Liberal faşist çete

Türkiye’de garip şeyler oluyor. Aydınlar Ocağı’nın düzenlediği “Muhafazakârlık ve Liberalleşme” konulu toplantıda da ortaya konduğu gibi, muhafazakârın gerçekten muhafazakâr olmadığı, sadece şekilciliği esas alanlarca kavramın içinin boşaltıldığı; statü ve menfaat elde etmede kullanıldığı görülmektedir. Kısaca, kavramların bile DNA’sı bozulmuştur. Milli ve dini geleneklerle kavgalı bir muhafazakâr tipi doğmuştur.
Diğer taraftan; ferdi hak ve hürriyetleri genişletici, Devletle ve kurallarla çatışan, müdahale yerine özgürlükçülüğü ütopya haline getiren liberallerin önemli bir bölümü de bunları sadece kendileri için düşünüyor. Kendi dışındakiler “öteki” kabul edildiği için her türlü mahrumiyet, baskı, kısıtlama, basının gerçekleştirdiği yargısız infazlar, yasa dışı telefon dinlemeleri, hukuk devletinin parti devletine dönüşmesi, kendi fikri dışındakileri kabul edememe, ötekiler için normal kabul ediliyor. Herhalde bundan dolayı bir kavram sıkça kullanılıyor: Liberal faşizm.
Geçenlerde TRT 2’de Avrupa Birliği ile ilgili bir program vardı. Yunanistan’ın içine düştüğü ekonomik krizden biz de faydalanıp bazı Yunan bankalarını onların yaptığı gibi satın alsak olmaz mı sorusu, Gazi Üniversitesi’nden bir iktisatçı doçente soruldu. Bizim bankaları satmamızın yanlışlığı da program düzenleyicisi tarafından belirtildi. Liberal doçentimiz bankaların el değiştirmesine bir kısıtlama getirilemeyeceğini, bunun serbestliği bozacağını, aksi takdirde; iktisadi milliyetçiliğin gündeme geleceğini belirtti. İktisadi milliyetçiliğin zirve yaptığı bir çağda çağdışı, liberalleştirilmiş, uysallaştırılmış bir kafa ancak bunları söyleyebilirdi. Böyle bir iktisatçı, ülke çıkarlarını koruyabilir mi? Tabii ki koruyamaz; ama, görevi zaten bu değil ki...
Bunlar için milli egemenlik ve bağımsızlık, milli ve üniter devlet yapısı, milli kimlik hiç de önemli değil. Ama, etnik ayrımcılık, farklılıklar ve ırkçılık gerekli. Bunların çoğu dün farklı düşünüyordu. Komünist ideolojinin özüne veya sulandırılmış şekillerine bağlıydılar. Dün de “Türkiye halklarının devrimci mücadelesi” nden bahsediyor, milliyetçiliği ve Türk Milletini reddediyor, Türkiyeliliği öne çıkarıyorlardı. Türkiye’nin tarihinde aşırı sol Batı’dakinden farklıdır. Bugün ülkeyle kavgada artık bunlar kullanılmıyor. Devletin egemenliğini, otoritesini, hukuk düzenini alt üst edecek oyun ve tezgâhlar demokratikleşme örtüsü altında ortaya konuyor.
Askeri darbeler öne çıkarılarak asıl son üç-dört senedir cesaretle gerçekleştirilen sivil darbeler örtülmek isteniyor. Yapılmış ve yapılacak olan Anayasa ve yasa değişiklikleri birer sivil darbe değil mi? Türkiye’yi Türkiye yapan değerlerle, Milli Mücadeleyi gerçekleştiren ve onu Cumhuriyetle taçlandıran Türk Milletinin milli iradesiyle oynanmıyor mu?
Ülke, yangın yerine çevrilmiştir. 2010’a girerken birbirini tamamlaması gereken kurumlar arasındaki üstünlük mücadelesi ve iktidara itaat zorlamaları demokrasiyle çelişiyor. Hür olmayan basın, demokrasinin basını değildir. En güvenilen kurumlar, halkın en çok desteğini alan TSK, Afganistan’a muharip askeri güç göndermediği için hedef tahtası yapılıyor. Polise askerin elindeki ağır silâhlar veriliyor. Kozmik odalara sızılıyor. Notlar tutuluyor. İnşallah bu notlar dost ve müttefiklere verilmez. Eğer verilirse; Süleymaniye’de askerin başına çuval geçiren süreç devam ediyor demektir. Bu süreç, suikast tefrikalarıyla destekleniyor. Bu iddianın öznesi olan şahıs, her konuşmasında huzur ve istikrarı dinamitliyor. Geçenlerde teröristbaşının yol haritasından istifade edebiliriz diyen de, Ege’de Yunan karasularının 12 mile çıkarılmasına da itiraz etmeyiz diyen de yine kendisi. Devlet adamlığı daha ciddi bir iştir. Sorumluluk, milli birliği ve milli menfaatleri korumayı gerektirir.
Yeni yılınızı en iyi dileklerimle kutlarım.

Yazarın Diğer Yazıları