Liberalizmin temel taşı: Laissez-faire ilkesi

Liberalizmin temel taşı: Laissez-faire ilkesi

Laissez-faire, Fransızca "bırakınız yapsınlar" anlamına gelir ve ekonomik serbestliği savunan bir anlayışı ifade eder. İlk kez 18. yüzyılda ortaya çıkan bu kavram, devlet müdahalesinin asgari düzeyde tutulmasını önerir. Günümüzde serbest piyasa ekonomisi ve bireysel özgürlükler çerçevesinde sıkça tartışılır.

"Laissez-faire", Fransızca bir ifade olup "bırakınız yapsınlar" ya da "kendi hâline bırakınız" anlamına gelir. Bu kavram, devlet müdahalesinin en aza indirildiği bir ekonomik yaklaşımı ifade eder ve piyasanın kendi dinamikleriyle serbestçe çalışmasını savunur. Özünde, ekonomik aktörlerin özgürce faaliyet göstermesi gerektiğini, devletin ise bu sürece müdahale etmemesini öngörür. Bu kavram, ilk olarak 18. yüzyılda Aydınlanma dönemi düşünürleri tarafından dile getirilmiş ve daha sonra ekonomik düşüncenin temel taşlarından biri olmuştur.

Laissez-faire kavramı, tarihteki ilk kullanımı bakımından Jean-Baptiste Colbert ve François Le Gendre isimleriyle ilişkilendirilir. Colbert, 17. yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da maliye bakanlığı yaparken, ticaretin devlet eliyle düzenlenmesi gerektiğini savunan merkantilist bir politikacıydı. Ancak, bir toplantı sırasında Le Gendre isimli bir iş adamı, devletin ekonomiye müdahale etmemesi gerektiğini belirterek, "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" anlamına gelen "Laissez-nous faire" sözünü kullanmıştır. Bu olay, laissez-faire kavramının doğuşu olarak kabul edilir.

Ancak kavramın gerçek anlamda gelişip yaygınlaşması, 18. yüzyılın sonlarına doğru, klasik iktisatçılarla gerçekleşti. İskoç filozof Adam Smith, 1776 yılında yayımladığı Ulusların Zenginliği adlı eserinde laissez-faire anlayışının ilk önemli savunucularından biri oldu. Smith, piyasanın "görünmez el" tarafından yönetileceğini ve bu süreçte devletin yalnızca savunma, adalet ve kamu hizmetleri gibi temel alanlarda rol alması gerektiğini savundu. Ona göre, bireylerin kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışmaları, toplumun genel refahına katkıda bulunacaktır.

an-inquiry-into-the-nature-and-causes-of-the-wealth-of-nations-adam-smith-rare-books-2.webp

LAİSSEZ-FAİRE'İN BİLİMSEL ANLAMI

Ekonomik teoride laissez-faire, devletin ekonomik süreçlere minimum düzeyde müdahale etmesini savunan bir yaklaşımı ifade eder. Bu yaklaşımın temelinde, piyasanın arz ve talep güçleri tarafından kendiliğinden dengeye geleceği inancı yatar. Ekonomik aktörlerin, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesine izin verildiğinde, piyasa dengesi sağlanacak ve kaynaklar en verimli şekilde dağıtılacaktır. Laissez-faire düşüncesinin önemli bir dayanağı, bireylerin rasyonel kararlar verebileceği ve piyasaların doğal düzeni içerisinde optimum sonuçlar elde edilebileceği varsayımıdır.

Klasik ekonomi teorisinde bu yaklaşım, piyasa mekanizmasının kendiliğinden düzenleme kapasitesine olan güvenle ilişkilendirilir. Smith’in yanı sıra David Ricardo ve John Stuart Mill gibi klasik iktisatçılar da bu görüşü desteklemiş ve devlet müdahalesinin, piyasanın işleyişini bozacağını savunmuşlardır. Ricardo’nun karşılaştırmalı üstünlük teorisi de bu anlayışın bir uzantısıdır; uluslararası ticarette, devlet müdahalesi olmadan her ülkenin en iyi olduğu malı üretmesi ve ticaret yapması gerektiğini ileri sürer.

Fakat laissez-faire’in uygulanması, her zaman sorunsuz olmamıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan tekelcilik, işsizlik ve sosyal eşitsizlikler, serbest piyasa ekonomisinin sınırsız bırakılmasının olumsuz sonuçlarına işaret eder. Bu nedenle, modern ekonomilerde laissez-faire anlayışı genellikle düzenleyici devlet politikalarıyla dengelenmiştir. Yani, devlet müdahalesi minimumda tutulurken, piyasada ortaya çıkabilecek olumsuzluklar karşısında önlemler alınması gerekmiştir.

710xd1b0pvl-ac-uf10001000-ql80.jpg

KULLANIM ŞEKİLLERİ VE ÖRNEKLER

Laissez-faire kavramı, özellikle serbest piyasa ekonomilerinde ve liberal ekonomik yaklaşımlarda sıkça karşımıza çıkar. Bu yaklaşım, ticaretin, işgücünün ve sermayenin serbestçe hareket etmesi gerektiğini savunur. Devlet, sadece piyasanın işleyişini bozabilecek dış faktörleri kontrol etmekle yükümlüdür. Bu anlamda, devletin rolü oldukça sınırlıdır ve sadece hukuk, güvenlik ve altyapı gibi temel işlevlerle sınırlı kalması beklenir.

Örneğin, ABD'nin erken dönem sanayileşme sürecinde laissez-faire politikaları yoğun bir şekilde uygulanmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında, devlet müdahalesi minimumda tutulmuş ve şirketler serbestçe faaliyet göstermiştir. Bu dönemde hızlı bir sanayileşme ve ekonomik büyüme yaşanmıştır, ancak bu durum aynı zamanda işçi haklarının ihmal edilmesine, çocuk işçiliğine ve çevresel sorunlara yol açmıştır. Benzer şekilde, İngiltere de 19. yüzyılda laissez-faire politikalarını benimsemiş ve sanayi devriminin hız kazanmasını sağlamıştır.

Ancak laissez-faire politikalarının sınırsız bir şekilde uygulanması her zaman olumlu sonuçlar vermemiştir. 1929'daki Büyük Buhran, laissez-faire ekonomi anlayışının bir kriz karşısında yetersiz kalabileceğini gösteren en önemli örneklerden biridir. Bu süreçte piyasanın kendi kendine toparlanacağına dair inanç, milyonlarca insanın işsiz kalmasına ve büyük ekonomik sıkıntıların yaşanmasına yol açmıştır. Buhran sonrası dönemde, devletin daha aktif bir rol üstlendiği Keynesyen politikalar ön plana çıkmış ve laissez-faire yaklaşımı gerilemiştir.

Laissez-faire kavramı hakkında farklı uzman görüşleri, bu yaklaşımın hem olumlu hem de olumsuz yönlerine dikkat çeker. Örneğin, Nobel ödüllü iktisatçı Milton Friedman, laissez-faire’in savunucuları arasında yer alır. Friedman’a göre, serbest piyasa, ekonomik özgürlüklerin ve bireysel hakların korunmasında kritik bir rol oynar. Devletin müdahalesi ise genellikle ekonomik özgürlükleri kısıtlar ve uzun vadede toplumun genel refahına zarar verir. Friedman, "Ekonomik özgürlük, siyasi özgürlüğün temelidir" diyerek laissez-faire’in toplumsal düzende de önemli bir yere sahip olduğunu savunur.

Ancak diğer uzmanlar, bu görüşe daha eleştirel bir yaklaşım sergiler. Örneğin, ünlü İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, laissez-faire politikasının sınırlamalarına dikkat çekmiştir. Keynes, devlet müdahalesinin gerektiği yerlerde olmaması durumunda, ekonomilerin büyük krizlerle karşılaşabileceğini savunmuştur. Keynes’in şu sözü, bu eleştiriyi net bir şekilde özetler:

“Laissez-faire politikası, kriz zamanlarında işlevsizdir, çünkü piyasa kendini her zaman kurtaramaz.”

john-maynard-keynes.jpg

LAİSSEZ-FAİRE’İN GÜNÜMÜZDEKİ YERİ

Laissez-faire politikaları, günümüzde de tartışılmaya devam eden bir ekonomik yaklaşımdır. Özellikle küreselleşme ve serbest ticaret tartışmaları çerçevesinde bu kavram sıkça gündeme gelmektedir. Serbest piyasa yanlıları, ekonomik büyüme ve inovasyonun laissez-faire politikalarıyla daha iyi sağlanabileceğini savunurken, karşıtları, bu yaklaşımın sosyal eşitsizlikleri derinleştirdiğini ve çevresel sorunları artırdığını dile getirir. Ayrıca, finansal krizler ve pandemiler gibi küresel şoklar karşısında devletin aktif rol alması gerektiği görüşü de yaygın bir şekilde kabul görmektedir.

Özellikle 2008 küresel finans krizi sonrası, birçok ekonomi laissez-faire politikalarından uzaklaşarak daha müdahaleci ve düzenleyici devlet politikalarına yönelmiştir. Örneğin, ABD ve Avrupa Birliği, bankaların ve finansal kurumların denetimini artırmış, ekonomik krizlerle mücadele için çeşitli teşvik paketleri uygulamıştır. Bu, laissez-faire’in tamamen terk edilmemekle birlikte daha dengeli bir biçimde uygulanması gerektiğini ortaya koymuştur.

Laissez-faire, ekonomik düşünce tarihinde önemli bir yere sahip olan ve hala tartışılan bir kavramdır. Devletin ekonomiye müdahalesini minimumda tutmayı savunan bu yaklaşım, serbest piyasa ekonomilerinin temel taşlarından biri olmuştur. Ancak tarihsel süreçteki örnekler, laissez-faire politikalarının aşırıya kaçtığında ciddi ekonomik ve sosyal sorunlara yol açabileceğini göstermiştir. Günümüzde, laissez-faire ile devlet müdahalesi arasında bir denge kurulması gerektiği düşüncesi yaygındır.

laissez-faire-birakiniz-yapsinlar-nedir.jpeg