Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
A. Yağmur TUNALI
A. Yağmur TUNALI

Kuşatmanın sivri uçları

Feleğin işine bakın ki Türk ülkesinde yıllardır kimliğimizi tartıştırıyoruz. Kapıyı yönetenlerimiz açtılar. Fetö dâhil dinden geçinen sözüm ona İslamcılarımız başı çektiler. Kendisini liberal-demokrat sayan nereye savrulacağı belirsizlerimiz zaten hazırdılar. Batı ülkelerinin hararetli desteğiyle birlik oldular ve palalarını sıyırdılar. Evet yanlış duymadınız, dış güçlerin desteğiyle. Ortalığı velveleye verenlere bakmayınız, bu destek hâlâ onlarla ve hiç geri çekilmedi. Çekilmez. Bu oyuna biz izin verdik, bozulacaksa da biz bozacağız.

Elbirliğiyle suyu tersine akıtmaya çalışıyorlar. Koca tarihi karartmak istiyorlar. Olacak iş değildir. Tarihi inkâr ana baba inkârıdır ve inkârcının soy kimliğinin o halkasının adı burada söylenemeyecek Türkçe kavramda açıktır. Tarihi inkâr ederek veya bozarak “Sen o değilsin!” demeye kalkanların ana baba inkârında derin bir kriz vardır. Psikolojik arızalarının nesepsizlik krizine dönüşmesine şaşılmaz. Bu inkâr, değer ve tutunacak dal bırakmaz.

Krizlerin anası

Krizlerin anası “kültür krizi”ni böyle yaşıyoruz. Tam da 26 Ağustos’a denk gelen Cuma hutbesinde Sultan Alparslan’ın kimliğini, adını ısrarla etmeyerek “o millet” ucubesiyle verenler, bilseler de bilmeseler de bu kimlik dinamitleyiciliğine koşuluyorlar. 26 Ağustos’un Büyük Taarruz’daki kurtuluş hamlesini yürüten Başkomutan’ı görmezden gelenler bu yoldadırlar.

Seversiniz, sevmezsiniz ama o tarihi ve tarihi yapanların adını olsun doğru vereceksiniz. Israrla karartanların bir olmaz işe kalkıştıkları açık. Böyle gitmez, gidemez. Dönmüş görünmelerine rağmen dönmedikleri yoldalar. Bozacakları kadar bozarlar. O kimlik umulmadık bir yerde bu safsataları yerle bir eder. Tarih bize bunu söylüyor.

Tarih deyince konu derinleşiyor. Tarihe bakan bugün olan bitenleri iyi anlar. Kültür, dolayısıyla kimlik problemleri yaşamamız yeni değil. “Biz kimiz?” sorusunu sorduran büyük değişmeler yaşadık. Bunlar, -hangi kavramı seçerseniz seçin- kökten ve köklü değişimlerdi. Türk kimliği -nihayette- hepsine rengini ve damgasını vurmuştur. Ne olmak istenirse istensin, dönüş, her zaman onadır.

Değişim süreci

Meseleye düşünce zemininde bakalım: Din ve medeniyet değiştirmeler, toplumlara güvenli alanlar sunmazlar. Değişme ürkütücüdür. Bu tür köklü dönüşüm gerektiren durumlar aynı zamanda korkutur, kendinden şüpheyi ve güven problemini getirir. Bu kararı verenlerin idare edeceği zorlu bir geçiş dönemi başlar. Sancılı geçer. Makul bir sürede yeni durumun benimsenmesi, eskinin devam eden millî özellikleriyle uyuşması yeni bir heyecan yaratır. Millîlik, söz konusu din bile olsa temel meseledir. Kendiniz gibi Müslümanlığa veya başka bir dine girer ve bütün değişmelere rağmen ancak kendiniz olarak ve kendiniz kalarak başarılı olursunuz. Yahya Kemal’in Türk Müslümanlığı tabirini böyle anlamak lazımdır. Maya tutarsa güven sağlamlaşır. İleri atılış hamleleri peş peşe gelir.

Kabul edelim ki bizde bu süreçler belki beklenenden uzun sürüyor. Yeni ile eskinin kavgası bitmiyor. Yara kangren hale gelinceye kadar varıyor. Din ve medeniyet değiştirmelerinde bunları yaşadık. Sonuncusu Batı anlayışına geçiş maceramızdır. 3. Selim’in dünyaya biz düzen veriyoruz demek olan “nizâm-ı âlem” fikrinden vazgeçmesi önemli bir başlangıçtır. Dâhî bestekârımız, büyük yenilikçi hükümdarımız, gücümüzün artık dünyaya düzen vermeye yetmediğinin farkındaydı. “Nizâm-ı cedîd”i ilan etmesi buydu. “Yeni düzen”e geçişi hazırladı. Değişimi bütün yönleriyle başlatmayı başaracakken otoriteleri sarsılacak endişesine kapılanların, özellikle din ulemasının kışkırtmasıyla darbeye uğradı ve canıyla ödedi.

Tanzimat, 3. Selim’in bıraktığı yerden 2. Mahmud’un hazırladığı reformların adıdır. Yaşadıklarımızı anlamak için oralara kadar gideceğiz. Atatürk, Tanzimat, Meşrutiyet hareketini devam ettiren ve tamamlayan büyük dehamızdır.

Tarih bilmiyoruz

Derdimiz büyük. Türkiye’nin sağı-solu, okumuşu-okumamışı tarihten habersiz hale geldi. Birileri 1923 öncesini yok sayıyor ve akıl almaz bir cehaletle, Yılmaz Öztuna’nın tarihçilerce kabul edilmiş fikrine göre, Türk Tarihi’nin yarısından fazlası demek olan Osmanlı’yı inkâr etmeye kadar varıyor. Birileri, Cumhuriyet’e soğuk bakıyor ve kendince bir Osmanlı hayranlığı uyduruyor. “Uydurma” tabirini kullanmamı mazur görünüz, bunun için başka bir kavram aramadım. Çünkü dedikleri Osmanlı ile Osmanlı’nın alakası yok. Her zaman öyledir ama konumuza göre devri seçelim, 3. Selim’den bugüne Osmanlı onların dediğinin tam tersi anlayıştadır.

Osmanlı’yı inkâr edenlerin, solcu veya başka etiket taşıyanlarımızın durumu da böyle bir terslik taşıyor. Onların düşman oldukları Osmanlı, tam da şu anda bilmeden savundukları çağdaşlaşmayı tek yol gören zihniyetteydi. Atatürk diyorsak, 3. Selim’den itibaren Vahideddin’e kadar bütün Osmanlı padişahlarının çizgisi onunki gibiydi. Belki sadece rejim konusunda bir farklılıkları olabilir. Osmanlı Sarayı, tabii olarak İngiltere ve daha birçok Avrupa memleketindeki gibi Cumhuriyet’i değil Meşrutiyet’i (taçlı demokrasiyi) benimserdi. Rejim konusunda her iki fikirde de olunabilir. Ne bu, ne de o yanlıştır. Biz Cumhuriyet’i seçtik. Bu kadardır.

Cumhuriyet’i kutlayacak gibi durmuyoruz

Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılındayız. 29 Ekim’e iki ay kaldı. Hükûmetimizin, kurtuluşun ve kuruluşun yüzüncü yılını sönük geçirmeyi seçtiği açık. İki ay kala hâlâ nasıl kutlayacağımızı bilmiyoruz. Tuhaf ve anlaşılmaz bir karartma uygulandığı açık. Bu tarih ve devlet bilmezlik örneğini acıyla yaşıyoruz. Göreceksiniz bazı şeyler yapılacak ve Cumhuriyet’i, Cumhuriyet’in yüzyılını değil sadece kendilerini anlatacaklar. Utanarak söyleyeceğim, hem de doğru anlatmayacaklar.

Bu da bir kehanet değil. Mozaik siyasetiyle ortak kimlik dinamitlenmiş görünüyor. Yeni kimlik arayışları var. Böyle bir çıkmaz sokağa girdik.

Osmanlı’nın 700. Yılı kutlamaları

1999 yılını hatırladım. Osmanlı’nın 700. kuruluş yıldönümüydü. Zamanın hükûmeti, bu büyük yıldönümü için büyük kutlamalar düşünmüştü. Bizim TRT’de de peş peşe toplantılar yapılıyor, projeler hazırlanıyordu. Yılmaz Öztuna ile tarih programı yapılması bizzat Cumhurbaşkanı Demirel tarafından genel müdür Yücel Yener’e söylenmişti. “Osmanlı’nın itibarı”nı aydın kamuoyu nezdinde kabul ettiren isim olduğunu yakın çalışma arkadaşı Cumhurbaşkanı biliyordu. Beni görevlendirdiler. Programa başladık. Başladık ama başımıza epeyce iş geldi.

Kutlama hazırlıkları büyük heyecan yaratmıştı. Sol cenahın durumu belliydi. Askerî cenah da, bu durumdan rahatsız oldu. Cumhuriyet’in yerleştiğinden emin olmamak yanında Osmanlı’ya soğuk bakma vardı. Yapılacakların düşük profilli olmasını telkin ettiler. Bu fikre sarılacak isimler, devlet kurumlarında ağırlıktaydı. Hemen büyük bir iştahla gereğini yaptılar.

Yılmaz Bey’le yaptığımız Tarih Konuşmaları’nı 13 haftada kesmemiz istendi. Biz devam etmek istedik. Cumhurbaşkanı’nın isteği olduğu için hayır diyemediler ama zorluklar devam etti. Her hafta değerlendirme toplantılarında bu program konuşuldu. Baskıların ardı arkası kesilmedi. Denetimde çok sıkıntı yaşattılar. Kamp tarafgirliği haline gelen katmerli cehaleti aşmak kolay olmuyordu, olmadı.

Tersliğe bakın

İşin garibi, o programda biz Yenileşme Dönemi’ni konuşuyorduk. Programı büyük mücadelelerle üç yıl devam ettirdik. 2.5 yılında, belki yüz programda 3. Selim sonrasını konuşmuştuk. Yani, askerlerin ve bizim TRT’deki fikrî kimliği şu veya bu olanların “çağdaşlık” vurgularının tarihini konuşuyorduk. Yılmaz Bey de tam yenileşmeci bakışla anlatıyordu. Zaten Tanzimat’ı kuvvetle savunan fikirleriyle biliniyordu. Yöneticilere bunu anlatmaya çalıştım, anlamadılar. “Osmanlı ayrı biz Cumhuriyet’iz” dediler. Bazıları “Sen ve bu program Cumhuriyet düşmanısınız” demeye kadar gittiler. Bu ifade denetim raporlarına kadar geçti.

Neyi düşündürmek istediğimi sanırım anladınız. Bu iki kafanın tarihe uzak tarih kurgusu canımıza okudu. Şimdi hükûmet, Cumhuriyet’imizi değersizleştirmek için ne lazımsa yapıyor. İşin tuhafı, bunu Osmanlılık vurgusuyla yapıyor. Hâlbuki Osmanlılıkla hiçbir alakaları yok. Diğerlerinin Cumhuriyet ve Atatürk fikrini anlamadıkları gibi bunlar da Osmanlı’nın reddettiği fikirlerle Osmanlı’yı kullanıyorlar. “Kullanıyorlar” dememi “Bile bile kullanıyorlar” şeklinde anlamak da yanlış değil.

Bu iki ucun bozgununu, bu ifrat-tefriti aşamadık. Siyaset bu aşırılıklara girebilir. Yanılabilir, yanıltabilirler. Bilerek aldatma yolunu seçenleri de çıkar. Memleketin okumuşları bu oyunu bozarlar, aşırılıkları törpülerler. İşte bizde bu eksik. Bu hassasiyetimiz diriydi. Nasıl olduysa uyutuldu ve fikir namusu hâkim hale gelemedi.

Fikir namusu olsa, tarihi hakkıyla bilsek, kurgulara itibar etmemeyi öğrenirdik ve bu durumlara düşmezdik.

Yazarın Diğer Yazıları