artı 1’i almak için artık toplumun yüzde yüzünü kucaklamalıyız” mesajını hatırlatarak “Atatürk” vurgusunun bunun yansıması olduğunu dile getirdi.

Atatürk’ün yaşadığı dönemde ve sonrasında da ısrarla ondan “Gazi” diye söz edenler varmış. Falih Rıfkı Atay onlara “Gazici” adının takıldığını yazar...

DAVA

Melih Gökçek istifasını açıklarken dedi ki:

- Ben bir dava ahlakından geliyorum. Benim davamda nefse uymak yoktur, şahsi çıkarlar için davaya zarar vermek yoktur. Benim davamda emir demiri keser...

AKP’nin bir dava partisi olduğunu pek çok ağızdan duyuyoruz.

Davanın anlamı malum: Uğruna mücadele edilen ideal... Amaç...

Peki Melih Gökçek ve dava arkadaşları hangi amaç uğruna mücadele etmektedir?

Eğer bu meşru bir dava ise amacı neden açıklanmıyor?

Dava adamı Melih Bey neden bu davanın dışına atılmıştır...

Hele bir açıklansa da millet öğrense iyi olmaz mı?

Neden gizleniyor?

Gökçek

“Ayağımı kaydırdılar, onlarla ahirette hesaplaşacağım” dediğine göre mevcut yargıya artık o da güvenemiyor!

***

Bir iktidarın itibarı, kendisinin değil, halkın zenginliği ile ölçülmeli.

Amerika'nın zehirli hançerleri / Muharrem Bayraktar / Yeni Mesaj

Mesut Barzani’nin istifası, 'piyonların' sonunun ne olduğunu ortaya koyması bakımından önemli ipuçları veriyor. Barzani, istifasının ardından, uğradığı ihanete yönelik önemli açıklamalarda bulundu. Barzani 'büyük bir ihanete uğradığını' söyledi ve ilave etti: “16 Ekim gecesi, Peşmerge ve halkımıza zehirli bir hançer sapladılar. 16 Ekim’deki bu ihanet olmasaydı durum çok daha farklı olacaktı. Haşdi Şabi saldırıları bizi savaşmaya mecbur etti. Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçleri, ABD’nin gözü önünde ve onların silahlarıyla Kürdistan’a saldırdı.” Barzani,“Amerika’nın kendilerine zehirli bir hançer sapladığını” söylüyor ama bu hançerin saplanmasına giden süreçte bütün hatanın Barzan ailesi olduğunu görmezden geliyor. ABD’yi geniş anlamda tarife gerek yok, tam da Barzani’nin dediği gibi kullanır, zehirli hançer saplar, paçavra gibi atar. Tarihte bunun yüzlerce örneği var. Barzani, topraklarında PKK’yi besledi, barındırdı, kolladı. Barzani, topraklarını İsrail bayraklarına ve MOSSAD’a açtı. Barzani, Peşmergelerini gönderip Kerkük’ü işgal etti. Barzani açıkça ‘Kürdistan’ dedi, ‘bağımsızlık’ dedi. Kuşkusuz bütün bunları ABD’nin izni ve desteği ile yaptı. Ama Kuzey Irak referandumu sonrası Türkiye, İran ve Irak’ın ittifakını gören Amerika, onu anında sattı. Bu yeni ittifaka karşı şirin gözükmek ve gereksiz cephe açmak istemeyen ABD, Barzani’yi yalnız bıraktı. Ama Kürdistan projesi, Büyük İsrail Projesi yerli yerinde duruyor. Barzani yerine yeni bir kukla ile yola devam edecek. Muhtemelen, Kuzey Irak’taki referandumun sonuçlarını Irak yönetimi kanalıyla uygulamaya sokmak isteyecek! Amerika sabırla bekleyecek. Zaman, dış politikada en büyük ilaç onlar için. Yeni piyonlarla, yeni aktörlerle yoluna devam edecek. Ortadoğu’nun ve dünyanın bütün piyonlarının başına aslında aynı şey gelecek. Bir gün sırtlarına ‘zehirli bir hançer’ saplanacak.