ABD Başkanı Obama bir üniversitenin düzenlediği salon toplantısına katıldı..
Obama kürsüye gelip konuşmaya başladığı anda orta yaşın üzerinde bir Amerikalı tarafından protesto edildi..
Adam başkan adaylarından Trump'ın posterini kaldırarak bağırmaya başladı..
Obama Demokrat.. Clinton'u destekliyor..
Trump Cumhuriyetçi.. Rakip..
Salondakiler Trump adına bağırıp çağıran kişiyi protesto etmeye başladı..
Ne bir şiddet..
Ne bir müdahale..
Ne bir polis..
Ne bir özel harekatçı..
Adam Obama'ya bağırıyor, salon ona bağırıyor..
Bir süre sonra görüldü ki, ABD Başkanı da bağırıyor..
Kime?
Trump'ı destekleyen adama değil; salona..
Kendi taraftarlarına..
Susun diye bağırdı..
Sesini duyuramayınca daha şiddetli bağırdı..
Salon sonunda sustu..
Obama kendini destekleyenlere şöyle dedi; Burası fikir özgürlüğünün olduğu bir ülke.
Bırakın fikrini söylesin. Engellemeyin..
*
Adam rakip partiden..
Adam rakip aday için bağırıyor..
Adam ABD Başkanı'nı protesto ediyor..
Salon kızıyor, tepki gösteriyor..
ABD Başkanı adamın hakkı diyor..
Burası özgür ülke diyor..
*
Biz de olsa!.
Biz de olsa ne olacağı malum...
Mehmet Tezkan Milliyet
***
FETÖ gitti tarzı kaldı yadigâr!
-------
Cumhuriyet gazetesi yazarlarının tutuklanmasıyla sonuçlanan operasyonda...
Mehmet Baransu yok ama işlevini yaşatanlar var.
Ali Fuat Yılmazer yok ama stili var.
Zekeriya Öz yok ama kendisini aratmayan sorgulamalar var.
"Gazetecilikten tutuklanmadılar" manşeti yok ama "Terörden tutuklandılar" manşeti var.
Telefona sehven mesaj yüklemek yok ama 250 lirayı sehven 250 bin lira yapmak var.
Gizli tanık yok ama subliminal mesaj var.
Ey gidi FETÖ ey!
Kendin gittin ama stilini, tarzını, yöntemini bıraktın yadigâr!
Ahmet Hakan Hürriyet
***
Gördük bu filmi
------
(...)
Dosyalar dolusu sahte bilgi, sonradan yerleştirilmiş dünya kadar sahte CD, kurulmamış şirketler, yapılmamış oteller, söylenmemiş sözler, kanıt olarak mahkemenin önüne kondu. Hakimler de bu sahtelikleri hiç şüphelenmeden ciddi ciddi kanıt, belge, bilgi diye kabullendiler. Dinlenmesi istenen tanıkları bile çağrılamadılar.
Ne fark eder "darbeci, askeri vesayetçi bunlar" peşin hükmüne dalkavuk olundu.
Daha dava dosyasına bile dönüşmemiş operasyonlardan, dönemin pusucu gazetecilerine yayınlasınlar diye savcı ve polis eliyle bilgi sızdırıldı. Toplum "çirkin filmin senaryosuna uygun olarak darbe yapacaklardı propaganda pususuna" düşürüldü.
2003 yılında yapılmış bir askeri seminerin konuşma kayıtları 7 yıl bekledikten sonra 2010 yılında; "darbe ortamı yaratmak için kendi uçağımızla kendi camilerimizi bombalayacaklardı" belgesi olarak sunuldu. Fotokopi mi? Kağıt Parçası mı? Islak imza mı? Kuru imza mı? Tartışmaları 1.5 yıl sürdükten sonra bu çirkin, yakışıksız, hukuksuz filme "idam kararları sahnesi" kondu. İdam yasalardan çıkarılmış olduğu için idam yerine 2 defa ağırlaştırılmış ömür boyu hapis yani "hapishaneden ölüleri çıkmak üzere" cezalar kesildi.
Sonrasını biliyorsunuz.
(...) Kandırıldım.
Aldandım.
Yanıldım.
"Kumpasmış" dediler.
Beraat kararı verdiler.
(...)
Aynı filmin benzeri. Silivri'de çekime başlandı. Cumhuriyet Gazetesi'nin 9 yazar ve çalışanı Silivri'de hapse konuldu böylece "gazete binasından gazetenin ölüsünü çıkarmak" üzere kurgulanmış senaryonun ilk kareleri için rejisör "kamera" diye bağırdı.
Cumhuriyet Gazetesi avukatı Tora Pekin, dün açıkladı.
(...)Gazeteye; yatak üretip satan bir şirketten 40 bin TL para gelmiş. Karşılığında gazete bu şirketin ürettiği yatağın reklamını yayınlamış. Belgeye "yatakçı şirket FETÖ bağlantılı" diye hüküm düşülmüş. Oysa aynı şirket aynı günlerde aynı yatak reklamını yayınladıkları için; iktidar yandaşı Sabah Gazetesi'ne 86 bin TL, iktidar yanlısı Star Gazetesi'ne 32 bin TL, iktidar yanlısı Şafak Gazetesi'ne 53 bin TL, Hürriyet Gazetesi'ne de 70 bin TL para yatırmış.
* * *
Çirkin filme bak! Yatırmış Cumhuriyet'i sırtüstü yatağa. Ağzına bir FETÖ yastığı bastırmış. Boğmaya çalışıyor. Biz bu bayat filmi gördük. İnsan biraz yaratıcı olur. Tekrara düşmez.
Necati Doğru Sözcü
***
Ankara fısıltısı
------
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım idam cezasının geri getirilmesini sürekli gündemde tutuyorlar. Ancak AKP'nin TBMM grubunda, onlar gibi düşünmeyenler de var(...) Sadece idam cezası değil; Cumhuriyet Gazetesi'ne yapılan operasyonun da, HDP'li vekillerin tutuklanmasının da "yanlış" ya da "zamansız" olduğunu, kapalı kapılar ardında dile getiren vekiller var AKP grubunda.
Ankara kulislerinde dolaşan fısıltılara göre, çokça dile getirilen, binlerce hakim, savcı, subay, öğretmenin tutuklanıp, işten atıldığı FETÖ operasyonlarının "neden siyasete hiç bulaşmadığı" sorusu da AKP'deki "çatlak seslerle" yakından bağlantılı.
Ankara'ya kasım ayıyla birlikte çökmeye başlayan puslu havanın, TBMM'de kullanılacak oyları da etkilediği konuşuluyor kulislerde...
Zeynep Gürcanlı Sözcü
***
Demokrasi "moda" diye benimsersen uyup uyabileceğin bu kadar işte
---------
Doğan Kuban "Duruma tarihçi olarak baktığım için karamsar değilim" dedi. O iflah olmaz bir iyimser! Geniş kitleler ise günün siyasi kuşatması ve saldırısı karşısında köşeye sıkışmışlığın umutsuzluğu içinde. Her zaman söylerim, geniş açı bakışı çok önemli. Bugünler eninde sonunda geçecek. Tabii süreçte ülkenin ve insanımızın ne bedeller ödeyeceğiyle ilgili bir yönü var. Bizi bunaltan bu!
Peki, bu yaşadıklarımızın kökeni nedir? Niye ülke her bakımdan bu yer yer arkaik yönetimi ve sorunları aşamıyor, yeniden yeniden önümüze geliyor?
Kuban'ın yanıtı şu: Osmanlı toplumunun tarihsel mirasını sırtladığımız için cahil toplumu aşamıyoruz. Demokrasi bir moda, bizde yok ama moda olduğu için ağızlardan düşmüyor. Tıpkı bir güzel kadın resmi gibi bir şey.
(...)
Kuban devamla: "Osmanlı tarihte 700 yıl sürmüş tek imparatorluk! 700 yıl, ama geride (...) Elimizde ondan kalan sadece Türkiye'dir. Türkiye'yi de Osmanlı'nın yıkıntıları arasında çekip kurtaran, kuran ve yaşatan büyük bir dâhi adam, Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır!
(...)"
Orhan Bursalı Cumhuriyet
***
Yaşadığımız büyük kavga nedir
----------
Türkiye'ye karşı düşmanlık çemberi genişlemesini bitirdi. Çember artık kapandı.
Soykırım yalanı kendi caddelerimizde 'soykırımla yüzleş' pankartı oldu, yürüyüşe geçti.
Cumhuriyeti inkâra yönelenler, Birinci Meclisle 1921 Anayasasına yaslanıp sonraki 90 yılı parantez ilan ettiler. 'Parantez' vesayet demek imiş; yıkacaklarını söyleyip yürüdüler.
Türk ulus değil, etnisitedir diyenler, yeni anayasa taslakları yazmaya oturdular. Eşit vatandaşlık, anayasal vatandaşlık yapacağız dediler. Yani yurttaşların özgürlük ve eşitliğini ortadan kaldırıp, etnik gruplardan oluşan bir siyaset düzeni kurma hayalini TBMM kürsülerinden göstermeye giriştiler.
Türkiye vatan değil, ortak mekân diyenler, ortak vatan hisseleri dağıtılsın diye bağrıştılar. Utangaçlar bunlara yerel özerklik laflarıyla destek verdi, kantonculuğa koruma kalkanı kurdular. AB-D ile birlikte hendeklere sinip, oradan özerklik-özyönetim çıkarma gayretine girdiler.
"AB'ye girmek için ulusal egemenlikten vazgeçeceğiz" yazıları ortalığa saçıldı. AB lime lime dökülmeye başlayınca bunlar sustu; şimdi onların yerine doğrudan sahipler konuşuyor. AB'deki komiserler resmi raporları bir yana bırakmışlar, Türkiye'ye twitter üzerinden had bildiriyorlar.
"Ulusal olmaz, küresel düzenin egemenliğini benimseyeceğiz" diyen bilumum 'yeni'ciler, küreselciliğin çöküşü karşısında dilsizlere dönüştüler. Yüz yıl önceki manda ve himayeciler gibi eşekten düşmüşe döndüler. ABD'nin başkanlık seçiminde iyice ortaya saçılan çürümüşlükte yaslanacak yer bulamıyorlar.
*
Bugün yaşadığımız sert zamanın temelinde, bu düşmanlık çemberinin kapanmış olması var. Önceleri birbirlerinden ayrı imiş gibi duran noktalar artık birleşti. Türkiye işte bu çemberin tam ortasında dört bir yanına bakıyor ve her noktayı hem aklı hem gönlü ile açık seçik görüyor. Bu çemberi bir kez daha yarmak için nefes alıp veriyor.
Nefes genişliyor. Çünkü vurucu silah olarak hukuk ile bürokrasiyi seçmiş olan yeni-sömürgeci AB'nin bakıp bakıp kendini dev sandığı aynalar çatladı. Çünkü ABD'nin Birleşmiş Milletler'in arkasına saklanıp büyüttüğü dünya imparatorluğu kokuştu. Kokusu her yanı sardı...
Birgül Ayman Güler Aydınlık