Bu anda umum büyük kumandanlarla bir asabiyet mevcuttu. Ordu kumandanı Liman Paşa Hazretleri tarafından Kâzım Bey (eski Samsun Valisi Kâzım Paşa) telefonda benimle görüştü. Mütaleatımı sordu. Vaziyetin nezaketini söyledim, dedim ki: "Daha bir an mevcuttur. Bu anı da ziyaa uğratacak olursak bir felâketi umumîye karşısında kalmaklığımız pek muhtemeldir." Vaziyetin umumîleşmiş olduğunu, Anafartalar'da çıkmış ve çıkmakta olan düşman kuvvetlerini nazarı dikkate almak, ona göre umumî tedbirler ittihaz etmek lâzım geldiğini, sevk ve idareyi tevhit ve temin için bütün kuvvetlerin bir kumanda altında, bilâvasıta bir kumanda altında bulunmasından başka çare kalmadığını söyledim.
26-27 gecesi saat 9.50 sonrada idi ki Şimal Grubu Kumandanı, Ordu Kumandanı Liman Von Sanders Paşa Hazretleri tarafından Anafartalar Grubu Kumandanlığına tayin edildiğime dair olan emri tebliğ etti. Aynı emirde, hemen hareket ederek 27 temmuzda icrası emredilmiş olan taarruzu icra etmekliğim de mevcuttu. Bu emir üzerine 27'nci alay kumandanı Şefik Bey'i 19'uncu fırka kumandanlığına tevkil ettim. Yanıma fırka sertabibi Hüseyin Bey'i aldım.
-Niçin?
-Hasta idim çünkü... Yaverim Kâzım Efendi o gün şehit olmuştu. Rasim Efendi isminde diğer bir süvari zabitini de aldım. Dört aydır o yerde, yani ateş hattından 300 metre geride eçsat taaffünatı(kötü koku) ile bozulmuş bir hava teneffüs etmekte idim. O gece saat on birde, zindan gibi zifirî karanlıklar içinde oradan çıkınca ilk defa temiz bir hava karşısında bulundum. Fakat bu güzel havayı zulmet ve müphemiyet içinde teneffüs etmek nasip oluyordu.
Hiç ardı arası kesilmeyen hücumların karşısında azmine ufak bir sarsıntı bile gelmeksizin bu zatın uykusuz, havasız yerlerde burnuna kan ve barut kokuları, leş ve ceset kokuları çarpa çarpa, kulağında muhtelif çatırdılar, gümbürtüler yer ede ede nasıl çalıştığına şaşıyordum. Dedim ki:
-Paşa Hazretleri, benim anladığıma göre siz henüz ne düşmanın derecei kuvvetini, ne de başına yeni tayin edildiğiniz bizim kuvvetlerimizi bilmiyorsunuz. Fazla olarak da, dediğiniz gibi, bu zulmet ve müphemiyet içinde meçhullere doğru gidiyorsunuz. Bu kadar ağır bir mes'uliyeti nasıl bir düşünce ile kabul ediyordunuz?
Çünkü ben bu harekette tarife sığmaz, alelâde, hattâ fevkalâde kelimelerle anlatmaya çalıştığımız ruhî haletlerin pek üstünde olan bir şey görüyordum!
-Vakıâ böyle bir mes'uliyeti deruhde etmek, takdir buyurduğunuz gibi, basit bir keyfiyet değildir. Fakat ben, vatanım mahvolduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için kemali iftiharla bu mes'uliyeti deruhde ettim. Ve hemen saatlerce mesafe uzakta bulunan Çamlıtekke karargâhına hayvanla hareket ettim. İşte bu suretle benim Arıburnu ile olan kumanda münasebetim nihayete ermiş oluyor.
Bu ifadelerin ruhunuza verdiği temiz ve ulvî tesiri anlamak için o mert, pervasız sesi kulaklarınız benim gibi duymalı idi. Gözleriniz, onun mavi gözlerindeki kuvvetli parıltıyı görmeli, azimkâr asker çehresindeki mânayı okumalı idi. İçinde, dram sahnelerindeki kahramanlarına müelliflerinin iare(emanet verdiği) ettiği büyük, gürültülü kemiler(kahramanlar) olmayan o kuvvetli cümleler! Ben onları günlerce hatıramda sakladım. Bu genç adama karşı bir meclûbiyet(tutkunluk) hissettim.
Bu memuriyetinden ayrılırken orada bulunan silâh arkadaşlarına karşı ne türlü hisler perverde(beslemek) ettiğini sordum. Mukadderatımızla sıkı sıkıya alâkadar olan bu muharebeler esnasında bütün ordunun, küçük neferden, büyük kumandana kadar vazifesini ne suretle telâkki, ne suretle ifa ettiğini bilmek istiyordum. (Devam edecek)