Laiklikten uzaklaşmak
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerinden biri de laikliktir. Kelimenin ilk hecesi, tıpkı "lafız, latif" sözlerinde olduğu gibi ince l ile söylenir; a ise asla uzatılmaz; araya da y sesi asla girmez.
Laikliğin tanımı genellikle "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" şeklinde yapılır. Bu doğru değildir. Çok iyi bir hukukçu olan rahmetli Mukbil Özyörük'ün dediği gibi laiklik, bir devletin yasalarının, dinî olduğu kabul edilen kurallara "betahsis" dayandırılmaması anlamına gelir. Buradaki betahsis kelimesini, "tesadüfen değil dinî kurallar böyle olduğu için" şeklinde anlamalıyız. Laiklik elbette şahısların vicdani kanaatlerine ve dinî uygulamalarına karışmaz.
Laiklik bir yandan ilmî ve dünyevî dünya görüşünü temsil eden bir ilke, bir yandan da ülkemizdeki farklı dinî anlayışlar, Müslümanlığı farklı yorumlayan ve uygulayan gruplar arasındaki çatışmayı önleyici, millî birliği sağlayıcı bir ilke olarak düşünülmüştür.
Laikliği dinsizlik olarak anlayan ve topluma bu şekilde sunan gruplar son on yıllarda maalesef gittikçe artmış; İslam tarihinin gelişme çağlarını dikkate almayan selefî yaklaşımlar gittikçe çoğalmıştır. Siyasi kadrolara, devlet kademelerine, eğitim kurumlarına kadar yayılan selefî anlayış, IŞİD gibi terör örgütlerine eleman yetiştiren mümbit (verimli) bir zemin hazırlamıştır. Başka bir ifadeyle, IŞİD vb. terör örgütü sempatizan ve elemanlarının ülkemizde yetişmesinin asıl sebebi laiklikten uzaklaşmış olmaktır.
***
Bütün yasaların dinî kurallara dayandırılması demek olan teokrasi (laikliğin zıddı), millî birliğe zararlı olduğu gibi doğrudan doğruya dinin kendisine de zararlıdır. Çünkü toplumların idari, hukuki, içtimai ve iktisadi meseleleri on binlercedir ve teokratik sistemde, bu on binlerce meselenin son derece sınırlı olan dinî metinlerdeki hükümlerden çıkarılması mümkün değildir; ister istemez yoruma başvurulacaktır. Böylece din içinde yeni parçalanmalar ortaya çıkacaktır. İslam tarihinde böyle olmuştur ve bugün teokrasiyle idare edilen Suudi Arabistan ile İran arasında ne kadar büyük farklar olduğu da meydandadır. İhvancıların yorumu ikisinden de farklıdır. IŞİD'in teokrasi anlayışı ise bambaşkadır.
Bütün dünya işlerini din ile çözmeye çalışmak dinin manevi tarafını, kutsallığını da yıpratır; dini, dünyevi bir çatışma alanı hâline getirir; siyasi ihtirasların aleti yapar ve hatta meşru olmayan birtakım işlerin mazereti durumuna sokar. Nitekim bunun örneklerini çevremizde bol bol görmekteyiz.
Her şeyi din açısından görenler, din ile açıklamaya çalışanlar, evrenin bin bir sırrı karşısında da pasif durumda kalırlar. Buna karşılık dinlerden bağımsız olarak tabiatın ve evrenin sırlarını çözmeye çalışan Batı, bilimde sağladığı olağanüstü ilerlemeler sayesinde Müslüman dünyayı sömürmeye ve köleleştirmeye devam eder.
***
Geçen gün bir televizyon programında tarihi de sadece din ile açıklamaya çalışan bazı konuşmacılar gördük. Bunlardan biri "İslam'dan önce Türkler de Farslar da ve başka milletler de adam değildi, İslam hepsini adam etti" deyip durdu.
576 yılında Köktürkler, Kırım'dan Büyük Okyanus'a kadar uzanan bir coğrafyayı idare ediyordu. Bu alan, o zamanın büyük devletleri olan Çin, Sasani ve Doğu Roma topraklarının her birinden çok daha büyük bir alandı. Köktürkler'den kalan anıtlardaki sosyal devlet ve milliyetçilik anlayışı bugün dahi bilim dünyasını şaşırtmaktadır. İranlı Sasaniler de büyük bir medeniyet kurmuşlardı; 6. asırda çok gelişmiş tıp fakülteleri vardı ve o fakültedeki doktorların Nesturi torunları birkaç nesil Abbasi halifelerine doktorluk etmişlerdi.
Tuhaf olan, "İslam'dan önce Türkler adam değildi" sözlerine zemin hazırlayan bir siyasi partinin bazı mensuplarının da bizden bu sözlere cevap vermemizi istemeleridir. Onlara tavsiyem Türk düşmanlığı zeminini yaratan siyasi partiden bunun hesabını sormalarıdır.