Görüldüğüüzere, Türkiye açısından Ermeni sorunu, Lozan Barış Antlaşması’ndanönceki dönemde çözümlenmiş bir konudur. Lozan sürecindeki Ermeni çabalarını, yeni bir politik ve diplomatik girişim olarak değerlendirmek gerekir. Bu da başarılı olamamıştır.
Bu hususlar saklı kalmak kaydıyla, Lozan sürecindeki Ermeni olayları tartışmalarını da açıklamakta yarar vardır. Bilindiği üzere, 1. Dünya Savaşı 1914’te başlamıştı. 1915 yılında, Osmanlı ordularıüç büyük cephede savaşmaktaydılar. Gelibolu’da İngiliz ve Fransızlarla, Doğu Cephesi’nde Rusya’yla; nihayet güneyde, -önce Süveyş’te sonra da Irak’ta- yine İngilizlerle muharebeler devam etmekteydi.
Tehcir, yani Ermenilerin Osmanlıİmparatorluğu’nun bir bölümünden diğer bölümüne taşınmaları işlemi 1915 yılının Mayıs ayında başlamıştı. İtilâf Devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya) hemen bir bildiri yayımlamışlardı. 24 Mayıs tarihli bu bildiride, Osmanlıİmparatorluğu’nun insanlığa ve uygarlığa karşı işlemekte olduğu suçlara atıfta bulunulmakta ve Osmanlı kabinesinin -yani Bâb-ıÂli’nin- Ermenilere yapılanlardan kişisel olarak sorumlu olacakları belirtilmekteydi. Bu bildiri, Sevr Antlaşması bakımından büyük önem taşımıştır.
1916 yılında, bir İngiliz ve bir Fransız (Sykes ve Picot), daha sonra kendi adlarıyla anılacak olan, Osmanlıİmparatorluğu’nun -savaş sonunda nasıl olsa yenileceği varsayımıyla- parçalanması konusunda Antlaşmalar hazırlamakla görevlendirilmişlerdir. Bu antlaşmalar, İtilâf devletleri arasında (Fransa-İngiltere, İngiltere-Rusya ve Fransa-Rusya) imzalanmıştır. Bu Antlaşmalar ile, Anadolu’nun doğu bölümünün Rusya’ya bırakılması ve Ermenilerin de o bölgede yer alması düşünülmüştür.
Bununla beraber, 1917’de Rus ihtilâlinin olması, Rusya’nın savaşı bırakması, bu defa ABD’nin savaşa girmesi, durumu tamamen değiştirmiştir. Ancak ABD bu sırada Almanya’ya savaş açarken, Osmanlı Devleti’ne savaş açmamıştır. Sonuçta, İttifak Devletleri (Almanya-Avusturya-Osmanlıİmparatorluğu) 1918’de savaşı kaybetmişlerdir. Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesini imzalamıştır.
Bu dönemde, ABD Başkanı Wilson, barışla ilgili olarak 14 maddelik bir bildiri yayınlamıştır. Başkan Wilson, “kendi kaderini tayin” (self determination) ilkesinin uygulanmasını savunmuştur. Wilson Bildirisi’nin 12. maddesi, Osmanlıİmparatorluğu ile ilgi olarak, Osmanlıİmparatorluğu’nda kalacak bölgede Türklere kendi kaderini tayin hakkını tanımıştır. Ancak bildiri bu bölgenin sınırlarından söz etmemiştir. Türklere bırakılacak yerler, Sevr Antlaşması’nın konusu olmuştur. Wilson, Osmanlı’dan ayrılacak halkların -Ermeniler dahil- özerk bir siyasî varlık ve yaşam hakkına sahip olacaklarını ilan etmiştir. Sevr Antlaşması ile sonuçlanacak barış konferansı, Ocak 1919’da işte bu koşullar altında açılmıştır.