Lozan’da mütekabiliyet/ karşılıklılık meselesi
Devletler arası ilişkilerde, hak ve çıkarların korunmasında en etkili olan mütekabiliyeti, nedense, pek geçerli saymıyoruz. Bu halimizi bilen muhataplarımız, mütekabiliyeti olabildiğince aleyhimize kullanmakta tereddüt etmiyorlar. Bunun için olacak, haklarımızın savunulmasında, sorumluluklarımızın yerine getirilmesinde sürekli kaybeden taraf oluyoruz. Bunun en somut örneği de, Lozan sonrası uygulamadır.
İngiliz İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ile Türkiye arasında. 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşmasında, Türkiye ile Yunanistan arasında azınlıklar konusunda mütekabiliyet esası öngörülmüştür. Antlaşma’nın 37’den 45’e kadar olan 9 maddesi “Azınlıkların Korunması”na dairdir. Bu bölümde; Türkiye’de bulunan gayrimüslimler ile Yunanistan’da bulunan Müslümanlar “azınlık/ekaliyet” sayılmış ve statüleri belirlenmiştir. 45. Madde ise bu statünün korunması için “...Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınan hukuk, Yunanistan tarafından da, kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlıklar için de tanınmıştır” ifadesi ile mütekabiliyeti hükme bağlanmıştır.
Demek ki; Yunanistan, Türkiye’de kalan soydaş ve dindaşlarının, Türkiye Yunanistan’da kalan soydaş ve dindaşlarının hukukundan sorumludur. Taraflar, bu sorumluluğun gereğini yerine getirebilmek için, mütekabiliyetin verdiği yetkileri kullanma hakkına sahiptir. Bu kullanmaya al-ver veya ver-al ilişkisi de diyebiliriz.
Eğer Yunanistan Müslüman-Türk azınlığa tanınan hukuku çiğniyorsa, ki çiğniyor, Türkiye de Ortodoks-Rum azınlığa aynısını uygulama hak ve yetkisine sahip demektir. Bu misillemede hedef, kendi vatandaşımız olan Rum azınlık değil, Lozan’ı ihlal eden Yunanistan’dır. Misilleme ile Yunanistan sorumlu olduğu Ortodoks-Rum azınlığın hukukunu koruyamaz duruma düşürülerek, bir anlamda cezalandırılmaktadır. Böylece Müslüman-Türk azınlığın hukukuna saygılı olmaya mecbur bırakılmaktadır.
Bu uygulamadan, elbette vatandaşımız olan Rumlar etkilenecektir. Ama bunun sorumlusu, Türkiye değil, Müslüman-Türk’ün azınlık hukukunu çiğneyen, hatta eşit vatandaş hakkı bile tanımayan Yunanistan’dır.
Bu kadar açık olan mütekabiliyet konusunu niçin ele alıyoruz? Açıklayalım. Bunun iki sebebi var.
Birincisi, yöneticilerimizin Batı Trakya’da yaşayan ve haklarının korunmasından sorumlu olduğumuz Müslüman Türklere uygulanan insanlık dışı baskı ve zulümleri görmezden gelmeleri ve mütekabiliyetten doğan yetkileri kullanmamalarıdır. Buna dikkat çekmek.
İkincisi, bir takım kişilerin makalelerde, kitaplarda ve medya tartışmalarında, kaba mantık ve demagojik gevezelikle, “Yunanistan hata yapıyor diye, biz de kendi vatandaşımız olan Rumları insan haklarından mahrum mu edeceğiz?” faslından telkinlerle, mütekabiliyetin uygulanmasını önleyerek, Patrikhanenin devletleşmesine, Müslüman-Türk azınlığın sahipsiz bırakılmasına hizmet etmeleridir.
Bu gerekçeyi biraz açalım. Yunanistan seçilen Müftüyü kabul etmiyor, kendi atama yapıyor. Müftü seçilmişse makamına sokulmuyor, saldırıya uğruyor.. hastanelik ediliyor... yargılanıp cezaevine konuyor. Türküm demek yasak. Camiler yıkılıyor, Atina’da tek bir cami kalmamış. Vakıf mallarına el konuluyor. Rahmetli Müftü Mehmet Emin Aga’nın başına gelenleri hatırlayınız. Daha neler neler...
Ama bizim sahte insan hakları şampiyonlarından tek ses yok. Bir de, aman mütekabiliyeti uygulamayın yaygarası koparılıyor.
Durum böyle. Peki, biz de aynını yapalım mı? Asla. Her şeyden önce kültürümüze aykırı olur. Ama pek ala, Patrikhane ve Ortotoks Rum azınlığın hukukunu Lozan statüsüne çekebiliriz. Çekmeliyiz de. Buna hakkımız ve yetkimiz vardır. Şöyle ki; Patrikhane sadece Rum azınlığın dini hizmetini gören bir kilisedir. Uluslar arası sıfatı ve ekümenliği yoktur. Dünyadaki kilise ve patrikhaneleri yönetemez. Siyasetle uğraşamaz. Varisi kalmadığı için Türk hazinesine geçen gayri menkuller azınlık vakıflarına verilemez. Harap olmuş kiliseleri devler restore edip, ayine açamaz. İlh.
Demek ki çözüm Lozan’a dönmektedir. Böylece; hem Müslüman Türk azınlığı, dilinin, dininin ve kimliğinin sahibi, hem de devlet içinde devlet olmaya giden Patrikhanenin egemenliğimizi tehdit eden saldırganlığı önlenmiş olacaktır.