Lütfen dayanışma ayarlarınızla oynayınız!
Sonuç:
Olan "Cumhuriyet"e oldu!
Sığınması çok moda olan o ucube odak; "üst akıl" sahiden de varsa eğer... PKK ulaklarıyla Türk Milliyetçisi olduğunu iddia edenler, Atatürk düşmanlarıyla "Altı Ok" rozeti, kumpasçılarla kumpasın nihai hedefindeki rejimin sözde teminatları -cellatlar ile kurbanları yani- aynı karede güle oynaya dayanışabildiklerine göre demek ki devrede!
Fluluğun sırtımıza saplanmak üzere pusuda bekleyen bir zehirli hançer, netliğin ise leke geçirmez kalkan olduğu günler bugünler;
Net olmak zorundayız.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti mi? Hükümete hükmetmek niyetindeki gizli eller mi?
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti; tarafım net!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti mi? Devlet içinde devletleşmek niyetindeki paralel hücreler mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; tarafım net!
Ve hatta...
Mevcut makam sahibinin ötekileştiren, kutuplaştıran, geren politikalarına, bölüp parçalayarak yönetme eğilime "rağmen"; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı mı? Cumhurbaşkanı'na el-etek öptürecek bir kudrete sahip olmayı arzulayanlar mı?
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı; net!
"Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz" çünkü.
En "ama"sız konuşmamız gereken zamanlarda bile meselemizi "ama"yla anlatmak durumunda bırakanların utanmasını dileyerek;
Ama...
"Hukuk mu? Hukuksuzluk mu?"
Hukuk.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, "ali menfaatleri"nin hukuksuzluğa kılıf yapılmaması gereken bir "hukuk devleti"dir aynı zamanda.
Ve yine ama;
İki gündür "naklen" izlediğimiz o kapı kırmalar, canlı yayın basmalar, ekran karartmalar, ekmeğinin derdindeki biçare çalışanları tartaklamalar "hukuk"la izah edilebilir değil asla.
Cumhurbaşkanı'na sesleniyorum;
Adil olun!
Bugün gazetesinin "yanından" seslenmiyorum ben size... Hiçbir konjonktürel dayatma Bugün'le yan yana getiremez beni; Ali Tatar'ın, Kuddusi Okkır'ın, Abdülkerim Kırca'nın ahı tutar; korkarım.
Nazlı Ilıcak'la aynı kareden seslenmiyorum size; beni onunla omuz omuza verdirecek bir menfaat türü keşfedilmedi henüz! Her şeyi geçtim kendi gazetemi, YENİÇAĞ'ı Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak hedef gösterdiği iftiranameler dikilir karşıma; kendimden utanırım.
Onca hayat çaldılar; hiçbirinin ağzından, hiçbir pişmanlık ifadesi duymadım bugüne kadar. Özür duymadım. Aksine "yine olsa yine yaparım, oh ne de güzel yaptım" havasındalar -hâlâ-; hal böyleyken hiçbir feryat yetmez benim kalemimin "insaniyet namına" avukatlıklarına soyunmasına...
O yüzden...
Adil olun!
Ayrılan yollarınızın değil, şahsınıza ihanetin değil millî orduya kumpasın hesabını sorun! Bizi, gazetelerini haysiyet cellatlığı için kullananları, "basın özgürlüğü" adına savunmak durumunda bırakmayın!
Şahsi değil millî olsun hesaplaşmanız, kitabına uysun diye değil sahiden hukuki olsun... Zulümle abad olmaya çalışanları, "temel hak ve özgürlükler" kapsamında "savunmak" durumunda kalmayalım!
Bu kin iklimi, nefret dili öyle yordu ki milleti; akıl gitti, şu "üst akıl" dediğiniz "düşmanımın düşmanı" refleksiyle harekete sürüklüyor siyaseti.
Yapmayın, mağduriyetten meşruiyet doğurmalarına yol açmayın.
***
Fluluğun sırtımıza saplanmak üzere pusuda bekleyen bir zehirli hançer, netliğin ise leke geçirmez kalkan olduğu günler bugünler;
Net olmak zorundayız.
Herkes kendi evinin önünü süpürmekle mükellef. Onun için Türk Milliyetçilerine benim diyeceğim:
Varsayın ki korkuluğu olmayan daracık bir köprüdesiniz. Aşağısı derin ve sarp. Düşerseniz parçanız kalmaz. Ve yalpaladığınız an -ne tarafa doğru olduğunun hiçbir önemi yok- düşeceksiniz!
Yalpalamayın.
Sanmayın ki, "vefa" olacak bugün hakkı hukuku için üstünüzü başınızı parçaladıklarınızdan göreceğiniz. Dün nasıl Türk Milliyetçilerini hamamböceklerinin dostluğunu medet umar hale getirecek kadar yalnızlaştırdılar, itibarsızlaştırdılar, tecrit ettilerse yarın da, ilk düştüğünüz ve ilk ayaklanacak kadar güç-fırsat buldukları anda aynısını yapacaklar!
"Şifa" olduğu halde doktor bile "doz"u not ediyorsa reçetesine; "ayar" önemli bir olgu demek ki!
Haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmamakla şeytanın avukatlığına soyunmak arasındaki o incecik sınır önemli!
Bu bir sınavsa eğer ve bütün seçenekleriniz yanlışsa bile, seçeneksiz değilsiniz; boş bırakın. En azından yanlışın doğruyu götürmesini engellersiniz...
*
Rabbim "bellek" dedi
İpek Koza Holding'e kayyum atanmasının gerekçesi gruba bağlı gazetelerce "mükemmellik" olarak ilan edilince, hafızam 2008 yılında kodlayıp depoladığı kimi bilgileri otomatik olarak geri çağırdı.
El koyma kararının garabet olduğunu savunanların delili, Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi'ne sunulan bilirkişi raporunda yer aldığı belirtilen "Türkiye gibi hassas ekonomik şartlara sahip ülkelerde böylesine yüklü miktarda parasal değerlerin çevrildiği kurumsal yapılarda hiçbir hatanın olmaması iktisadi, teknik ve ticari gelişmelere uygun değildir. Dünyanın hiçbir yerinde mükemmel bir kurum, muhasebe sistemi ve finansal yapı mevcut değildir" ifadeleri.
Delil olur mu olmaz mı bilmem ama hafıza için eşsiz bir tetikleyici olduğunu muhakkak bu cümlelerin.
Hatırlayın:
Yıl 2008...
"Ergenekon" namlı Ümraniye soruşturmasının Özel Yetkili Savcısı Zekeriya Öz'ün hazırladığı iddianameye göre İlhan Selçuk'a atfedilen "uyanık ve zeki olmak suçu" da en az "mükemmellik" kadar tuhaf değil miydi?
Selçuk hakkında hiçbir somut delile ulaşamamalarının sebebini -şaka değil ciddi ciddi- "hiçbir zaman açık vermemesi" olarak düşebilmişlerdi vaktiyle hukuk tarihimize!
- İlhan Selçuk çok uyanık, çok zeki, açık vermiyor, örgütün gizlilik ilkesine maksimum düzeyde uyuyor...
- Ve biz de, onun kadar zeki olmadığımız için açığını bulamıyor, suçunu ispatlayamıyoruz ama suçlu!
Neye göre?
Paşa gönlümüze...
İşte dün kapıları kırılan, çalışanları tartaklanan kurumlar, çok değil 7 yıl önce şimdi maruz kaldıkları ne varsa topluma "demokratikleşme" diye pazarladı diye bu hale geldi Türkiye!