Kuşe kağıda yazılı "yardım" mektubu!..
Türk Kızılayı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık'tan mektup geldi. Ramazan ayına özel bir yardım kampanyası başlatmışlar. Sloganı: Bu Hilalin Altında Buluşalım!
Bağışta bulunmak isteyenlere dört ayrı seçenek sunuyor Türk Kızılayı. Dileyen 50 TL bedelindeki gıda kolileri, dileyen zekât yoluyla, dileyen aşevlerine, dileyen de marketlerden belirli ürünlerin satın alınmasına imkân sağlayan Kızılay Kartları'na bağış şeklinde yapabiliyor yardımlarını. ( Niyetine girenler, 168'i arayıp Kızılay Çağrı Merkezi'nden daha ayrıntılı bilgiye sahip olabilirler.) Oluşturulan hayır sisteminin esası "alan elin veren eli görmemesi"nin sağlanıyor olması.
Hepsi çok takdire şayan da, bir hususu anlamadım:
Şıkır şıkır, parlak kuşe kağıda basılmazsa olmuyor mu o mektuplar?
***
Basit bir destek talebini iletmek için bu kadar "pahalı" kırtasiye-matbaa masrafına gerek var mı?
Mektubun ekinde yolladıkları broşürler için de geçerli bu söylediğim...
İnsanın yardım edeceği varsa da frene basmasına yol açıyor bu kadar şatafat.
Dahası...
Kimi yazışmalarda gerekli olabilir ama hiç değilse bütün işini zaten elektronik ortamda yürüten gazetecilerle yazışmalarında sıfır masraflı e-posta yolunu tercih edip maliyeti düşüremez mi Türk Kızılayı? Kaç kişi "geri dönüşüm"e yolluyor sanki; onca kağıt daha yollandığı kişiye ulaştığı anda "çöp" oluyor! Her türlü kaynak israfı!
Hem bir yardım kuruluşunun bütçesine zarar, hem doğaya...
***
Kaşıkla topladığınızı kepçeyle çarçur etmenin alemi yok. Ülkemizin bu manada sicili hayli bozuk olsa bile, bir hayır kurumuna hele ki şu mübarek ayda "yoksa ihya edilmesi gereken bir matbaa mı var" diye sormak istemem ama Dr. Kerem Kınık'a naçizane bir öneri sunmayı isterim:
Gelin bu kuşe kağıda mektup, hatta yaldızlı bayram tebrikleri yollama geleneğinden vazgeçin; onlara ayırdığınız bütçeyle fazladan birkaç yoksul daha sevindirin!
Ha diyorsanız ki biz bu işlere para-pul harcamıyoruz; kırtasiye-matbaa işlerimizi de hayırsever vatandaşlarımız bedelsiz olarak yapıyorlar... O zaman o hayırseverlerle irtibata geçin ve "bizim yazışmalarımızda lükse kaçmayın, en ekonomik malzemeyi kullanın üzeriyle de etrafınızdaki muhtaçların ihtiyaçlarını giderin" deyin...
Varlık nedeninize daha uygun olmaz mı?
*
GÜNÜN SORUSU
Kuzey Kutbu'ndaki İzlanda'yı Anayasasını devşirecek kadar içselleştirip burnumuzun dibindeki Türkmendağı'nın cayır cayır yanışını "dış haber" varsaydığımız için iki yakamız bir araya gelmiyor olabilir mi?
*
Operasyon yapanların akıbetini unutmadık
Genelkurmay Başkanı yalanladı ama hadi diyelim, velev ki Millî Savunma Bakanı Fikri Işık'ın dediği gibi oldu; valinin operasyon emri olduğu hâlde komutan 'şehit veririm' endişesiyle yapmadı operasyonu...
***
Bu milletin vicdanı, bir komutanın, kendisine emanet edilen bahar dalları gibi delikanlıları, sırf 'PKK açılımcılarına milliyetçi oy lazım oldu diye' kurban etmek istememesini anlar da, kusursa bağışlar da...
Ama siz Sayın Bakan, 'şahadeti göze alıp, kelle koltukta PKK'ya karşı operasyondan operasyona koşan, teröristlerin inlerine kadar girip de, onları sıfırlayan kahraman askerlerimizin, "terörist" yaftasıyla hücrelere, partinizin iktidarında tıkıldığı gerçeği'ni asla aklayamayacaksınız vicdanlarımızda!
++++++
Analar ağlamayacak; çünkü ağlayamaz ölü analar!
*
Hannibal Lecter'in izinde
Bir dizi cinayetin zanlısı Atalay Filiz, Ankara Barosu'nun atadığı avukatı beğenmeyince, Ankara'daki cinayet dosyası için ifade vermeyi reddetmiş; "İlle de İstanbul Barosu'nun atadığı Vildan Yirmibeşoğlu'nu isterim" diye kriz çıkarmış...
Geldik mi bizim Genel Yayın Yönetmeni'nin ilk günkü teşhisine;
Galiba Filiz sahiden de "Akıl Oyunları'ndan Kuzuların Sessizliği'ne uzanan bir öykünmecilik" içinde!
Kendisini hakikaten bir Hannibal Lecter "dehası(!)" yükleyerek konumlandırıyorsa yandı gülüm keten helva; kurgusunda Clarice Starling rolü biçtiği kimse, şimdiden sabır diliyorum kendisine!
*
Orada Türkmen var mı?
Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı, Ramazan dolayısıyla 9 TIR dolusu yardım ulaştırmış Halep'e... Haberi okurken içim sızladı, ister istemez sordum kendi kendime; hâlâ o yardımlardan faydalanabilecek kaç "sağ" Türkmen kaldı acaba o ağır bombardımanın altında?
-Hem soydaşlarımız yaşadığı hem de bir millî güvenlik mecburiyeti olduğu için- memleketi idare edenler de Suriye için şu gençler kadar çırpınmış olsaydı keşke!..